"Cidal" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Sema ile arz arasındaki yardımlaşmadan, güneşin gözümüze ışık vermesine, havanın kanımızı temizlemesine, organlarımız arasındaki işbirliğine kadar her hâdise hayatın bir yardımlaşma olduğunu gösterdiği halde, bazı kişiler hayatı bir mücadele olarak takdim ediyorlar.
Nefis ve şeytanın insana musallat olmasıyla, insan için, kıyamete kadar sürecek bir imtihan başlatılmıştır.
“Hayır şer, güzel çirkin, nef’ zarar, kemâl noksan, ziya zulmet, hidayet dalalet, nur nâr, iman küfür, taat isyan, havf muhabbet gibi âsârlarıyla, meyveleriyle şu kâinatta ezdad birbiriyle çarpışıyor.” (Sözler)
“Hayat bir mücadeledir” diyenler, yukarıda sözü edilen mânâların çarpışmasını kast etselerdi o zaman, hayır cephesinde yerlerini alır şerle mücadele ederlerdi. Bunun adı ise cidal değil cihattır...
Bir insan diğer bir kişinin hizmetinde çalışıyorsa bunun üç sebebi olabilir. Birincisi, “celb”dir. Yâni o kişi, ilmiyle yahut manevî feyziyle muhatabını kendine hayran etmiş, o da bu büyük zâttan manen faydalanmak için ona talebe yahut mürid olmuş ve hizmetine girmiştir.
İkinci şık, “galebe”dir. Bir kişi, servetiyle yahut makamıyla diğerine üstünlük sağlamış, o da onun yanında memur yahut ücretli olarak çalışmaya başlamış ve böylece onun hizmetine girmiştir.
Üçüncü şık, “cidal”dir. Bir harp olmuş, o harpte esir alınan bir insan, galip devletin bir mensubunun yanına köle olarak verilmiş, böylece ona hizmet etmeye başlamıştır.
Şimdi şöyle bir düşünelim: Bu hayvanlar ve bitkiler bize niçin hizmet ediyorlar?
Bu suale yukarıdaki şıkların hiçbiriyle cevap veremeyiz.
Hayvanlar, insanın üstün yaratılışını düşünüp ona hayran olarak hizmetine girmiş değiller. Yine bu hayvanlar, insana ilim yahut kuvvet yönünden mağlup olmuşlar da onun bu galebesinden dolayı ona hizmet ediyor değiller. Keza, insanlarla hayvanlar arasında bir harp olmuş da insanlar galip gelerek onları esir almış da değiller. O halde, şu hakikat açıkça kendini gösterir:
“... ona onun zaafı için teshir edilmiş, onun aczi için ona muavenet edilmiş, onun fakrı için ona ihsan edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş, onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş.” (23. Söz)
Nasıl ki bir çocuk ağlamasıyla, acizliğiyle anne ve babasının şefkatini celp ediyorsa, insan da nihayetsiz acizliği ve fakirliği ile Allah’ın sonsuz rahmeti ve şefkatini kendine celp etmektedir.
Öyle ise insan, bu nihayetsiz acizliğini ve fakirliğini birer dua ve şefaat vesilesi yapıp Allah’a iltica etmeli, O’nun nihayetsiz rahmetine sığınmalı, bütün kâinatı kendisine teshir eden Rabbine itaat ve şükretmelidir.
“Demek şu meşhud saltanat-ı insaniyet ve terakkiyat-ı beşeriye ve kemâlât-ı medeniyet, celb ile değil, galebe ile değil, cidâl ile değil…” (23. Söz)
Ubudiyetin esas rükünleri acz, fakr ve naks olduğu gibi, enaniyetin menbaı da bunların unutulmasıdır.
Bu kâinatın ve içindeki varlıkların insana hizmet ettikleri inkâr edilemez bir hakikattir. Bu hizmetçiler, söz konusu hizmetlerini kendi iradeleriyle yapmadıklarına göre geriye tek şık kalıyor: Bu varlıklar Rabbü’l-âlemin’in emir ve iradesiyle insana hizmet etmektedirler.
Henüz insan nev’i hiç ortada yokken, güneş sistemi de, bitkiler ve hayvanlar âlemi de insana göre ve insân için tanzim edilmişlerdi. Ve insân, yaratıldığında her şeyi emrine hazır bulmuştu.
Bu, Allah’ın bir ihsanı ve bir ikramıdır. Bu hakikati unutan yahut görmezlikten gelenlere Üstad hazretleri bu cümlelerle çok müessir bir ders vermekte ve onların hem akıllarını, hem vicdanlarını harekete geçirmektedir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü