Kur'an'ın istikbale dair verdiği gaybî haberlere misal olarak nazara verilen ayetleri açıklar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Zikredilen ayetlerin bir kısmına birer birer bakalım:

فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقّ "Sabret, Allah’ın vaadi haktır..." (Mü’min, 40/77)

Bu vaad ile özelde, Cenab-ı Hakk’ın Hz. Peygamber’e (asm) yardım ve düşmanlara da ceza verme manası bilfiil vuku’ bulmuştur. Özellikle İslamiyet’in ilk yıllarında az sayıda bulunan Müslümanlara her tarafta hücum varken Cenabı Hak Habibine yardım etmiş düşmanlarını Bedir gibi harplerde bertaraf etmiştir. İslamiyet’in ilk zamanlarındaki sıkıntılar azalmış veya kalkmıştır. Daha geniş dairede düşünürsek İslamiyet'in fetihleri ve muarızlarının hüsranı tezahür etmiştir. Daha genel manada sırat-ı müstakim ehline yardım asilere tokatların gelmesi düşünülebilir. Vaadin bu hakikatlere bakılarak ahirette cennet ve cehennem olarak neticeleneciği hadsen hissedilir. Hasenatta cenneti ihsas eden lezzet, küfür ve dalalette de cehennemi azabların hissedilmesi bu vaad manasının dünyevî muaccel bir neticesidir.

لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ إِن شَاء اللَّهُ آمِنِينَ مُحَلِّقِينَ رُؤُوسَكُمْ وَمُقَصِّرِينَ لَا تَخَافُونَ

Bu ayetlerin istikbale işareti en güzel Yedinci Lem’ada beyan edilmiştir. Şöyle ki:

لَقَدْ صَدَقَ اللَّهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيَا ilâ âhir... Feth-i Mekke'yi vukuundan evvel kat'iyyetle haber veriyor. İki sene sonra haber verdiği tarzda vuku bulmuştur.

فَجَعَلَ مِن دُونِ ذَلِكَ فَتْحاً قَرِيباً

ifade ediyor ki: Sulh-u Hudeybiye, çendan zahiri İslam aleyhinde görülmüş ve Kureyşîler bir derece galib görünmüş olduğu halde manen Sulh-u Hudeybiye, manevi büyük bir fetih hükmünde olacak ve sair fütuhatın da anahtarı olacak diye ihbar ediyor.

لَا تَخَافُونَ "Sizler emniyet-i mutlaka içinde Kâbe'yi tavaf edeceksiniz." Halbuki Ceziret-ül Arab'daki bedevi akvam, çoğu düşman olmakla beraber, Mekke etrafı ve Kureyş kabilesi kısm-ı a'zamı düşman iken, yakın bir zamanda hiç havf hissedilmezken "Kâbe'yi tavaf edeceksiniz" ihbarıyla Ceziret-ül Arab'ı itaat altına ve bütün Kureyş'i İslâmiyet içine ve emniyet-i tâmme vaz'edilmesine, delalet ve ihbar eder. Aynen haber verdiği gibi vukua gelmiştir.

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ

Kemal-i kat'iyyetle ihbar ediyor ki: "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın getirdiği din, umum dinlere galebe çalacak." Halbuki o zamanda yüzer milyon tebaası bulunan Nasara ve Yahudi ve Mecusi dinleri ve Roma, Çin ve İran hükûmeti gibi yüzer milyon tebaası bulunan cihangir devletlerin edyan-ı resmîleri iken, kendi küçük kabilesine karşı tam galebe edemeyen bir vaziyette bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ın getirdiği din, umum dinlere galib ve umum devletlere muzaffer olacağını ihbar ediyor. Hem gayet vuzuh ve kat'iyyetle ihbar ediyor. İstikbal, o haber-i gaybîyi, Bahr-i Muhit-i Şarkî'den Bahr-i Muhit-i Garbî'ye kadar İslâm kılıncının uzamasıyla tasdik etmiştir.

وَهُم مِّن بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ {3} فِي بِضْعِ سِنِينَ

Meali: Rumlar en yakın bir yerde yenildiler. Onlar bu yenilgilerinden birkaç yıl sonra galip geleceklerdir. (Rum, 30/2-5)

Ehl-i kitap olan Bizanslılar bir harbte (617) Mecusi İranlılar’a yenildiler. Mekke müşrikleri buna sevindiler ve: “Eğer siz hak üzerine olsaydınız ehl-i kitap olan Bizanslılar galib gelirdi.

Kur’an birkaç sene içinde Bizanslıların galib olacaklarını haber verdi. Arapça’da بِضْعِ kelimesi 3-9 arasını ifade eder. Hakikaten 7 sene sonra 624’te yapılan savaşta Bizanslılar İranlıları mağlup etti.

فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ {5} بِأَييِّكُمُ الْمَفْتُونُ {6}

Meali: Hanginizin aklından zoru olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.

Bu zatın düsturlarıyla ve terbiyesi ve tebaiyetiyle ve arkasından gitmeleriyle hakka, hakikata, kemalata, keramata, keşfiyata, müşahedata yetişen binlerce evliya vahdaniyete delalet ettikleri gibi; üstadları olan bu zatın sadıkıyetine ve risaletine, icma' ve ittifakla şehadet ediyorlar. (bk. Şualar, Yedinci Şua)

Dalalette ve küfürde hem adem ve terk var ki, pek kolaydır, hareket istemez. Hem tahrib var ki, çok sehildir ve âsandır; az bir hareket yeter. Hem tecavüz var ki, az bir amel ile çoklarına zarar verip, ihafe noktasında ve firavuniyet cihetinden onlara bir makam kazandırır. Hem akibeti görmeyen ve hazır zevke mübtela olan insandaki nebatî ve hayvanî kuvvelerin tatmini, telezzüzü, hürriyeti vardır ki, akıl ve kalb gibi letaif-i insaniyeyi insaniyetkârane ve akibet-endişane olan vazifelerinden vazgeçiriyorlar. (Lem’alar, On Üçüncü Lem'a)

Bu iki hakikat anlaşıldığında ehl-i dalaletin divaneliği güneş gibi aşikar görünür.

أَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَّتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَالْمَنُونِ {30} قُلْ تَرَبَّصُوا فَإِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُتَرَبِّصِينَ

Yoksa senin için şöyle mi derler:

"Şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz." De ki: "Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözlemekteyim." (Tur, 52/30-31)

Zaman geçmesiyle Nübüvvet güneş gibi parlamış, muhaliflerin küfür ve dalaletleri ise mazinin mezaristanında cesedleriyle beraber çürümüştür.

وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ

Meali: ...Allah seni insanlardan koruyacaktır... (Maide, 5/67)

On Dokuzuncu Mektup, On Beşinci İşaret, Üçüncü Şube bunun örnekleriyle doludur. İki tanesini burada nakledelim:

Beşinci Hadise: Haber-i sahih ile haber veriliyor ki: Âmir İbn-i Tufeyl ve Erbed İbn-i Kays ikisi ittifak ederek Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın yanına gitmişler. Âmir demiş: "Ben onu meşgul edeceğim, sen onu vuracaksın!" Sonra bakıyor ki, bir şey yapmıyor. Gittikten sonra arkadaşına dedi: "Neden vurmadın?" Dedi: "Nasıl vuracağım, ne kadar niyet ettim, bakıyorum ki, ikimizin ortasına sen geçiyorsun. Seni nasıl vuracağım?"

Altıncı Hadise: Nakl-i sahih ile haber veriliyor ki: Gazve-i Uhud'da veya Huneyn'de Şeybe İbn-i Osman-el Hacebî -ki, Hazret-i Hamza, onun hem amucasını, hem pederini öldürmüştü- intikamını almak için gizli geldi. Ta Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın arkasından yalın kılınç kaldırdı. Birden kılınç elinden düştü. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona baktı, elini göğsüne koydu. Şeybe der ki: "O dakikada dünyada ondan daha sevgili adam bana olmazdı." İmana geldi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: "Haydi git, harbet!" Şeybe dedi: "Ben gittim, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm önünde harbettim. Eğer o vakit pederim de rastgelseydi, vuracaktım."

Hem Feth-i Mekke gününde Fedale namında birisi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın yanına vurmak niyetiyle geldi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona bakıp tebessüm etti, "Nefsinle ne konuştun?" dedi ve Fedale için taleb-i mağfiret etti. Fedale imana geldi ve dedi ki: "O vakit ondan daha ziyade dünyada sevgilim olmazdı."

فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ وَلَن تَفْعَلُواْ

(Kur’an’ın mislini) yapamadınız,yapamayacaksınız.

1.400 senedir münkirlerin damarlarına dokunarak Kur’an’ın mislini yapınız diye muarızlara meydan okuduğu hâlde kimse muaraza ile karşı koyamadı. Demek, muaraza-i bilhuruf mümkün değildi, muhaldi. Onun için muharebe-i bis-süyufa mecbur oldular.

