"Der tarik-i Nakşibendî lazım âmed çâr terk / Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk" ile "Der tarik-i aczmendî lazım âmed çâr çiz / Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz" cümlelerini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İkincisi: Tarik-i Nakşi hakkında denilen 'Der tarik-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk / Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk.' olan fıkra-i rânâ birden hatıra geldi. O hatıra ile beraber, birden şu fıkra tulû etti: 'Der tarik-i aczmendî lazım âmed çâr çiz / Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz.' "(1)
Hakikate ulaşmak için Nakşi yolunda giden bir müridin dört şeyi terk etmesi gerekir. Bunlardan birincisi dünyayı terk etmektir. Yani dünyanın kalbi oyalayacak şeylerinden elini eteğini çekmesi demektir. Bu sebeple çok veli zatlar münzevi yaşamışlar, dünyanın lüzumsuz işlerini bırakıp, zaruri işlerinde bile çok azla kanaat etmişler.
İkincisi terk-i ukbadır. Yani ibadet ve niyette cennet sevdası ve cehennem korkusu gaye olmayacak, yalnız ve yalnız rıza-yı Hak için yapılacak. Esas olan cennet değil, sahibü’l-cennettir.
Üçüncüsü terk-i hestidir. Hesti; kelime olarak varlık, var olma ve mevcudiyet manalarına geliyor. Istılah olarak benlik ve enaniyet davası demektir. Yani insana emanet olarak verilen istidadı, hayır ve kemalatı haksız bir şekilde sahiplenmek ve kendinden bilmemek demektir. Terk-i hesti ise benlik ve varlık davasını bırakıp, kulluk ve ubudiyet yapmaktır.
Dördüncüsü ise terk-i terk etmektir. Yani dünya, ukba ve benliği terk eden birisi, ben bunları terk ettim diyerek böbürlenip kendinin üstün bir mevki ve makamda olduğunu tevehhüm dahi etmemelidir. İşte terk ettiklerini de terk etmek daha ince daha latif bir terbiyedir. Bu kıvama gelmeyen bir Nakşi müridinin yolu bitmiş sayılmaz.
Bu Nakşi mesleğine mukabil ve bedel olarak Risale-i Nur mesleği dört esas üzerine bina edilmiştir. Bu dört esas dört hatvede şöyle izah edilmiştir.
1. Hatve: Nefsi temize çıkarmamak.
"Nefislerinizi temize çıkarmayın." (Necm, 53/32)
Nefsini temize çıkaran acz ve fakrını göremez. Nefsin acizliğini ve fakirliğini görebilmek için, önce bu ayetin emrine riayet etmek gerekir. Zira kusursuz bir nefis telakkisi acz ve fakrı anlamaya engeldir.
2. Hatve: Ölüm ve hizmette nefsi düşünmek, zevk ve arzularda unutmak.
"Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir.”(Haşir, 59/19)
Nefsini yani yaratılış gayesini unutmayan kişi varlık ve benlik davasında bulunmaz. Nefsini unutan, yaratılış gayesini bilmeyen, ahireti düşünmeyen kişi de nefsinin esiri olur, felakete sürüklenir.
3. Hatve: Kusuru kendinde görüp, iyilikleri Allah’tan bilmek.
"Sana her ne iyilik erişirse Allah'tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi nefsindendir." (Nisâ, 4/79)
Bu ayetin acz ve fakre işareti zahirdir. İnsan nefsinde kusur ve aczden başka bir şey görmemelidir.
4. Hatve: Benliği unutup, kendi varlığını, Allah’ın esmâ tecellilerine bir ayna olarak bilmek.
"Her şey helâk olup gidecekdir, onun zatı (onun rızasına uygun olan ameller) müstesna." (Kasas Suresi, 28/88)
Bu ayet insanın varlık ve benlik noktasından bir hiç olduğuna işaret ediyor ki acz, fakr ve tefekkürün temeli de zaten bu hiçliğe dayanıyor. Dünya ve içindeki her şey fanidir, helak olucudur. Ancak, iman, ibadet, fazilet ve hakkı hizmet gibi ulvi vazifeler ahirette nice sevap meyveleri verdiğinden helak olmazlar. Nur Mesleğinde her şeyi mana-yı ismiyle yani Allah’ın esmasına ayine olma cihetiyle bilmek, seyretmek ve tefekkür etmek esastır. Bunlar ise helake gitmezler. Eşyanın ve hadisatın mâna-yı ismiyle bakılan yüzü ise helake gider.
Fakr: İhtiyaç manasında kullanılmıştır. İnsan zerreden güneşe kadar her şeye muhtaçtır. İnsanın hayatını devam ettirmesi, bütün kâinat çarklarının işlemesine bağlıdır.
İşte insan bu sonsuz ihtiyacından dolayı fakirdir. Allah bu fakirlik halini insana her ihtiyacında, ihtiyacı olmayan Allah’ı bulması için vermiştir. Allah’ı bilmenin ilk adımı nefsini bilmek, kendini tanımaktır. Kendini bilmenin ilk merhalesi ise, ubudiyetin esası olan; “acz, fakr ve naksını bilmektir.”
İnsanın her şeye muhtaç olması ile yani fakirliği ile Allah’ın gınasına ayna olmaktadır.
Acz: İnsan, kâinatı kuşatmış ve ebede kadar uzanmış olan ihtiyaçlarından en basit olanı dahi tedarik etme hususunda zayıftır, kuvvetsizdir ve acizdir. İnsanın kendisine lazım olan hiçbir şeyi yapmaya güç yetirememesi “aczini”, yorulması, unutması, ihtiyarlanması, yemeden, içmeden ve uyumadan hayatını devam ettirememesi de kusurlu olduğunu ifade eder. İnsan sonsuz acizliği ile Rabbinin kudretine, noksanlığı ile de onun kemaline ayna olmaktadır. Bunların farkında olmak kendini bilmek ve kendini okumaktır.
Evet, insan nihayetsiz aciz olduğunu bilmekle, Allah’ın sonsuz kudretini anlıyor. İşte Risale-i Nur mesleğinin Allah’a giden iki temel esası ve iki temel marifet noktası bu acz ve fakr yoludur.
Bu Zeyilde, Rahmân, Rahîm ve Hakîm isimlerine isal eden, “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” yolunun usulleri, şartları ve tarikatten farklı cihetleri izah ediliyor.
Şefkat, Rahîm isminin bir tecellisidir. Soframızdaki rızıklar Rezzak isminin bir aynası olup bizi Rezzak ismine götürdüğü gibi, yeryüzündeki bütün annelerin şefkati de Rahmân ve Rahîm ismine götürür, bu iki isme parlak birer ayna olurlar.
“…Bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır.”(2)
Evet, bütün şefkatler Allah’ın sonsuz rahmetinin yani Rahîm isminin küçük ve zayıf bir tecellisidir. Bu cihetle kâinattaki bütün şefkatler veya şefkatten gelen nimetler Rahîm isminin birer aynalarıdırlar.
Üstad Hazretleri;“Ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var.” buyuruyor.
İşte, şefkatin Rahîm ismine bakması, Üstad Hazretlerinin iman kurtarma hizmetiyle alâkalıdır. Günahkârlara acımak, şüpheye düşenlerin şüphelerini izale etmek, iman hakikatlerini istib’ad ile inkâr edenlere bu hakikatleri izah ve ispat ederek muhataplarının hem akıllarını hem kalblerini tatmin etmek Üstadımızın temel gayesidir. İnsanların maddî imkânsızlıklarına acımak ve sadaka ile yardımlarına koşmak şefkatin bir tecellisi olmakla birlikte onların kalb ve ruhlarının ihtiyaçlarını görmek en büyük sadaka ve onlara yapılacak en büyük bir yardımdır.
Şefkat halistir, karşılık istemez ve menfaat beklemez. Ama sevgi ve sevginin şiddetli hali olan aşk, karşılık bekler ve menfaat ister.
Şefkat geniştir. Bir zat şefkat ettiği evladından dolayı bütün yavrulara şefkat gösterir. Hatta bir köpeğin kendi yavrularını emzirirken, kedi yavrularını da emzirdiğini çok görmüşüzdür.
Bu yüzden şefkat, muhabbetten daha yüksek, daha keskin, daha selametlidir; doğrudan Cenab-ı Allah'ın Rahîm ismine isal eder.
Tefekkür: Tefekkür; nafile ibadetlerin en üstünüdür. Allah’ı tanımanın en sağlam ve en güzel yollarından birisidir. Hadis-i şerifte bildirildiği gibi, “Bir saat tefekkür bazen bir sene ibadetten daha hayırlıdır.” (Camiu's-Sağir, II, 127)
Eserden müessire doğru gitmektir. Tefekkür; kâinat sarayında teşhir edilen harika eserlerde tecelli eden isim ve sıfatları okumak, her varlık üzerinde Cenab-ı Hakk’ın sikkesini, mührünü ve turrasını görmektir. Her eser birer penceredir, bu pencerelere iman gözü ile bakılırsa marifet şuaları parıldar.
Hakîm, hikmetle muttasıf olan ve hiçbir işine abesiyet dokunamayan demektir. Allah bu isminin icabı olarak, bütün kâinatı ve mahlûkatı hikmet ve maslahatlar ile teçhiz etmiştir. Bir ağaca dalları ve çiçekleri adedince menfaat ve faydalar takmıştır. Bir âzaya yüzlerce vazife ve hikmetler takarak, Hakîm isminin mânasını ve lüzumunu şuur sahiplerine izhar ve ilan etmiştir.
Bunların okunması insanı Hakîm ismine mazhar eder.
Dipnotlar:
1) bk. Mektubat, Dördüncü Mektup.
2) bk. Sözler, Yirmi Dördüncü Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü