"Diyalog" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Diyalog; farklı dinlere ve kültürlere mensup insanların bir araya gelerek, çeşitli mevzularda bilgi alış verişinde bulunmaları, ortak sıkıntılara birlikte çözüm aramaları müzakere yapmaları ve irtibat kurmalarıdır. Böyle bir diyalog, insanî ve ahlakî olduğu gibi, iki dünyanın saadet ve selametine de vesiledir. İnsanın yaratılış gayesine uygun ve zaruri bir davranıştır.
İki kişinin karşılıklı konuşması ve iletişim kurması da bir diyalogdur. İnsan, fıtrat itibari ile konuşan bir varlık olduğu için, meselelerini de irtibat ve karşılıklı diyalog ile hallediyor.
Diyalogun çok çeşitleri vardır. Biri iktisadi diyalogdur. İnsanlara mal satmak ve ticaret yapabilmek onlarla irtibat diyalog kurmak lazımdır. İyi bir politikacı olmak, iyi bir diyalogcu olmakla mümkündür. İyi bir idareci, iyi bir diyalogcudur. Bunun misallerini çoğaltabiliriz.
“Rûmlarla barış yapacaksınız. Siz ve onlar ortak bir düşmana karşı savaşacaksınız.”(Ebu Davud, Cihad 156)
Yahudi ve Hristiyan gibi semavî din mensuplarına "Ehl-i Kitap" denir. Kur'an-ı Kerîm'de Ehl-i Kitaptan çokça bahisler vardır. Ehl-i Kitap, Peygamberimizi kabul etmediklerinden kâfir sayılmakla beraber, "Allah'ı inkâr ede" manasında kâfir değillerdir.
Onlara tanınan bu ayrıcalık, ehl-i küfre nisbetle, imana daha yakın olmalarındandır. Kur'an, onlara şöyle seslenir:
"Ey Ehl-i Kitab ! Bizimle sizin aranızdaki müşterek bir kelimeye gelin ! Ancak Allah'a ibadet edelim. Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp bazımız bazısını Rab edinmesin." (Al-i İmran, 3/64).
Yani, birbirimizi Rab, Mevlâ, Hâkim-i mutlak tanımayalım. Bütün hareketlerimizi bir Hakk'ın emriyle ve Allah'ın rızasıyla ölçelim. Hepimiz Allah'a kul olalım, kendimizi ancak O'na mahkûm bilelim ve birbirimize de ancak bu nokta-i nazardan tabi ve bağlı olalım.
Kur'an, Ehl-i Kitabın kendi alim ve ruhbanlarını, Rab edindiklerini bildirir (Tevbe, 9/31). Hıristiyanlıktan İslâm'a geçen Adiy b. Hatem, "Ya Rasulullah, biz onları Rab edinmiyorduk." deyince Rasulullah, şu açıklamayı yapar: "Onlar, Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal yapıyor, siz de onlara uyuyordunuz. İşte bu, onları Rab edinmektir." Yoksa, herhangi birini Rab edinmek için illa ona "Rab" namını vermek şart değildir.
Şu ayet, Ehl-i kitapla mücadelede izlenecek yolu ifade eder:
"Onlardan zalim olanlar dışında, Ehl-i kitapla en güzel bir şekilde mücadele edin. Ve şöyle deyin: Biz, hem bize indirilene, hem de size indirilene iman ettik. Bizim de sizin de İlahımız birdir. Ve biz, yalnız O'na teslim olmuş kimseleriz." (Ankebut, 29/46).
Bu ayette, Ehl-i kitap, iki kısımda mütalaa edilmektedir:
1. Zalim olanlar.
2. İnsaflı olanlar.
İnsaflı olanlarla en güzel bir mücadele yapılması emredilir.
“(Ey Muhammed) Sen (insanları) Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütlerle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (Nahl Suresi, 16/125)
Allah Resûlü (s.a.v.), bir gün yoldan bir Yahudi cenazesi geçerken ayağa kalkar. O esnada yanında bulunan bir Sahâbî, “Ya Resûlallah, o Yahudi’dir” der. Nebiler Serveri (s.a.v.) hiç tavrını bozmadan ve yüz çizgilerini değiştirmeden, zamana “dur ve beni dinle” dedirtecek şu cevabı verir: “Ama bir insan!” (Müslim, Cenâiz 78, 81.)
Bu tarz bir yaklaşım, onları İslâm'a çekecek, İslâm'a girmekte zorlanmayacaklardır. Çünkü İslâm'a girdikleri zaman Hz. Musa'yı, Hz. İsa'yı reddetmeleri gerekmiyor... Böylece, son peygamberin dinine uyacaklar ve muharref bir dinin mensubu olmaktan kurtulacaklardır.
Kur'an-ı Kerîm, Hristiyanların Yahudilere nisbetle İslâm'a daha yakın olduğunu bildirir:
"Yahudi ve müşrikleri mü'minlere en çok düşmanlık yapan kimseler olarak bulacaksın. 'Biz Hristiyanız.' diyenleri de mü'minlere sevgide en yakın kişiler olarak bulacaksın. Çünkü, onların içinde bilgin keşişler ve ruhbanlar var ve bir de onlar büyüklenmezler." (Maide, 5/82).
Tarih, bu ayetin bir ispatıdır. Yahudilerden İslâm'a girenler parmakla gösterilecek kadar azdır. Fakat Hıristiyanlardan pek çok fikir ve ilim erbabı araştırmaları neticesinde İslâm'ı seçmiş ve seçmeye de devam ediyorlar. Bugün Avrupa'da Hıristiyan asıllı Müslümanların sayısı, yüz binleri geçmektedir. Yine Avrupa'da pek çok kilise, cami haline getirilmiş ve bunlar İslâmî faaliyet merkezleri olarak hizmet vermektedirler.
Hıristiyan ülkelerde İslâmi faaliyetlerin güzel neticeleri gözle görülen bir hakikat olduğu gibi, bu ülkelerin idarecilerinin İslâm aleyhinde tutumları da yine bir hakikattir. Tarih boyunca devam eden "haçlı zihniyeti", günümüzde de bütün şiddetiyle devam etmektedir.
İnsaflı Ehl-i Kitapla en güzel bir mücadeleyi emreden Cenab-ı Hak, şu ayetle de onların zalim kısmıyla ilgili hükmü bildirir:
"Ehl-i Kitaptan Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Rasulünün haram kıldıklarını haram kabul etmeyen ve Hak dini din olarak seçmeyenlerle, onlar zelil vaziyette kendi elleriyle 'cizye' verinceye kadar savaşın." (Tevbe, 9/29).
"Ayette sayılan özellikler, bütün Ehl-i Kitabı içine alır mı, yoksa almaz mı?" meselesi zaman zaman tartışma konusu olmaktadır. Ayetin "Ehl-i Kitabın hepsiyle, onlar cizye verinceye kadar savaşın" demeyip, "Ehl-i kitaptan şu özellikte olanlarla savaşın!" demesi, herhalde gözden uzak tutulmaması gerekir. Rasulullah'ın uygulaması da bu tarzda olmuştur. Hz. Peygamber, İslâm'ın Mekke döneminde bazı Müslümanları Hıristiyan bir ülke olan Habeşistan'a göndermiş, orada rahat edeceklerini söylemiştir. Medine döneminde ise, hem Yahudi hem de Hıristiyanlarla diyaloga girmiş, onlara Allah'ın dinini anlatmış, kendilerini iknaa çalışmıştır. Bunun neticesinde Ehl-i Kitaptan İslâm'a girenler olmuştur.
Peygamberimizin Hicret'ten önce ilk ilgi duyduğu ve Müslümanların hicret etmelerini arzu ettiği Hıristiyan ülke, Habeşistan olmuştur. Allah Resûlü (sav.), Mekke müşriklerinin amansız işkenceleri ve tazyikleri karşısında Mekkeli Müslümanların Habeşistan'a hicretlerini arzu etmiş ve bu hislerini şu ifadelerle belirtmiştir.
