"Hikmet-i Kur’âniyeye tâbi olmayan fen ve felsefe gözlüğünü taktı." İlmin en temel umdelerinden biri de ''tarafsızlık'' prensibidir. İlim eğer bir yere tabi olsa, ilim değil, inanış olmaz mı?
Değerli Kardeşimiz;
Din ile ilim arasındaki tarafsızlık prensibi, Hristiyanlığın ilim üzerindeki menfi baskısını gidermek için üretilmiş arızî bir hükümdür. Yoksa mutlak doğruluğu olan bir hüküm değildir. Evet, Hristiyanlık dogması asırlardır ilmin gelişmesinin önünde kalın bir duvardı ve birçok ilim adamının ölümüne de sebep olmuştur.
Rönesans ve reform hareketleri, Avrupalı aydınların kiliseye yapmış oldukları bir başkaldırıdır. Yani Hristiyanlık ile ilim birbirine rakip ve daima çatışma halinde olduklarından dolayı; filozoflar ve fikir erbabı tavırlarını daima Hristiyanlığa karşı ilimden ve hikmetten yana koymuşlardır.
Avrupa tarihinde giyotinlerin kurulma sebebi, aydın ve filozofların Hristiyanlık lehinde susturulması ve imha edilmesidir. O dönemlerde İslam âlemi her bakımdan çok parlak ve medeni bir hayat sürmekte idi. İnsanlık adına terakki ve gelişmeler hep İslam münevverleri tarafından gerçekleştiriliyordu. Onların hepsi feyzini ve kuvvetini İslam dininden alıyorlardı. Hatta öyle ki, her İslam münevveri ve filozofu eserlerini Kur’an ayetleri ile te’yid ve te’kit ediyordu. Bu da İslam dininin ne denli ilme ve hikmete değer verdiğini gösterir.
Batı ise, her bakımdan geri kalmış ibtidaî bir toplum idi. Toplumda Kilisenin bağnaz fikirleri ve dinin dogmatik düşünceleri hâkimdi. Papazların fikirlerine karşı fikir beyan eden ilim adamları derhal idam edilirdi. Kilisenin bu bağnaz hükümranlığı Batı toplumunu yüzlerce yıl karanlık içinde bırakmıştır. "Dünya yuvarlaktır" dediği için giyotinde can veren Galileo buna en güzel bir misaldir.
Aynı dönemde Müslümanlar ise her konuda zirveye çıkmış idi. Mesela Batı, dünya yuvarlak dediği için aydınını idam ederken, İslam âlimleri dünyanın yuvarlak olduğunu eserlerinde açık bir şekilde ilan ediyor ve sıradan bir mesele nazarı ile bakıyorlardı. İbn-i Sina ve Farabi gibi İslam filozoflarının eserlerine bakıldığında bu tespitlerin ne kadar isabetli olduğu anlaşılır.
Hulasa; tarafsızlık prensibi Hristiyanlık dogması için doğru ve geçerli olabilir, ama İslam için bunun hiçbir ehemmiyeti yoktur. Çünkü İslam, ilmin tespit ettiği şeyleri iman ile ibadete yani tefekküre dönüştürüyor. Kur’an’ın onlarca ayetinin, tahkiki, tetkiki, taharri ve taakkulu emretmesi bunun en büyük bir delilidir.
İslam zaten ilmin sahasına müdahale etmiyor, onun ortaya koyduğu doğru neticeleri iman ile yoğuruyor. İslam dini her zaman çalışıp terakki etmeyi emreder. Ona hakkıyla intisab eden ve onun ulviyet ve kudsiyetini idrak edenler her türlü terakkinin ve kemalatın zirvesine çıkarlar.
Fıtrata, akıl ve vicdana en uygun, en mükemmel ve son din olan İslâm’ın ulvî hakikatlerini ve nurlu esaslarını hayatına tatbik eden fert ve milletler, her zaman tekâmül ve terakki ederler ve etmişlerdir de. Asr-ı saadet, Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı tarihleri bunun en büyük delilidir.
Bunun içindir ki, Bağdat, Semerkand, Şam, Endülüs, Kudüs, Mısır ve İstanbul gibi dünyanın gözbebeği olan şehirlerde binlerce mabed, kervansaray ve medreseler inşa edilmiş, zamanın bile tahrip edip eskitemediği binlerce san’at harikası olan eserler ve nurlu medreseler vücuda gelmiştir.
Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Musa, İbn-i Rüşd, İbn-i Kemal, İmam-ı Gazzali, El Biruni, İbn-i Hişam gibi büyük ve dahi zatlar yetişmiş, ilim ve fünunun her şubesinde binlerce eser telif edilmiştir. Bağdat medeniyeti, Kahire saltanatı, Semerkand âlimleri, Buhara ve Behl Mutasavvıfları, İstanbul şevketi, Hindistan ve İran haşmetini tasvir için binlerce eser kütüphaneleri doldurmuştur.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü