"Eğer bu Süfyan ve İslâm Deccalı olsa, sen öldüremezsin; eğer o olmazsa, onun suretiyle öldürülmez." Hadisin kaynağı nedir, devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Birinci hadise: Bir zaman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ömer Radıyallahu Anh'a Yahudi çocukları içinde birisini gösterdi, 'İşte sureti.' dedi. Hazret-i Ömer Radiyallahu Anh, 'Öyleyse ben bunu öldüreceğim.' dedi. Ferman etti: 'Eğer bu Süfyan ve İslâm Deccalı olsa, sen öldüremezsin; eğer o olmazsa, onun suretiyle öldürülmez.'"
"Bu rivayet işaret eder ki, onun sureti, hâkimiyeti zamanında çok şeylerde görüneceği gibi, kendisi Yahudiler içinde tevellüt edecek. Gariptir ki, onun suretindeki bir çocuğu katledecek derecede ona hiddet ve adavet eden Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh), o Süfyan'ın en çok beğendiği ve takdir ettiği ve çok defa ondan senâkârâne bahsedeceği bir memdûhu Hazret-i Ömer'le çıkmış."(1)
Bu hadisin devamı ve teferruatı hadis kaynaklarında şu şekilde nakledilmiştir:
(4979) İbnu Ömer (R.A) anlatıyor: “Ömer İbnu’l-Hattab (R.A), ashabtan bir grup içerisinde Resûlullah AS’la birlikte İbnu Sayyâd’a doğru gittiler, Onu, Beni Megâle şatosunun yanında çocuklarla oynar buldular. O sıralarda bülûğa yaklaşmış durumdaydı. İbnu Sayyâd Resul-i Ekrem(asm), eliyle sırtına vuruncaya kadar (onların geldiğini) hissetmedi. Resu-i Ekrem, omuzuna vurup:
“Benim Allah’ın Resûlü olduğuma şehâdet ediyor musun?” diye sordu. İbnu Sayyâd ona bakıp:
“Şehadet ederim ki, sen ümmilerin peygamberisin!” dedi. İbnu Sayyad da Resulullah’a:
“Sen, benim Allah’ın Resulü olduğuma şehadet eder misin?” dedi. Resu-i Ekrem(asm) onu reddetti ve:
“Ben Allah’a ve O’nun resullerine iman ettim!” buyurdu ve sonra sordu:
“Pekiyi, ne görüyorsun?”
“Bana bir doğru sözlü (sadık), bir de yalancı (kâzib) gelmektedir.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem(asm):
“Sana bu iş karıştırıldı! (Sıdkı kizb; kizbi sıdk ile karıştırıyorsun)” buyurdular. Sonra da Resul-i Ekrem(asm) ona:
“Ben senin için (içimde) bir şey sakladım (bil bakalım!) dedi. İbnu Sayyad:
“O dumandır!” diye cevap verdi. Resul-i Ekrem(asm):
“Sus, sen kendi kadrini hiçbir vakit aşamayacaksın!” buyurdular. Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A):
“Ey Allah’ın Resulü! Bana müsaade buyurun şunun boynunu vurayım!” dedi. Resul-i Ekrem(asm) de:
“Eğer (Deccal) bu ise, sen ona musallat edilecek değilsin, eğer bu Deccal değilse onu öldürmekte sana bir hayır yok!” buyurdular.”(2)
Tirmizî, “Ben senin için (içimde) bir şey sakladım (bil bakalım!)” sözünden sonra şu ibareyi ilave etti: “Onun için (içinde) “O halde semanın apaşikâr bir duman getireceği günü gözetle (Habibim)”(Duhan, 44/10) ayetini gizlemişti.”
(4980) Hz. Cabir RA anlatıyor: “İbnu Sayyad, Harre savaşı sırasında kaybedildi.”
