"Dalalet", "Küfür" ve "İlhad" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Dalalet, doğru yoldan ayrılmak ve sapmak demek olup, hidayetin zıddı olarak kullanılır. Bu yolda gidenlere ehl-i dalalet denilir.
Dalalet, çok geniş bir mefhumdur. Bazen küfür manasında, bazen bidat manasında, bazen istikametsizlik manasında, bazen de günah manasında kullanılabilir.
Bidat ehli için söylediğimiz zaman, İslam olmakla beraber, ehl-i sünnetin dışında olduğunu anlarız.
Kur’an-ı Kerim, insanlığın gitmesi gereken yolu göstermiştir. Bu yolda gitmek hidayet, bu yoldan az veya çok sapmak ise dalalettir.
Allah, kullarının iman ve ibadet yolunu seçmeleri ve cennet ehli olmaları için kitaplar indirmiş, peygamber göndermiştir. Bütün şer ve hayırlar gibi, dalaleti de hidayeti de yaratan O’dur. Şu var ki, hayra rızası var, şerre yoktur. O halde bir kul şer yolunu tutuyorsa bunu kendi iradesiyle yapıyor demektir.
Bu konuda bir ayet-i kerime:
“Onlar öyle kimselerdir ki, hidayet karşılığında dalâleti (sapıklığı) satın almışlardır.” (Bakara Sûresi, 16)
Hidayet ve dalâletle ilgili âyetlerin her birinde bu hakikati görebiliriz. Bunlardan bir kısmını takdim edelim:
“Allah zâlimler topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Bakara Sûresi, 258)
“Allah kâfirler topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Bakara Sûresi , 264)
“Allah fâsıklar topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Tevbe Sûresi, 24)
Bu üç âyet-i kerîmeden, kalplerde dalâlet yaratılmasının üç sebebini öğreniyoruz: Zulüm, inkâr ve fısk.
Bunların her üçünü de insanlar kendi iradeleriyle seçiyorlar.
Bir defasında Peygamber Efendimiz (asm.) yere düz bir çizgi çizmiş, onun sağından-solundan da başka çizgiler çizdikten sonra, o düz çizgiyi göstererek, "İşte benim yolum budur. Basiret üzere Allah’a davet ederim..." buyurmuş ve şu ayeti okumuştur: "De ki: "Ey insanlar! İşte size Rabbinizden hak geldi. Artık kim hidayeti kabul ederse kendi canı için kabul etmiş olur. Kim sapıklık ederse kendi zararına sapıklık etmiş olur. Ve ben sizin üzerinize vekil değilim."
(Yusuf, 10/108).
Fatiha Suresi’nin sonunda, "Bizi gazabına uğramış olanların (mağdub) ve dalâlete düşenlerin (dallîn) yoluna değil, sırat-ı müstakime hidayet et." diye bir dua cümlesiyle son bulur.
Mağdub ve dâllin gruplarını kesin hatlarla birbirinden ayırmak çok zordur. Çünkü birçok insan, hem fikren, hem de ahlâk yönünden yanlış yola sapmakla her iki grupta birden bulunurlar. Şu var ki, mağdup grubunda sefahat, rezalet ve azgınlık; dallîn güruhunda ise yanlış fikirler ve batıl itikatlar ön plandadır.
Tefsir âlimleri, dallîn güruhuna Hıristiyanları, mağdup grubuna ise Yahudileri misâl verirler.
Yahudiler Tevrat’ı tahrif ettikleri ve peygamberlerini öldürdükleri için Allah’ın gazabına layık olmuşlardır. Hıristiyanlar ise, teslisi (üç ilâh) safsatasını kabul etmekle hakikatten sapmış, tevhit inancından ayrılmış ve dalâlete düşmüşlerdir.
Ehl-i küfür, hak yoldan bütünüyle sapmışlardır. Kur’an-ı Kerim, onların dalaletini dalalenbaîde (çok uzak bir dalalet) olarak niteler. (Nisa, 4/60, 116, 136, 167)
Dalaletin değişik sebepleri vardır. Cehalet bir dalalet sebebi olduğu gibi, bazen bilim de dalalete sebebiyet verir. 19. ve 20. yy.da nice tabiat bilimcisinin dalaleti, ilim ve fenden olmuştur. Bunlar, İlahî icraatlara tabiat, evrim, içgüdü gibi isimler takarak, kâinatta olup biten harika hâdiseleri, akıl almaz işleri sahipsiz, başıboş, kör kuvvetin ve sağır tabiatın eserleri zannetmekle dalalete düşmüşlerdir.
Küfür, hakkı ve doğruyu inkâr etmek demektir. Küfür hususi, dalalet ise, umumi bir hükümdür. Yani, her küfür, dalalettir; ama her dalalet, küfür değildir.
Meselâ; Ehl-i sünnetin bir prensibini inkâr eden bir şiaya veya mutezileye, ehl-i dalalet denir; ama ehli küfür denilmez. Yine, sünnete muhalefet eden, ehl-i bidat, ehl-i dalalettedir, diyebiliriz. Ama ehl-i küfür diyemeyiz.
İlhad ise: Daha çok, dinsizlik yani küfür manasında kullanılmıştır. Bir nevi dalalet mefhumunun umumi kapsamı içine giren hususi bir kavramdır.
“İmân bir mânevî Tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir Zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.” (Sözler, 2. Söz)
Demek ki, cennet imanın meyvesi. Oraya girmenin ilk şartı iman. Salih ameller cennette müminin derecesini artırıyor. Bir insan bu dünyadan öte aleme imanla göçmemişse, bu dünyada işlediği faydalı işler, ilmi çalışmalar, insanlığın dünya hayatını daha rahat geçirmeleri için yaptığı keşifler onun cenneti girmesi için yeterli değildir. Zira temel şart ortada yoktur. Bu şart olduktan, yani kişi imanla göçtükten sonra, insanlık âlemine yaptığı her hizmet bir sadaka hükmüne geçer ve onun cennetini genişlendirir, derecesini artırır.
Cehenneme girmenin de temel sebebi küfürdür, yani o azap beldesi küfrün bir meyvesidir. Dünyada işlenen güzel ameller sadece, azabın daha az tadılmasını netice verebilir. Zalim ve kibirli bir kâfirle, mazlum bir kâfirin cehennemdeki azapları aynı olmasa gerektir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- "Fırka-i Dâlle" ne demektir?
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Ehl-i dalalet", "ehl-i gaflet" ve "ehl-i nifak" müşahhas olarak kimleri kapsıyor?
Risale-i Nur'da ifade edilen "ehl-i dalalet" maddeci felsefedir. Yani materyalist felsefeden beslenen beşerî akım ve ideolojilerin tamamına "ehl-i dalalet" diyebiliriz. Bunların başında komünizm geliyor.
"Ehl-i gaflet" iman ettiği halde ibadetlerini yerine getirmeyen veya aksatan, takva hususuna dikkat etmeyen gafil ve günahkâr Müslümanlardır. Ne yazık ki Müslümanların ekserisi de böyledir.
"Ehl-i nifak" ise içi kâfir, dışı Müslüman görünen münafıklardır. Bunlar pirincin içindeki beyaz taşlar gibidirler; Müslümanlara zararları sinsi ve derinden gider.