"Diyorsunuz ki: ‘Sen Sözlerde kıyas-ı temsilî çok istimal ediyorsun. Halbuki fenn-i mantıkça, kıyas-ı temsilî yakini ifade etmiyor. Mesail-i yakiniyede burhan-ı mantıki lazımdır." Bu cümle ile "burhan-ı mantıki" ve "kıyas-ı temsilî"yi açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"Bir sual: Diyorsunuz ki: Sen Sözlerde kıyas-ı temsilî çok istimal ediyorsun. Halbuki, fenn-i mantıkça, kıyas-ı temsilî yakini ifade etmiyor. Mesail-i yakiniyede burhan-ı mantıkî lazımdır. Kıyası temsilî, usul-ü fıkıh ulemasınca zann-ı galip kâfi olan metâlipte istimal edilir. Hem de sen temsilatı bazı hikâyeler suretinde zikrediyorsun. Hikâye hayali olur, hakiki olmaz, vakıa muhalif olur."
"Elcevap: İlm-i mantıkça, çendan, 'Kıyas-ı temsilî, yakin-i kati ifade etmiyor.' denilmiş. Fakat kıyas-ı temsilînin bir nevi var ki, mantığın yakini burhanından çok kuvvetlidir ve mantığın birinci şeklinin birinci darbından daha yakinidir. O kısım da şudur ki:"
"Bir temsil-i cüz'î vasıtasıyla bir hakikat-i küllinin ucunu gösterip, hükmü o hakikate bina ediyor; o hakikatin kanununu, bir hususi maddede gösteriyor, ta o hakikat-i uzma bilinsin ve cüz'î maddeler ona ircâ edilsin. Meselâ, 'Güneş, nuraniyet vasıtasıyla, bir tek zat iken her parlak şeyin yanında bulunuyor.' temsiliyle bir kanun-u hakikat gösteriliyor ki, nur ve nurani için kayıt olamaz, uzak ve yakın bir olur, az ve çok müsavi olur, mekân onu zaptedemez."
"Hem meselâ, 'ağacın meyveleri, yaprakları bir anda, bir tarzda, kolaylıkla ve mükemmel olarak bir tek merkezde, bir kanun-u emrî ile teşkili ve tasviri' bir temsildir ki, muazzam bir hakikatin ve küllî bir kanunun ucunu gösterir. O hakikat ve o hakikatin kanununu gayet kat'î bir surette ispat eder ki, o koca kâinat dahi şu ağaç gibi o kanun-u hakikatin ve o sırr-ı ehadiyetin bir mazharıdır, bir meydan-ı cevelânıdır."
"İşte, bütün Sözlerdeki kıyâsât-ı temsiliyeler bu çeşittirler ki, burhan-ı kat'î-yi mantıkîden daha kuvvetli, daha yakinidirler." (Sözler, Otuz İkinci Söz, İkinci Mevkıf.)
Kıyas; lügat manasıyla karşılaştırma, mukayese etme demektir.
Kıyas-ı Temsilî; aralarında mevcut olan ortak bir vasıftan dolayı iki şeyden gizli olanı açık olana, gaip olanı görünene, bilinmeyeni bilinene, uzaktakini yakına mukayese etmektir. Analoji yani temsil getirme, akıl yürütmenin temel usullerinden biridir. Bu usulle insan zihni, hadiseler arasındaki benzerliklerden hareketle neticeler çıkarır. Analoji, İslami ıstılahta “kıyas-ı temsilî” adını alır.
Kıyasta bir şeyi bir şeye benzeterek yahut bir konu hakkında doğruluğu kabul edilen hükümlerden hareket edilerek hüküm verme söz konusudur. Mantık ilminde, “kıyas-ı temsilî yakini ifade etmez. Yakini meselelerde yani mantikî bürhanlarla kesinlik kazanmış konularda kıyasa gerek kalmaz."
Kıyas yapılıyorsa mesele yakini değil demektir. Bazı hallerde kıyas-ı temsilînin “mantığın yakînî burhanından çok kuvvetli” olabildiğine şu misali veriyor:
"Meselâ, 'Güneş, nuraniyet vasıtasıyla, bir tek zat iken her parlak şeyin yanında bulunuyor.' temsiliyle bir kanun-u hakikat gösteriliyor ki, nur ve nurani için kayıt olamaz, uzak ve yakın bir olur, az ve çok müsavi olur, mekân onu zaptedemez."
Nur ve nurani için uzak-yakın, az-çok farkı olmadığına dair ne kadar delil getirilse bu kadar tesirli olmaz.
