"Cenab-ı Hakk'ın ahdi meşiet, hikmet, inayet'in ipleriyle örülmüş nûranî bir şerittir ki; ezelden ebede kadar uzanmıştır." Buradaki ahid "kalubela" mıdır, bu ahdi nasıl bozuyoruz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Rabbin, Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutarak; 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' (demişti). 'Evet (buna) şahidiz.' dediler. Kıyamet günü: 'Biz bundan habersizdik.' demeyesiniz." (A'râf, 7/172).

Bazı âlimler “kalûbelâ” hâdisesine temsilî bir nazarla bakıp, bu ayetin asıl manasının insan fıtratının Rabbine olan fıtrî temayül ve şahitliği şeklinde tefsir ve te’vil etmişlerdir. Yani kâfir ne kadar inkâr da etse, onun fıtratı Allah’ı tanıyıp O’na fıtrî bir şekilde (belâ/evet) cevabını veriyor, demişler.

Ayrıca bu görüşte olanlar,

"Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar, sonra ebeveyni onu Yahudileştirir veya Hristiyanlaştırır veya mecûsileştirir."(1)

hadîsinin de görüşlerini desteklediğini söylerler.(2)

"Sanki Cenâb-ı Hakkın ahdi meşiet, hikmet, inayetin ipleriyle örülmüş nûranî bir şerittir ki; ezelden ebede kadar uzanmıştır. Bu nuranî şerit, kâinatta nizam-ı umumî şeklinde tecellî ederek, silsilelerini kâinatın envaına dağıtırken,.."(3)

Allah’ın iradesi, hikmeti ve inayeti kâinatta esaslı bir nizam kurmuş, onun merkezine de insanı yerleştirmiştir. Ve insana bütün kâinatı kuşatacak ve tartacak büyük bir istidat vermiş, bedenine harika cihazlar takmış, ruhuna mükemmel latifeler yerleştirmiş, onların terbiye ve tekâmülünü de onun cüz’î iradesine bırakmıştır. İnsan âdeta büyük bir geminin dümencisi gibidir; onu dilediği yöne çevirebilir, dilediği şekilde kullanabilir.

Her insan bir sefine gibi zaman nehrinde daima akmakta ve ölüm kanunuyla kabir âlemine geçmektedir. Vücudumuzdaki bütün âzaları yaratan Rabbimiz, bu imtihan dünyasının bir icabı olarak, bazı fiilleri bizim irademize bırakmıştır. Mesela, gözü ve görmeyi Allah yaratmış, ancak neye bakacağımızı bize bırakmıştır. İnsan görme cihazını helal dairesinde kullanırsa cennete, haram dairesinde kullanırsa cehenneme talib olmuş demektir. Her iki halde de görmeyi yaratan Allah’tır. “Dümenci nefer” ifadesi bize bu dersi vermektedir. Yani vücud gemisinde bizim vazifemiz, irademizi şöyle veya böyle kullanmakla o geminin gideceği istikamete karar vermektir. Bu kararın ötesinde yaptığımız bir şey yoktur, gemiyi yapan ve yürüten biz değiliz.

İnsan evvela, beden sefinesine zarar verecek her şeyden sakınmalı; sonra da bedeni cehenneme gitmekten korumak için salih ameller işlemelidir. Böyle yapan bir mü’min hem dünya nimetlerinden helal dairesinde en güzel şekilde istifade eder, hem de ebedî saadete mazhar olur.

İnsanın, dümenci hükmünde olan bu cüz’î iradesini istikamet dairesinde kullandıracak, beden gemisini salimen menziline ulaştıracak yegâne pusula da İslam dini, onun ulvî hakikatleri ve mükemmel kanunlarıdır.

İnsan iradesini iman ve şeriat istikametinde sarf etmeyip, küfür ve inkâra saparsa, o zaman ilahi ahde mugayir hareket etmiş ve büyük bir ihanetin içine girmiş olur. İman ve ibadet ahde vefa iken, küfür ve gaflet ise vefasızlıktır.

Allah kâinatı ve içindeki her şeyi insanın istifadesine sunmuştur. Sema ve dünyadaki sayısız nimetler hep bu İlahi irade ve inayetin (ikramın) misalleridir. Ve insanın fıtratına da bu sunulan şeyleri anlamak ve istifade etmek için maddî ve manevî cihazlar vermiştir. Karşılıklı her iki nimet de insanın iman ve ibadet ile Allah’a yaklaşması ve O’nu tanıması içindir. Yani kâinat ve insanın yaratılış hikmeti ve gayesi, iman ve ibadettir ki, buradaki "ahid" de bu manada kullanılmıştır. Şayet insan, iman ve ibadet ile yerine getirmez ise, İlahi ahde ihanet etmiş olur.

"Ahdin nakzı ise, bozmak ve parçalamaktan ibarettir." Meselâ, bazı enbiyayı iman ve tasdik, bazılarını inkâr ve tekzib; bazı hükümleri kabul, bazılarını red; bazı âyetleri tahsin, bazılarını takbih ve çirkin görmek gibi. Zira böylece yapılan "nakz-ı ahd" nazmı, nizamı, intizamı ihlâl eder, bozar.

Bu paragrafta Üstadımız, Allah’ın kâinatı ve insanı ne için yarattığına ve hangi maksatla devam ettirdiğine işaret ediyor. Buradaki ifadelerle “kalûbelâ” arasında büyük bir münasebet ve benzerlik var. Lakin "kalûbelâ" biraz daha insana ve onun fıtratına işaret ediyor.

"...En acip silsilesini nev-i beşere uzatmıştır ve ruh-u beşerde pek çok istidat ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiştir. Fakat o istidatların terbiyesini ve neticesini, cüz-ü ihtiyarînin eline vermiştir. O cüz-ü ihtiyarînin yuları da şeriatın, yani delâil-i nakliyenin eline verilmiştir."

Binaenaleyh, Cenâb-ı Hakkın ahdini bozmamak ve ifa etmek, ancak o istidatları lâyık ve münasip yerlerine sarf etmekle olur. Ahdin nakzı ise, bozmak ve parçalamaktan ibarettir."(4)

İnsan iman edip salih amel işlerse, Allah’ın kâinatı yaratma maksadına uygun hareket etmiş olur.

"Allah’ın ahdi"nden maksat da iman ve ibadettir. Ahdin zıddı ise, küfür ve isyandır.

Dipnotlar:

(1) bk. Buhârî, Cenâiz, 92; Ebû Dâvud, Sünnet, 17.
(2) bk. Kurtubî, el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut 1965, VII, 314; Mahmut Hicâzî, Furkan Tefsiri, çev. M. Keskin, İstanbul 1988, II, 365.
(3) bk. İşârâtü'l-İ'câz, Bakara Sûresi, 26, 27. Âyetlerin Tefsiri.
(4) bk. age.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 6.031
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...