"İsterseniz ve elinizden gelirse, Habeşistan'a iltica ediniz. Zira orada hüküm süren kralın topraklarında kimseye zulüm edilmez. Orası doğru ve emin bir yerdir, Allah âsân edinceye kadar orada kalın." (M. Hamîdullah, İslam Peygamberi)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah Resûlü sıfatıyla tebliğe başladığı zaman, ilk defa Mekke'de bazı Hıristiyanlarla karşılaşmıştı. Hatta Kendisine vahiy gelmeye başladığı ilk günlerinde Hz. Hatice'yi ve Peygamber Efendimizi teselli eden Varaka b. Nevfel de İncil'in el yazmalarına sahip olan bir Hıristiyan’dı. (Buhârî, Bedu’l- Vahy 3).
"...Ehl-i Kitabla en güzel bir şekilde mücadele edin!" ayetine, "mensuhtur" (yani, hükmü lağvedilmiştir) diyenler olmuşsa da bu tarz bir yaklaşım tatmin edici olmaktan uzaktır. Beydavî'nin de işaret ettiği gibi, onlarla cizye verinceye kadar savaşmak, "ahiru'd-deva"dır, yani son çaredir.
Kur'an'ın belirttiği gibi, "Ehl-i Kitabın hepsi bir değildir." (Al-i İmran, 3/113). Onların hepsini aynı kategoride görmek, Kur'anî ve tarihî realiteye muhaliftir.
"Yahudî ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Allah zalim topluluğa hidayet etmez." (Maide, 5/51)
Ayeti, onlarla beşerî ilişkilere mani değildir. Kur'an-ı Kerîm, Ehl-i Kitaba bazı konularda, kâfirlere nisbetle ayrıcalık tanır. Mesela, onlardan kız almak caizdir ve kestiklerini yemek helaldir. (Maide, 5/5). Ehl-i kitaptan birisi ile evlenen bir Müslüman, onu hanımı olduğu cihetle sever.
Büyük Müfessir Hamdi Yazır, üstteki ayetle ilgili şöyle der: Mü'minler, Yahudi ve Hıristiyanlara iyilik etmekten, dostluk yapmaktan, onlara idareci olmaktan menedilmemiş, onları veli ittihaz eylemekten, yardaklık etmekten nehyedilmişlerdir. Çünkü onlar, mü'minlere yar olmazlar.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin şu tespitleri konuya ışık tutacak ve yanlış değerlendirmelere mani olacaktır.
“Binaenaleyh onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, kat'iyyen nehy-i Kur'anîde dâhil değildir.” (Münazarat)
“Ehl-i kitabdan bir haremin olsa elbette seveceksin.” (Münazarat)
Fıkıh usulündeki "hüküm müştak üzerine olsa, me'haz-ı iştikak hükmün illetini gösterir" esasının, üstteki ayeti doğru yorumlama noktasında hatırdan uzak tutulmaması gerekir. Meselâ, "hırsızlık yapanlara şu cezayı uygulayın" denildiğinde, hükmün illetinin hırsızlık olduğu aşikârdır. Onun gibi, üstteki ayetteki nehiy dahi, Yahudi ve Hıristiyanlarla, Yahudilik ve Hıristiyanlık cihetleriyle ilgilidir.
Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya sanatı içindir. Her bir Müslüman’ın her bir sıfatı Müslüman olması lazım gelirken, her zaman bunun gerçekleştiğini söyleyemeyiz. Onun gibi, her bir kâfirin her bir sıfatı kâfir değildir. Dolayısıyla, onlarda bulunan Müslüman sıfatlar veya faydalı sanatlar noktasından muhatap olmak niçin caiz olmasın?
Onlarla beşeri ilişkilerde bulunmak ayrı, onların din-örf ve adetlerine hayran kalmak ayrıdır. Birincisi Kur'an'ın nehyine dâhil değilken, ikincisi kesinlikle yasaklanmıştır.
Dinler arası diyalog ile dinler arası ittifak farklı şeylerdir. Dinler arası diyalog, karşılıklı hoşgörü içinde iletişim kurmak demektir. Dinler arası ittifak ise, bazı ortak meselelerde, birlikte hareket etmek demektir. Bunun da dinin esaslarına ve ruhuna aykırı bir durum olmaması halinde bir mahzuru yoktur.
Müslümanlar birbirlerinde gördükleri hata ve yanlışlıkları yumuşak bir dille düzeltmeye çalıştıkları gibi, küfür, şirk ve dalalet içerinde yaşayan insanlara da tebliğ ile doğru yolu göstermekle vazifelidirler. Bu da ancak sulh ortamı içerisinde, münasebet kurmakla mümkündür.
Peygamber Efendimiz (sav.) İslam’ı diyalog ve tebliğ ile anlatmıştır. O (sav.) akrabaları ve komşuları olan müşrik ve putperestler yanında, Yahudi ve Hıristiyanlarla da diyalog kurmuş, bir kısmı ile bizzat görüşmüş, bazılarına mektuplar yazmış, diğer bir kısmına da sahabelerini göndererek İslam’ı tebliğ etmiştir. Böylece İslamiyet’in bütün şark ve garba yayılmasına vesile olmuştur.
Müslümanların ve Hıristiyanların, ortak düşmanları olan komünizme karşı birlikte mücadele etmeleri ve dayanışma içinde olmaları, ne dinen, ne de siyaseten mahzurlu değildir. Diyalog ve ittifakın meşruluğuna dair Kur’an ve sünnette pek çok deliller vardır.
İslam’ın başka dinler ile birleşmesi asla mümkün olmadığı gibi, böyle bir anlayış batıldır. Genelde insanların diyalog ve ittifaktan anladığı ve bir birine karıştırdığı husus da budur. Yani biraz şu dinden, biraz bu dinden alalım, yeni karma bir din yapalım düşüncesi ile diyalog ve ittifak düşüncesi taban tabana zıt şeylerdir. Böyle karma bir din anlayışı, ne tarihte vardır, ne de din mensupları bunu kabul eder. Onun için dinler arası diyalog, dinlerin karışımından çıkan yeni bir din oluşturma gayreti değildir. Zaten İslam, en son ve en mükemmel olan hak dindir.
Kur’an ve hadis açısından diyalogun delilleri
"Yahudi ve müşrikleri mü'minlere en çok düşmanlık yapan kimseler olarak bulacaksın. "Biz hristiyanız" diyenleri de, mü'minlere sevgide en yakın kişiler olarak bulacaksın. Çünkü, onların içinde bilgin keşişler ve ruhbanlar var ve bir de onlar büyüklenmezler." (Maide Suresi, 5/82)
"Ey Ehl-i Kitab! Bizimle sizin aranızdaki müşterek bir kelimeye gelin! Ancak Allah'a ibadet edelim. Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp bazımız bazısını Rab edinmesin." (Al-i İmran Suresi, 3/64)
"Zulmedenleri haric, Ehl-i Kitap ile en güzel olan seklin dışında bir tarzda, munazara, mucadele etmeyin!" "Onlara şoyle deyin: Biz, hem bize indirilen kitaba, hem size indirilen kitaba iman ettik Bizim ilahimiz da sizin ilahiniz da bir ve ayni ilahtir ve biz O'na gonulden teslim olduk." (Ankebut Suresi, 29/46)
"Dininizden öturu sizinle savaşmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyen inançsızlara gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmekten, adalet ve insafı gözetmekten menetmez çünkü Allah adil olanları sever." (Mumtehine Suresi, 60/8)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Bu makalenin ayet ve hadis temelli olması diyalog konusunda aklı karışık olanlara yada art niyetli olanlara bir çok bilgi veriyor.Tebliğden sorumlu olan müslümanlar ekserisi,doğduğu köyünden,ilinden ayrilmayip orada yaşlanıp ölüyor. Cami hocalarimiz ise camilerinden ayrilmiyor...