وَلَن يَتَمَنَّوْهُ أَبَداً

Meali: (Ölümü) asla istemeyeceksiniz.

1.400 sene önceden haber verilmiş, hubb-u hayat havf-ı mematla Kur’an’da tavsif edilmiş millet-i Yehud’un ölüm korkusu meşhurdur ve Kur’an-ı Hakim’in dediği gibi değişmeden devam etmektedir.

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ

Onun hak olduğu meydana çıkıncaya kadar varlığımızın belgelerini onlara hem dış dünyada ve hem de kendi içlerinde göstereceğiz. (Fussilet, 41/53)

Aşağıdaki ifadelerden Risale-i Nur’un bu asırda bu ayetin ifade ettiği manaya tam muvafık bir masadak olduğu anlaşılıyor.

“Risale-i Nur, yalnız bir cüz'î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal'ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bahusus avam-ı mü'minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılması ile bozulmağa yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur'an'ın i'cazıyla ve geniş yaralarını Kur'anın ve imanın ilâçları ile tedavi etmeğe çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın i'caz-ı manevîsinden çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır." (Şualar, Yedinci Şua)

قُل لَّئِنِ اجْتَمَعَتِ الإِنسُ وَالْجِنُّ عَلَى أَن يَأْتُواْ بِمِثْلِ هَـذَا الْقُرْآنِ لاَ يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيراً

Meali: De ki: "İnsanlar ve cinler, birbirine yardımcı olarak bu Kuran'ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar."

“Hazret-i Muhammed (asm), Kur'anla muarazaya ve Kur'ana bir nazire yapılmasına onları şiddetle davet etmekten geri durmuyordu, damarlarına dokunduruyordu, techil ve terzil ediyordu. O hazretin yaptığı böyle şiddetli hücumlara karşı, o ümera-i belagat ve hükkâm-ı fesahat ünvanıyla anılan Arab edibleri, bir kelime ile dahi mukabelede bulunamadılar. Halbuki kibr ü azametleri, enaniyetleri ve göklere kadar çıkan gururları iktizasınca, gece-gündüz çalışıp Kur'ana bir nazire yapmalı idiler ki, âleme karşı rezil ü rüsva olmasınlar. Demek bu mes'elenin uhdesinden gelemediklerinden, yani Kur'anın bir benzerini yapmaktan âciz kaldıklarından, sükûta mecbur olmuşlardır. İşte onların bu ızdırarî sükûtları aczlerini meydana çıkardı. Ve bunların aczlerinden de, i'caz-ı Kur'anın güneşi tulû' etmiştir.” (İşaratu’l-İ’caz, Bakara Suresi 23-24. Ayetlerin Tefsiri)

Kur’an-ı Azim’in bu tahaddisine 1.400 senedir muarızları acz ile sükutla karşılamışlardır.

يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.” (Maide, 5/54)

“İşte ey ehl-i Kur'an olan şu vatanın evlâdları! Altı yüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri bin senedir Kur'an-ı Hakîm'in bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur'anı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur'ana ve İslâmiyete kale yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müdhiş tehacümatı defettiniz, ta (bk. Maide, 5/54) ayetine güzel bir masadak oldunuz. Şimdi Avrupa'nın ve firenk-meşreb münafıkların desiselerine uyup, şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız!” (Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Üçüncü Mebhas)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

ufukalem
Yukarıdakilere ilave pek çok yapılabilir amabir tanesini daha eklemek istiyorum müsaadenizle: Senelerce öncesinde (sanırım 8 sene civarıydı) TEBBET SURESİ nazil olur. Surede EBU LEHEB'in kafir olarak öleceği ilan edilir ki bu muazzam bir gaybi mucizedir. Çünkü EBU LEHEB, sırf KURAN'ın davasını çürütmek pahasına inanmasa bile İNANDIM DERDİ; ama çok enteresandır, EBU LEHEB buna bile yeltenmemiş. SORU ŞU: PEYGAMBER OLMAYIP PEYGAMBERLİK İDDİASINDA BULUNAN biri, böyle riskli bir işe girişip de BÖYLE BİR SURE UYDURUR MU HİÇ? Hiç bir akıl sahibi beşer, iddiasını çürütecek böyle müthiş riskli bir işe elbette girişmez. O halde söz gaybı bilmeyen Hz. Peygamber'in değil, gaybı bilen ALLAH'IN SÖZÜDÜR.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...