Bir başka misal:
"Hem mesela, 'Ağacın meyveleri, yaprakları bir anda, bir tarzda, kolaylıkla ve mükemmel olarak bir tek merkezde, bir kanun-u emrî ile teşkili ve tasviri' bir temsildir ki, muazzam bir hakikatin ve küllî bir kanunun ucunu gösterir.”
Bu da güneş temsili gibi “kıyas-ı temsilînin mantığın yakini burhanından çok kuvvetli” olabildiğine ayrı bir delildir. Güneş misalinde mesele nuraniyet sırrına bina edilmişti, burada ise bir merkezden yapılan işlerin daha kolay ve daha mükemmel olabildiğine bir misal verilmiş oluyor.
Kıyas-ı temsilî, küllîyi cüz’îde bulmak ve daha sonra külliyete intikal etmektir. Çok insan bir anda külliye intikal edemez; ama cüz’îden külliye intikal edebilir. Zira küllînin numunesi cüz’îde de vardır.
İnsan cüz’î insanlık ise küllîdir. Bir insandaki acıkma hissi cüz’î, bütün insanlardaki acıkma hissi ise küllîdir. Öyle ise insanlığın bir ferdini temsil getirip bütün insanlığa intikal etmek, en sağlam ve kat’î bir yoldur denilebilir.
Risale-i Nurlardaki bütün temsiller, kâinatta mevcut olan külli kanun ve kaidelerin uçları ve cüz’îleri mesabesinde olduğu için, sair hikâye ve temsiller ile karıştırılmamalıdır.
Mesela; Birinci Söz'deki bedevinin bir reisin ismi ile gezmesindeki hakikat, kâinattaki bütün varlıkların Allah’ın ismi ile hareket etmesinin bir timsali olmasından, tam mânası ile bir hakikattir.
Burhan-ı kat'î-yi mantıkî: Mantıkta kat’iyet ifade eder. "Güneş varsa gündüzdür, şu anda gündüz, öyle ise şu anda güneş var." kaziyyesi gibi. Risale-i Nurlardaki iman hakikatlerinde akıl ve kalbin tam teslim olması, bu kıyas-ı temsilin kat’iyetinden ileri geliyor.
Kıyas hakkında ek bilgiler:
Burhan-ı mantıkî: Mantığın birinci ve en kuvvetli kaidesi olan kıyas-ı iktiranîdir. Kıyas-ı iktiranî kaziyelerden / önermelerden meydana gelir. Birinci kaziyyeye küçük kaziyye, ikinci kaziyyeye büyük kaziyye adı verilir. Kaziyyelerde tekrar eden kavrama ise orta terim (hadd-i evsat) denir. Bu iktirani kaidesinin, kuvvet ve kat’iyet noktasından safhaları ve dereceleri vardır.
Bunlar kuvvet sırası ile şu şekildedir:
Kıyas-ı iktiranînin birinci şeklinde; orta terim (hadd-i evsat), birinci mukaddimede yüklem (suğrada mahmül), ikinci mukaddimede özne (kübrada mevzu)’dir. Bunun birinci şıkkında ise; birinci ve ikinci mukaddimede müsbet ve küllîdir, dolayısıyla netice müsbet ve küllî olur. “Tüm cisimler sonradan yaratılmıştır, sonradan yaratılan her şey değişkendir, o zaman tüm cisimler değişkendir.” kaziyyesi, kıyasın birinci kısmının birinci şıkkına girer.
Bunun yanında diğer şekiller de vardır. Ancak bunlar, birinci şık kaziyye / önerme kadar güçlü değillerdir.
Kıyasın ikinci şekli; birinci ve ikinci mukaddime küllî, fakat birinci mukaddimemüsbet, ikinci mukaddime menfi olur ve netice demenfi küllî olarak gerçekleşir. “Tüm cisimler mürekkeptir, mürekkep olan hiçbir şey kadim değildir, o zaman cisimlerden hiçbir şey kadim değildir.” kaziyyesi gibi.
Üçüncü şekli; birinci ve ikinci mukaddime müsbet, fakat birinci mukaddime cüz’î olursa, netice müsbet cüz’î olarak gerçekleşir. “Bazı cisimler mürekkeptir, tüm mürekkep olanlar sonradan yaratılmıştır, o zaman bazı cisimler sonradan yaratılmıştır.” kaziyyesi gibi.
Dördüncü şekli ise; birinci mukaddime müsbet cüz’î, ikinci mukaddime menfi külli / sâlibe-i külliye ve netice demenfi cüz’î olur. “Bazı cisimler mürekkeptir, mürekkep hiçbir şey kadim değildir, öyleyse bazı cisimler kadim değildir.” dördüncü şıkka misaldir.
Neticenin kesinlik derecesi bakımından en güçlü kaziyye, birinci şeklin birinci şıkkıdır. Bu kaziyyede netice hem müsbet küllîdir(mucibe-i külliye). İkinci şık ise menfi küllîyi(salibe-i külliye)netice verdiğinden, birincisinden zayıf, fakat müsbet cüz’î netice veren üçüncü şıktan daha kuvvetlidir. Üçüncü şık ise, ikincisinden güçsüz fakat menfi cüz’îyi netice veren dördüncü şıktan daha güçlüdür. Dolayısıyla en güçsüz kaziyye dördüncü şıkkın ifade ettiği kaziyyedir, çünkü bu kaziyyenin neticesi hem müsbet hem de küllîlikten(mûcibe-i küllî)mahrumdur. (Molla Fenarî, 1985: 51 vd.)
İşte Üstad Hazretlerine göre kıyas-ı temsilî yukarıda açıklanan en güçlü şekilden bile daha güçlüdür.
Molla Fenârî’ye göre bürhan, kesin netice elde etmek için kesin (yakini) mukaddimelerden teşekkül eden bir kıyastır. Burada “kesinlik” kavramından “hakikate tam mutabık” kastedilmektedir. Bu, içinde zan, şüphe ve cehaleti htiva eden bir düşüncedir.
Mesela; “Kur’an Hz. Peygambere (asm) inmiştir / Hz. Peygambere (asm) inen her şey haktır / Öyleyse Kur’an da haktır.” şeklindeki bir hüküm, Müslümanlar için zan, şüphe ve cehalet taşımayan kesinlik taşır.
“Kesin” kavramının içine;
- Açıklığı kendinden olanlar: “Bir, ikinin yarısıdır.” gibi,
- Tecrübe ile kazanılan bilgiler: “Ateş yakıcıdır.” gibi,
- Akıl yürüterek ulaşılan ulum-u mütearife / herkes tarafından bilinen ilim: “Ay, ışığını Güneş'ten alır.” gibi,
- Ve yalan söylemesi mümkün olmayan bir cemaatın verdiği haberler: “Mütevâtir.” girer.
İşte burhan da bu yollardan biriyle elde edilmiş delil olmaktadır ve burhan-ı limmî ve bürhan-ı innî şeklinde ikiye ayrılır.
Burhan-ı limmî müessirden esere, burhan-i innî ise eserden müessire gitmekle elde edilir.
Hâlbuki, fenn-i mantıkça, kıyas-ı temsilî yakîni ifade etmiyor. Bu ifadede temsil getirmenin mantıkça kat’iyet ifade etmediği söyleniyor. Lakin Üstad Hazretleri kullandığı temsil kıyasının, bu türden bir temsil olmadığını ifade ediyor. Temsil getirmenin de mertebeleri vardır. Risale-i Nurların kullandığı temsil mantıkta kat’iyet ifade eden istikra yani tüme varım metoduna benziyor. Yani küllî bir kanunun ucunu cüz’îde gösterip, sonra külliye intikal ettirmektir. Risale-i Nurların kullandığı temsil metodu da budur.
Kıyas-ı temsilî, usul-ü fıkıh ulemasınca zann-ı galib kâfi olan metâlibte istimal edilir.
Müçtehidlerin kıyas yoluyla yaptıkları içtihad bir kıyas-ı temsilir. Malum, içtihada açık olan fıkhın sahasında, zann-ı galib hükmeder. Yani müçtehidin içtihadı kat’iyet ifade etmeyen bir te’vildir. Şayet kat’iyet ifade etse muhkem ayet ve hadisler gibi müçtehidin içtihadı bütün ümmeti bağlayıcı olurdu. Fakihlerin içtihadı bir kıyas-ı temsilîdir, yani benzer iki hâdise arasında irtibat kurup bilinen hükmün bilinmeyene teşmil edilmesidir.
Mesela; şarap haramdır. Haram olmasının sebebi ise sarhoşluktur, viskinin ise haramlığı katiyet ifade etmiyor; ama şarap ile viski arasında ortak bir nokta var o da sarhoşluktur, öyle ise şarap bilinen bir haram, viski ise bilinmeyen bir haramdır. Bilinenden bilinmeyene kıyas ile intikal edilip viskinin de şarap gibi haram olduğu ispat olunur. Yalnız şarabı inkâr eden küfre düşerken, viskiyi inkâr eden küfre düşmez, sadece dalalete sapmış olur, bunun sebebi de; bu kıyasın içtihad ile yani zann-ı galib ile sabit olmasıdır.
Risale-i Nurların kullanmış olduğu kıyas-ı temsilî ile fakihlerin kullanmış olduğu kıyas arasında çok fark var. Risale-i Nurların temsili kat’iyet ifade ederken, fakihlerin kıyas-ı temsilisi zannîdir yani kat’iyet ifade etmiyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar