"Ehl-i hakikat, hakikat ve mârifetullahı bulmak için, kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar, tâ kalb dağılmasın..." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Güneş gibi bir iman lâzım ki, herşeyde, her vaziyette, herbir harekette kader-i İlâhî ve kudret-i Rabbâniyenin izini, eserini görsün, tâ o zulm-ü zulmette kalb boğulmasın, iman sönmesin; akıl, tabiat ve tesadüfe saplanmasın.

Hattâ ehl-i hakikat, hakikat ve mârifetullahı bulmak için, kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar, tâ kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarf etmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki, lüzumsuz fâni şeylerde telef olmasın. Hattâ bu ehemmiyetli sırdandır ki, din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım Sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, Selef-i Salihînden başka, siyasetçi, ekserce tam müttakî dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttakî olanlar, siyasetçi olmazlar" (Emirdağ Lâhikası-I, 30.Mektup)

Burada asıl mesele, insanın afakını ve nazarını tevhidden uzaklaştıran siuasetin amansız ve acımasız yüzünü ortay çıkarmaktır. Üstadımız da siyasetle uğraşacak kişilerin ya zühd-ü kalbi sahipleri olmaları gerektiğini, ya da bu sıkıntılar içerisinde muhakkak boğulacağını özellikle ifade ediyor. Şimdiki siyasetin insanın ruhuna, kalbine ve aklına ciddi yaralar açtığını ve asıl vazifesinden uzaklaştırdığını ilan eder. Bu konuda üç cümleyi aşağıya alıyoruz.

"Hem iman ve hakikat noktasında bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünki gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakikî vazife-i insaniyeti ve âhireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hâdiseler, kalbi de boğuyor." (Emirdağ Lâhikası-I)

"Evet bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azab içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-ı ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı." (Kastamonu Lâhikası)

"Siyaset-i hazıra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytanet içine girmiş ki, vesvese-i şeyatîn hükmüne geçmiştir." (Sözler)

Bahsin devamında da ehl-i hakikatin, hakikati ve İlahi marifeti hakkıyla alabilmeleri için kainattaki varlıkları ya unutmak ya da onları Allahı bildiren ve gösteren birer ayna hükmünde hatırlamak mesleklerine süluk etmişlerdir. Risale-i Nurlar hakikat mesleğinde gittikleri için, mevcudata ayna nazarıyla bakıp, marifetullahın derinliklerine dalma noktasında istihdam etmiştir.

Bir kısım ehl-i tasavvuf ise, bunları ayna olark istihdam edemediği için perde olabilirler diyerek bu mevcudatı inkar etmeye kadar gitmek mecburiyetinde kalmışlardır. "Allah'tan başka varlık yok" diyerek varlıkları unutmaya çalışmışlardır. Böylece huzur-u daimiyi kazanmaya bir yol bulmuşlardır. Bunlara Vahdet-i Vücut mesleği denilmektedir.

Vahdet-i vücut mesleğinde gidenler, bütün nazarlarını ve dikkatlerini Allah’a hasr ettikleri için, eşyanın, yani kesret âleminin Allah’a olan hasr-ı nazarı bozmaması için, eşyanın vücutlarını yok sayıp, inkar ediyorlar. Zira bu meşrebe göre eşya ve kesret, Allah ile kul arasında bir engel ve bir perde hükmündedir. Huzur-u İlahiye ye set çeken bir mâniadır. Bu sebepten dolayı, eşyanın vücutlarını inkâr etmişler. Ama eşyanın hakikati sabit olmasından, hata etmişlerdir.

Kur'an’ın elmas kılıcı ise, bu kalın tabiat ve gaflet perdelerini yırtıp, her bir şey üstünde Allah’ın marifet nurlarını gösteriyor. Her bir eşyanın üstünde, O’nun terbiye ve tedbirini zahir kılıyor. Bu yüzden, ayetler insanlık için tek çıkış yoludur. Diğer meşrepler bir yere kadar gidiyor, ondan sonra tıkanıyor ve hakiki huzuru, marifeti tam temin edemiyor. Bunun içindir ki, Üstad, nazarını direkt Kur'an’a çevirmiş ve oradan aldığı feyiz ve nurları bize aktarmıştır.

Ek bilgi için tıklayınız:
- Üstad Hazretleri, bu zamanda siyasetin hizmetimize zarar vereceğinden bahsediyor, siyasete girmenin ölçüsü ne olmalı, siyasete girip de dine hizmet edilebilir düşüncesi şeytanın oyunu mudur?

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 4.652
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...