Peygamber Efendimiz ile Hz. Ömer arasında geçen "Eğer bu Süfyan ve İslâm Deccalı olsa, sen öldüremezsin; eğer o olmazsa, onun suretiyle öldürülmez." Hadisin tam metni şöyle:
5015 ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللَّهُ عَنْهما قال: ]انْطَلَقَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه مَعَ النّبِيِّ # في رَهْطٍ مِنْ أصْحَابِهِ قِبَلَ ابْنِ صَيَّادٍ، فَوَجَدَهُ يَلْعَبُ مَعَ الْصِّبْيَانِ عِنْدَ أُطُمِ بَنِي مَغَالَةَ وَقَدْ قَارَبَ يَوْمَئِذٍ الْحُلْمَ. فَلَمْ يَشْعُرْ حَتّى ضَربَ # ظَهْرَهُ بِيَدِهِ. ثُمّ قَالَ: أتَشْهَدُ أنِّي رَسُولُ اللَّهِ؟ فَنَظَرَ إلَيْهِ ابْنُ صَيّادٍ. فَقَالَ: أشْهَدُ أنّكَ رَسُولُ ا‘ُمِّيِّينَ. فَقَالَ ابْن صَيّادٍ لِرَسُولِ اللَّهِ #: أتَشْهَدُ أنِّي رَسُولُ اللَّهِ؟ فَرَفَضَهُ. ثُمَّ قَالَ: آمَنْتُ بِاللَّهِ وَبِرُسُلِهِ. ثُمّ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ #: مَاذَا تَرَى؟ قَالَ: يَأتِنِى صَادِقٌ وَكَاذِبٌ فَقَالَ #: خُلِّطَ عَلَيْكَ ا‘مْرُ. ثُمّ قَالَ لَهُ
#: إنِّي قَدْ خَبَأتُ لَكَ خَبِيئاً. فقَالَ ابْنُ صَيَّادٍ: هُوَ الدُّخُّ. فقَالَ #: اِخْسَأ، فَلَنْ تَعْدُو قَدْرَكَ. فقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه: ذَرْنِي يَا رَسُولَ اللَّهِ أضْرِبْ عُنُقَهُ. فَقَالَ #: إنْ يَكُنْ هُوَ فَلَنْ تُسَلَّطَ عَلَيْهِ، وَإنْ لَمْ يَكُنْهُ فََ خَيْرَ لَكَ فِي قَتْلِهِ[. أخرجه الخمسة إ النسائي.وزاد الترمذي بعد قوله: »خَبأتُ لَكَ خَبِيئاً، وَخَبأ لَهُ: يَوْمَ تأتِي السَّمَاءُ بِدُخَانِ مُبين«.»ا‘طمُ« البناء المرتفع.وقوله »اخْسأ« خسأت الكلبُ: إذا طردته
İslam âleminde çıkacak olan Deccal; Süfyan isminde olup resim ve heykelleri bütün resmî dairelerde bulunacak, herkes o resim ve heykellere hürmet ve saygı duymak mecburiyetinde bırakılacaktır. Bu İslam deccalı, Yahudi nüfusunun kalabalık olduğu bir mevkide dünyaya gelecek, en mühim destekçileri de Yahudi ve masonlar olacaktır. Onun en sevdiği ve övdüğü şahıs da Hazret-i Ömer (ra) olacak. Üstad Hazretleri bu hadisin belağat kıvrımlarından bu mânaları tahric edip çıkarıyor.
Peygamber Efendimiz (asm)'in Hazret-i Ömer (ra)‘a, senin onu ona benziyor diye öldürmen caiz olmaz, faraza bu çocuk hakikaten o olsa yine öldüremezsin zira kader buna müsaade etmez, demek istiyor. Zira iman ve küfür çarpışması ve bazen kâfirlerin geçici hâkim olması kaderin değişmez ve değiştirilemez bir kaidesidir. Öldüremezsin demekle bu kaideye işaret ediyor.
Bu hadis hakkında İslam âlimlerinin geniş ve tatmin edici tetkikatı yine aynı eserin devamında şu şekilde geçmektedir:
AÇIKLAMA:
1. Kaydedilen rivayetlerden de anlaşılacağı üzere İbnu Sayyad -ki bazı rivayetlerde İbnu Said diye de geçer- Aleyhissalâtu vesselâm'ın devrinde yaşamış bir Yahudidir. Yaşça küçüktür. Ancak Resulullah'tan sonra da yaşamıştır. Aleyhissalâtu vesselâm onun Deccal olmasından şüphelenmiş ve bunu tahkik etmek istemiştir. Resulullah'ın onun Deccal olduğuna dair şüphe ve araştırmaları, bazı sahabilerde "İbnu Sayyad, Deccal'dir" kanaatini hâsıl etmiştir.
Öyle ki, İbnu Sayyad, hakkındaki şüpheden rahatsızlık duyarak, Mekke'ye giderken Ebu Said'e şöyle dertlenir: "Halk beni Deccal biliyor. Sen Aleyhissalâtu vesselâm'ın "Deccal'in çocuğu olmayacak" dediğini duymadın mı?" "Evet!" cevabını alınca: "Hâlbuki benim çocuğum var" der ve "Resulullah'ın "Deccal, Mekke'ye ve Medine'ye girmeyecek!" buyurduğunu işitmedin mi?" diye sorar. Ebu Said "Evet!" deyince "Ben Medine'de dünyaya geldim. İşte şimdi de Mekke'ye gidiyorum" der. Bazı rivayetler, İbnu Sayyad'ın bu sadedde; "Resulullah'ın "Deccal Yahudiden olacak" buyurdu, ben ise Müslüman’ım" dediğini de kaydeder.
2. İbnu Sayyad meselesi şarihleri çokça meşgul eden bir bahis olmuştur. İbnu Hacer, Kitabu'l-İ'tisam'da bu hususu etraflıca işler. Teferruata girmeyeceğiz. Bahsi daha veciz olarak işleyen Nevevî, ulemanın şöyle söylediğini kaydeder: "Onun kıssası müşkil, durumu ise müştebihtir (karmaşık). Bu kimse meşhur olan Mesih Deccal midir, yoksa başkası mıdır? Şurası muhakkak ki, deccallardan bir deccaldır.
Âlimler şu hususu da belirtmişlerdir: Bu hususta gelen hadislerin zahirine göre Aleyhissalâtu vesselâm'a onun veya bir başkasının Deccal olduğuna dair vahiy gelmemiştir. Ama Resulullah'a Deccal'ın evsafı vahyen bildirilmiştir. İbnu Sayyad'da ise bu sıfatlarla alakalı bazı muhtemel karineler mevcuttu. Bu sebeple Aleyhissalâtu vesselâm, ne onun ne de başkasının Deccal olduğu hususunda kesin hükme gitmemiştir. Hz. Ömer'e: "Eğer o, Deccal olsaydı, sen onu öldürmeye asla muktedir olamayacaktın" demesi de bundandır. İbnu Sayyad'ın: "Ben Müslüman oldum, Deccal ise kâfirdir. Deccal'in çocuğu olmayacak, benim ise çocuğum olmuştur. Deccal Mekke ve Medine'ye girmeyecektir, ben ise Mekke'ye de Medine'ye de girdim" şeklindeki ihticacına gelince, bu sözlerinde onun Deccal olmayacağına delil yoktur. Zira Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Deccal'ın fitnesi ve yeryüzüne çıkışı vaktindeki sıfatlarını haber vermiştir."
3. Şato diye çevirdiğimiz kelimenin aslı ütümdür. Medine'deki, yüksek ve müstahkem binalara denmektedir. Umumiyetle dış duvarları sağlamdır. Eskiden kalma müstahkem yapılardır.
4. Benî Megâle'yi el-Kâdı şöyle açıklar: "Balat'ın nihayetinde Mescid-i Nebevi'yi karşına alarak durdun mu, sol tarafında kalanlar hep Benî Megâle'dir."
5. Rivayette, İbnu Sayyad'ın nübüvvet iddiası mevzubahistir. Buna rağmen Aleyhissalâtu vesselâm onu cezalandırma cihetine gitmemiştir. Hâlbuki peygamberlik iddiası İslamiyet'i inkâr manasına gelen bir suçtur; cezası ölümdür. Buna iki ayrı sebep zikredilmiştir:
* İbnu Sayyad, o sıralarda henüz çocuktu, cezaya ehil değildi.
* Yahudilerle Müslümanların sulh yaptıkları bir döneme rastlamıştır.
Bu sulhtan maksad, Resulullah'ın hicretten sonra Medine'deki Yahudi ve diğer müşrik kabilelerle Müslümanların arasındaki münasebetleri tanzim eden antlaşmadır. Bu antlaşma bir metin halinde yazılı olarak tesbit edilmiştir. Bir kısım müellifler buna "İslam'ın ilk anayasası" demiştir.
Hattâbî'ye göre, "İbnu Sayyad, bu antlaşma mucibince sulh yapılmış olan Yahudilerin bir ferdi idi. Onun kehanet nev'inden yaptığı bir kısım iddiaları Resulullah'a ulaşıyordu. Bu sebeple onun hakkında bir tahkik ve ankette bulunmak istemiş ve bunu yapmıştır: "Ona haber vermeden yaklaşmış, sarfettiği bazı sözleri bizzat işitip tahlil etmeye ehemmiyet vermiştir.
Nitekim bunda muvaffak olmuş, bizzat konuşmuş ve görmüş ki, batıl bir yoldadır ve sihirbazlardan bir sihirbaz veya bir kâhin veya kendisine cinlerin veya şeytanların gelip, bazı kelamları lisanına koydukları bir tiptir."
6. Aliyyu'l-Kârî, Resulullah, İbnu Sayyad'a: "Sana gelenler ne söylüyorlar?" şeklinde soru sormuş olmalıdır. Cevabın da: "Bana getirdikleri haber bazen doğrudur, bazen da yalandan ibarettir" şeklinde olması gerektiğini belirtir.
Keza "Sana bu iş karıştırıldı" ifadesinin altında: "Sana bazan doğru, bazan yanlış haber getirdikleri için sen kizbi sıdk, sıdkı da kizb zannedip bu zıtları birbirine karıştırır hale gelmişsin" manasının yattığını şarihler ifade eder.
7. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), İbnu Sayyad'ın gaybı bilip bilmediğini isbat etmek için, içinden فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأتِي السَّمَاءُ بِدُخَانٍ مُبينٍ ayetini tutar ve ona: "Ne tuttum?" diye sorar. İbnu Sayyad "ed-Duh!" der. Bazı âlimler ed-Duh kelimesinin ed-Duhan'dan gelme bir kelime olduğunu söylemiş ise de, el-Kâdi: "İbnu Sayyad ayetten sadece bu eksik kelimeyi söyleyebildi. Zaten kâhinlerinâdeti de budur. Zaten şeytan semaya haber hırsızlamak için çıkınca, Kur'an'ın haber verdiği şahab atılmazdan önce ne kapabildiyse onu getirebilmektedir" der.
8. Hz. Ömer'in "İbnu Seyyad Deccal'dir" şeklineki kesin iddiasına rağmen, Resulullah'ın sükût etmiş olmasını Beyhakî şöyle tevil eder: "Muhtemelen, Aleyhissalâtu vesselâm onun hakkında mütevakkıftı, yani "Deccal" veya "değil" diye hükme gitmekten geri duruyordu. Ama sonradan kendisine onun değil, başkasının Deccal olduğu hususunda İlahî açıklama gelmiştir. Temîm hâdisesinde olduğu üzere." Nevevî, bu ifade ile Beyhakî'nin "İbnu Sayyad'ın değil, başkasının Deccal olduğu" görüşünü tercih etmiş bulunduğunu belirtir. (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Şerhi)
Hazret-i Ömer (ra) Deccale karşı çok şiddetli ve sert olmasına rağmen, Deccal’ın en sevdiği ve sözlerini kullandığı şahsiyetin Hazret-i Ömer (ra) olduğu beyan ediliyor. Tabiî burada Hazret-i Ömer (ra)’in şiddetle tahkir ettiği şahsiyet, bizzat Deccal’ın kendisi değil, onun suretine benzeyen bir Yahudi çocuğudur. Ona benzeyen birisine böyle şiddet gösteren Hazret-i Ömer (ra), elbette Deccal’ın şahsiyetine karşı daha şiddetli ve müntakim olacaktı.
Yine İbn-u Sayyad hakkında bir rivayette ona; “Sen deccal mısın? diye soruyorlar. O da şöyle cevap veriyor: “Ben deccal değilim. Zira Deccal Hicaz Bölgesi’ne giremeyecek, ben Hicaz bölgesindeyim. Deccal’ın çoluk çocuğu olmayacak, benim çoluk çocuğum var.” Bu da Deccal’ın kim olduğu hakkında mühim iki işarettir.
(1) bk. Beşinci Şua, İkinci Makam.
(2) bk. Buhari, Cenaiz 80, Şehadat 3, Cihad 178, Edeb 97; Müslim, Fiten 85, 95, (2924, 2930); Ebu Davud, Melahim 16, (4329); Tirmizi, Fiten 63, (2250), 56, (2236).
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Memduh kelime olarak birisinden övgü ile bahsetmek manasına geliyor. Süfyan da Hazreti Ömer (ra) hakkında övgü ile bahsedip onun sözlerinden nakiller yapacak demektir. Süfyan İslam tarihinde en çok Hazreti Ömer (ra)'i beğenecek manasına da gelir.
Çıkmak ifadesi, dışarı çıkmak anlamında değildir. Su yüzüne çıkmak, netleşlemek, ortaya çıkmak anlamındadır. Yani bu rivayetin ne olduğu, Hazreti Ömer'in bağlantılı olduğu bir olayla ortaya çıkmıştır, demektir.
"Deccal ile siyasetle mücadele etmeyin" Şeklinde bir hadis mevcut mu; varsa gösterebilir misiniz?
Sualdeki “Deccal ile siyaset ile mücadele etmeyin.” ifadesine İslam Deccalı olan Süfyan için doğrudan olmasa da işaret yoluyla şöyle bir hâdiseyi Üstad şöyle özetliyor:
Burada belli bazı mühim fitneleri yapacağı bildirilmiş bir zat olarak süfyan söz konusu. Yani yapacakları da mukadderdir. Onun daha işin başında öldürülmesi veya tesirsiz bırakılması, o herifin daha icraatlarını yapmadan imhası manasına gelir ki, bu da kader anlayışımızla bağdaşmaz. Yani o zat yapacağını yapacaktır. Buna mani olmanın imkânı yoktur. Dolayısıyla o Süfyan âlem-i İslam’ın mühim bir merkezinde siyaseten galip gelip, birçok icraatlar yapacaktır. Buna mani olmanın imkânı yoktur.
Yukarıdaki hâdiseden, “Süfyana siyaseten galebe edilemez” neticesini çıkarmamız mümkündür. Ayrıca Süfyan âlem-i İslam’ın içinde çıkacağına ve bazı Müslümanları iğfal ederek, aldatarak iş yapacağına göre, onunla siyasî veya silahlı mücadele kardeş kanı dökülmesine, Müslüman’ın Müslüman’a zulmetmesine sebep olacağından, onlarla doğrudan mücadele yerine onun tahribatına tamirle karşılık vermek tarzındaki müsbet hareket esas olmalıdır. Üstadın siyasetten uzak duruşunun bir sebebi de budur.
“Süfyan ile Mehdi’nin aynı zamana denk geleceği ve birbirleriyle mücadele edeceği” hususuna gelince; her asrın, her coğrafyanın mehdi ve süfyan manasına ihtiyacı vardır.
Bu ümit ve korku arasındaki dengeyi tesis etmek ve ataleti def etmek için elzemdir. Bu yüzden, Süfyan ve mehdi hakkındaki rivayetlerin bir kısmı her asırdaki bir çeşit Mehdi ve Süfyan hükmündeki bazı zatlara işaret olabiliyor. Dolayısıyla bu konulardaki hadislerde müphemlik hasseten ve kasden kullanılmıştır. Hayır ve şerrin karşılıklı mücadelesi Hz.Âdem'den bu yana devam ettiğine göre, bu mütekabil kuvvetler birbirinin lazımı gibidir. Dert ve ilaç birlikteliği gibi, süfyanizmin yıkıcılığı olacak ki, mehdinin de tamirinin ve yapıcılığının bir manası olsun.
(1) bk. Buhari, Cenâiz, 80, Cihad, 178; Müslim, Fiten, 85, 86, 95; Tirmizi, Fiten, 63.
İlave bilgi için tıklayınız:
Mehdi ve Risale-i Nur'da Deccal ve Süfyan.