"Ehl-i Hakikat" ile "Ehl-i ilim" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Ehl-i Hakikat; İslâm’dır. Zira İslâm’ın her bir esası bir hakikat üstüne bina olmuştur. Mesela, zekât içtimaî hayatın bir hakikatidir. Namaz rububiyet ve ubudiyetin bir hakikatidir. Oruç nefsin terbiye edilmesinde mühim bir esastır. Ahiret bütün haşmeti ile en büyük bir hakikattir vs. Bütün bunlara iman edip taraftar olanlara ehl-i hakikat denir.
Hakikat ilmi, tarikat ve tasavvuf mesleğine girmeden doğrudan ve vehbi bir şekilde, imana dair meselelerin kalp ve ruhta inkişaf etmesidir. Kul bu cihette aczini ve fakrını şefaatçi yapıp doğrudan dergâh-ı İlahi’yeye iltica ederek, hakikatlerin inkişafını talep ediyor. Allah da kulun bu aczi ve fakrı hürmetine ona vehbi bir şekilde hakikatleri en parlak bir tarzda açıp ihtar ve ilham ediyor. Sahabelerin, müçtehitlerin ve müceddidlerin yolu bu minval üzeredir. Risale-i Nurların yolu da aynı şekildedir. Ehl-i Hakikati bu şekilde anlamak mümkündür.
Ehl-i İlim: İslâm ilimlerine vakıf olan âlimlere denir.
Ehl-i ilim ise, medresede akli bir şekilde hakikatlere ulaşma çabasıdır ki, bu da hakikat mesleğine nispeten eksik ve noksan bir tarzdır. İbn-i Arabî’nin Fahrettin Razi’ye "Allah’ı bilmek varlığını bilmenin gayrıdır" demesi bu inceliğe işaret etmek içindir.
Hakikat ilmi ve kelam ilminin farkına Üstad Hazretleri şu şekilde işaret ediyor:
"Bazı Sözlerde ulema-i ilm-i kelâmın mesleğiyle, Kur’ân’dan alınan minhâc-ı hakikînin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki:"
"Meselâ, bir su getirmek için, bazıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısım da, her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir, tıkanır, kesilir. Fakat her yerde kuyuları kazıp su çıkarmaya ehil olanlar, zahmetsiz herbir yerde suyu buldukları gibi, aynen öyle de:"
"Ulema-i ilm-i kelâm, esbabı, nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyetiyle kesip, sonra Vâcibü’l-Vücudun vücudunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur’ân-ı Hakîmin minhâc-ı hakikîsi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Herbir âyeti, birer asâ-yı Mûsâ gibi, nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor. وَفِى كُلِّ شىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ (Her şeyde Allah’ın birliğini gösteren bir delil vardır.) düsturunu her şeye okutturuyor.""Hem iman yalnız ilim ile değil; imanda çok letâifin hisseleri var. Nasıl ki, bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlimle gelen mesâil-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis, ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa noksandır. İşte, Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin Râzî’ye bu noktayı ihtar ediyor."(1)
(1) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü