"Demek şu meşhud saltanat-ı insaniyet ve terakkiyat-ı beşeriye ve kemalat-ı medeniyet, celb ile değil, galebe ile değil, cidâl ile değil;.." diye başlayan yeri detaylıca izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Ubudiyetin esas rükünleri acz, fakr ve naks olduğu gibi, enaniyetinmenbaı da bunların unutulmasıdır.
Bu kâinatın ve içindeki varlıkların insana hizmet ettikleri inkâr edilemez bir hakikattir. Bu hizmetçiler, söz konusu hizmetlerini kendi iradeleriyle yapmadıklarına göre geriye tek şık kalıyor: Bu varlıklar Rabbü’l-âlemîn’in emir ve iradesiyle insana hizmet etmektedirler.
Henüz insan nev’i hiç ortada yokken, Güneş sistemi de bitkiler ve hayvanlar âlemi de insana göre ve insan için tanzim edilmişlerdi. Ve insan, yaratıldığında her şeyi emrine hazır bulmuştu.
Bu, Allah’ın bir ihsanı ve bir ikramıdır. Bu hakikati unutan yahut görmezlikten gelenlere Üstad Hazretleri bu cümlelerle çok müessir bir ders vermekte ve onların hem akıllarını, hem vicdanlarını harekete geçirmektedir.
Bu çok ehemmiyetli dersi bir derece tahlil etmeye çalışalım.
Önce insanın üç ehemmiyetli rüçhaniyeti nazara veriliyor: Saltanat-ı insaniyet ve terakkîyât-ı beşeriye ve kemâlât-ı medeniyet.
Saltanat-ı insaniyet ifadesi, ilk bakışta insanın bu dünyada ulaştığı teknik üstünlükler gibi anlaşılsa bile, bunları diğer iki madde içinde düşünmek ve bu ifadeyi “insanın arza hâlife olması ve her şeyin onun hizmetinde çalışması” şeklinde anlamak daha doğru olacaktır. Güneş, o muhteşem hâliyle gözümüze hizmet etmekte, hava tabakası ciğerlerimizin emrinde çalışmakta, yer küresi bizi taşımakta ve mevsimlerde gezdirmektedir. Bütün bu hâdiseler insan saltanatının bir cihetidir.
Diğer yönüyle, koyunlar ona süt yapmakta, arılar bal üretmekte, meyve ağaçlarının her biri ayrı bir fabrika olarak çalışmakta, atlar onu ve yükünü taşımaktadır.
Misaller artırılabilir.
Üstad Hazretleri bu saltanatın muhtemel sebeplerini nazara veriyor ve bunların geçersiz olduğuna dikkat çekerek, söz konusu saltanatın ancak ilahi bir ihsan olduğu hakikatini zihinlerde tesbit ediyor.
Bu saltanatın muhtemel sebeplerini üç maddede özetliyor: Celb, galebe ve cidal.
Kâinattaki büyük cirimlerin ve hayatsız cisimlerin bu küçük insana hizmet etmelerinde, bu şıkların hiçbiri düşünülemez. Onun için konuyu diğer hayvan ve bitki türlerinin insana hizmet etmeleri yönüyle ele alalım.
Bir insan diğer bir kişinin hizmetinde çalışıyorsa bunun üç sebebi olabilir. Birincisi celbdir. Yani o kişi, ilmiyle yahut manevi feyziyle o insanı kendine hayran bırakmış, o da bu büyük zattan manen faydalanmak için, ona talebe yahut mürid olmuş ve hizmetine girmiştir.
İkinci şık galebedir. O kişi, servetiyle yahut makamıyla diğerine üstünlük kazanmış, o da onun yanında memur olarak yahut ücretli eleman olarak çalışmaya başlamış, böylece onun hizmetine girmiştir.
Üçüncü şık cidaldir. Bir harp olmuş, o harpte esir düşen bir insan, galib devletin hükmüne girmiş, onun verdiği görevleri mecburen yerine getirmeye başlamıştır.
Şimdi soralım kendi kendimize: Bu hayvanlar ve bitkiler bize niçin hizmet ediyorlar?
Bu suale yukarıdaki şıkların hiçbiriyle cevap veremeyiz. Mesela, atları düşünelim. Bu hayvanlarinsanın üstün yaratılışını düşünüp ona hayran olarak hizmetine girmiş değillerdir. Yine bu hayvanlar, insana ilim yahut kuvvet yönünden mağlup oldukları için hizmet ediyor değillerdir. Keza, insanlarla atlar arasında bir harp olmuş da insanlar galip gelerek onları esir almış da değillerdir.
Bu üç şık da geçersiz olduğundan, hakikat şu şekilde karşımıza çıkıyor:
“...Belki ona, onun za’fı için teshîr edilmiş, onun aczi için ona muavenet edilmiş, onun fakrı için ona ihsân edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş, onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş.”(1)
“Ona, onun za’fı için teshîr edilmiş,”
Yâsîn Sûresinde şöyle buyrulur:
“Görmediler mi ki, biz onlar için, ellerimizin (kudretimizin) eseri olan hayvanlar yarattık da onlar bu hayvanlara sahip oluyorlar. Biz, o hayvanları (zelil kıldık) kendilerine boyun eğdirdik. Onlardan bir kısmı binekleridir, bir kısmını da yerler.” (Yâsin, 36/71, 72)
Cenâb-ı Hak bu ayette, koyun, sığır, at gibi ehil hayvanları bizim için zelil kıldığını, bize boyun eğdirdiğini ve hizmetimize verdiğini beyan ediyor. Bir köyün bütün büyükbaş hayvanlarını bir çocuğun gütmesi, çayırlara götürüp otlatıp akşamleyin yine köye getirmesi, o çocuk için bir izzet tecellisidir. Ancak, çocuğun bu izzeti, kendi güç ve kuvvetinden değil, o hayvanların zilletinden kaynaklanmakta, bunu da bizzat Cenâb-ı Hak icra etmektedir. Allah; Müzill (zillete düşüren) ve Muizz’dir (izzetli kılan). Hayvanları zelil, insanları aziz yapan ancak odur.
Bu cümlede, “teshîr” hakikatinden hemen sonra “muavenet, ihsân, ilham ve ikram” hakikatlerine dikkat çekilir. İlham kelimesi, daha çok, “terakkiyât-ı beşeriye ve kemalat-ı medeniyet” maddelerine bakıyor. Bunlar, temelde insanın çalışmasına, ilmî araştırmalar yapmasına dayanmakla birlikte, neticede birer ilham eseri olarak ortaya çıkıyorlar. Arıya bal yapmayı doğrudan ilham eden Cenâb-ı Hak, ilim ve irade ihsan ettiği insan nevinin bu gibi harikaları keşfetmelerini de birtakım sebeplere bağlamıştır. Sözünü ettiğimiz gayretler, araştırmalar sebeplere teşebbüs kabilindendir. Neticeleri ihsan eden Cenâb-ı Hakk’tır. Zira bütün hayırlar onun elindedir, onun iradesiyle ve ihsânıyla tahakkuk ederler. Arıyı ruhuyla ve bedeniyle bal yapacak şekilde takdir eden Allah, insanı da bu kâinatta gizli olan hikmet ve rahmet hazinelerini bulmaya müsait şekilde yaratmıştır. İnsan ruhuna, akıl, hafıza, hayal gibi nice manevî kuvveleri ve cihâzları yerleştiren Allah, insan bedenine de o ruha en muvafık bir suret giydirmiştir.
Yıllar önce okuduğum bir makalede, insanın başparmağının ehemmiyeti hakkında geniş bilgiler veriliyor ve neticede şu hükme varılıyordu: Başparmağımız da diğer parmakların yanında olsaydı, bugünkü medeniyet harikaları meydana gelmezdi.
Düşünen akla yazan el, sanatkâr ruha alet tutan el gerek. Başparmağımız şimdiki yerinde olmasaydı ne kalem tutabilirdi, ne de alet...
1) bk. Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü