"Dünyadaki müteselsil düşman hadisatlara kadar, beşerin küllî istidadına karşı..." Açıklar mısınız; buradaki "dünyadaki müteselsil düşman hadisat" ve "beşerin külli istidad"ından kasıt nedir?
Değerli Kardeşimiz;
Allah’a tahkiki bir şekilde iman ile tevekkül eden adam, hiçbir şeyden korkmaz, hiçbir hadise karşısında titremez. Cesaretin kaynağı hakiki ve sağlam imandır; korkaklığın kaynağı ise imansızlık ve tevekkülsüzlüktür. Kalbinde iman olmayan birisi, bu yüzden her hadise karşısında titret, her musibetten azap duyar.
Mümin, her şeyin tedbir ve dizgininin Allah’ın kudret elinde olduğunu bildiği için, hiçbir şeyden endişe ve telaş etmez. Mümin bilir ki, Allah bir musibeti taktir etmiş ise, bundan kurtuluş yoktur. Yine bilir ki, yazılmamış bir musibeti de hiçbir güç o musibeti başına bela edemez. Bu tevekkül ve düşünce, mümini rahatlatır ve cesur kılar.
Ama kafir, Allah’a ve onun kainattaki tedbir ve iradesine inanmadığı için, her şeyi tesadüfe veriyor. O zaman başına her an bir iş bir musibet gelmesi muhtemeldir. Bu yüzden her şeyde bir endişe, bir telaş duyar. Her hadise karşısında korkar ve titrer. Acaba bu musibet bana dokunur mu der, hayatı zehir olur. Bütün dünya ve içindeki olaylar zinciri itikatsızlar için potansiyel birer düşman ve tehlikedir.
Üstad Hazretleri bu manaya örnek için, Amerika’da olmuş bir olayı anlatır. Kuyruklu yıldız dünyanın yakınından geçince, "Acaba dünyaya çarpar mı?" endişesi ile imanı ve tevekkülü olmayan veya zayıf olanlar çok korkmuşlar, hatta evlerinden çıkmışlar.
Halbuki iman ve tevekkülü olan bir mümin bu olayda şöyle düşünür; "Şayet bu yıldız dünyaya çarpma emrini Allah’tan almış ise, tevekkülden başka yapacak bir şey yoktur; kimse buna engel olamaz. Yok, emir almamış ise, bu yıldız haddini aşıp, vazifesi olmadığı halde, dünyamıza çarpamaz." der, endişe ve telaştan kurtulur.
Evet, hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir.
"Bu temsilde, o mâsum çocuğun imanından gelen kahramanlık gibi, bin senede İslâm taifelerinin birkaç aşiretinin (Türk ve Türkleşmiş milletin) kalbinde yerleşen iman ve itikad cihetiyle, rû-yi zeminde yüz mislinden ziyade devletlere, milletlere karşı imanından gelen bir kahramanlıkla, İslâmiyet ve kemalât-ı mâneviyenin bayrağını Asya ve Afrika'da ve yarı Avrupa'da gezdiren ve 'Ölsem şehidim, öldürsem gaziyim.' deyip ölümü gülerek karşılamakla beraber, dünyadaki müteselsil düşman hadisatlara kadar beşerin küllî istidadına karşı düşmanlık vaziyetini alan o dehşetli şimendiferlerin tehditlerine karşı imanın kahramanlığıyla mukabele edip korkmayan; kaza ve kader-i İlâhiyeye karşı imanın teslimiyetiyle korkmak, dehşet almak yerinde, hikmet ve ibret ve bir nevi saadet-i dünyeviyeyi kazanan, başta Türk ve Arap taifeleri ve bütün Müslüman kabileleri, o mâsum çocuk gibi fevkalâde bir mânevî kahramanlık gösterdikleri gösteriyor ki, istikbalin hâkim-i mutlakı, âhirette olduğu gibi, dünyada da İslâmiyet milliyetidir."(1)
Burada şimendiferler ifadesi, insanlığı tehdit eden her türlü görünen ve görünmeyen tehlikeleri temsil ediyor. Beşerin külli istidadına düşmanlık etmeleri ise, bu tarz akımların insanlığı menfaatperest, çıkarcı ve ahlaksızlığa sürüklemeleridir.
Mesela komünizm, kapitalizm ve faşizm etkisinde kalan insanlık iki büyük dünya savaşına sebebiyet vermiş, milyonlarca insanın ölmesine, acı çekmesine ve aç kalmasına öncülük etmiştir. İnsanlık şayet bu dehşetli izm ve akımların etkisinde kabiliyet ve enerjisini heba etmeyip iyilik ve hayırda kullanmış olsa idi, maddi ve manevi büyük bir terakkinin içinde olur, dünya daha yaşanır daha huzurlu bir gezegen olurdu.
Allah insanlığa hem maddi hem manevi terakki edecek muazzam bir yetenek ve donanım vermiş. İnsanlık bu donanımı hayırda kullanırsa muazzam bir yüksekliğe, şerde kullanırsa çok dehşetli bir alçaklığa düşecek.
(1) bk. Hutbe-i Şâmiye.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü