İlk önce iman hakikatleri mi yoksa Ehl-i sünnet itikadı mı? İman hakikatlerinin delillerini öğrenmek hakiki iman mıdır? Ehl-i sünnet âlimleri, iman hakikatlerinin delillerinin araştırılmasına veya öğrenilmesine karşı mıdır?
Değerli Kardeşimiz;
Selef-i salihin âlimlerinin men edip yasakladığı ilm-i kelam, aklı ve felsefeyi esas alan Mu’tezile mezhebinin kelamıdır. Yukarıda vermiş olduğunuz ifadelerin tamamı da Mu’tezilenin fikrine karşı söylenmiş ifadelerdir.
İmam-ı Eşarî ve Maturudî’nin imamları olduğu ehlisünnet anlayışı ile meşgul olmak büyük bir fazilettir ve sevaptır. Hatta itikadı sağlam yollardan öğrenmektir.
Meseleye sathî bakanlar, ekseriyetle Ehl-i Sünnet itikadı ile Mu’tezile anlayışını birbirine karıştırıyorlar. Ehl-i Sünnet itikadı ve kelam anlayışı vahye dayanırken, Mu’tezilenin kelam anlayışı akıl ve felsefeye dayanmaktadır. İlk önce Mu’tezile kelamı ortaya çıktığı için, tabiî olarak o devrin selef-i salihinleri ona karşı sert bir tepki göstermişlerdir.
"Ehl-i sünnet itikadını iyi öğrenmeden önce, ilmi kelam ile uğraşmanın zararı bilinseydi, kelam ilmi ile uğraşmaktan, aslandan kaçar gibi kaçınılırdı." (1)
İmam-ı Şafiî Hazretlerinin bu tepkisi Mu’tezile kelam anlayışına karşıdır. Çünkü onun döneminde Sünnî kelam anlayışı henüz tedvin edilmemişti. Şayet tedvin edilmiş olsa idi, batıl fikirlerle mücadelede en büyük mücadeleyi o verirdi.
Tasavvuf ekolünün her zaman medrese ile bir rekabeti olmuştur. Tasavvuf merkeze kalbi alıp aklı ihmal ederken, medrese ekolü de aklı esas alıp kalbi ihmal etmiştir. Halbuki Kur’an’ın metodu hem kalbi hem de aklı beraber ve bir muvazene içinde işletmektir. Sahabe mesleği de bu minval üzere hareket ediyor.
Beşerin maddî ve manevî terakkisini, dünyevî ve uhrevî saadetini temin noktasında dinî ilimler ile fen ilimlerini birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir.
Sadece müsbet ilimler ile meşgul olmak ve o sahada ilerlemek insanı saadete götürmez. Hakiki terakki hem maddî hem de manevî ilimlerin beraber yürütülmesine bağlıdır. Sadece maddî sahada veya yalnız manevî sahada terakki kâfi değildir. Üstad Hazretleri bu hakikati Münazarat adlı eserinde şöyle ifade etmektedir:
“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinde taassub, ikincisinde hile, şübhe tevellüd eder.”
Evet, eğitim ve öğretimde, sadece akıl ve fen ilimleri nazara alınırsa, genç nesiller şüpheci ve isyankâr; yalnız dinî ilimler yani kalb nazara alınırsa, o zaman da mutaassıp olurlar.
Bir milletin hakiki saadeti ve bahtiyarlığının anahtarı; dînî ve fennî ilimleri birlikte tahsildedir
Cihanda aziz olmak, maddî ve manevî terakki etmek istiyorsak, iman ve fazileti, ilim ve serveti bir merkezde cem etmeliyiz. Her şeyden feragat edilse bile imandan, faziletten, ilimden ve irfandan feragat edilemez. Zira her iki hayatın huzur ve saâdeti, izzet ve şerefi bunlarla kaimdir. Efkâr-ı ulviye sahibi insanları ancak bu hakikatler işba’ edebilir.
Yalnız maddî terakkiye ehemmiyet verilip, iman ve ahlâk ihmal edilirse o cemiyet manevî ve ruhî inkıraza maruz kalır. İnsanlar birbirinin maddî ve manevî hukukuna tecavüz eder, cemiyetin nizam ve intizamı bozulur. Maneviyattan mahrum olan insanlar, ilim ve fennin derinliklerine vakıf oldukları ve hatta onun zirvesine çıktıkları halde hakiki saadeti elde edememişlerdir. Demek ki, dinî ve fennî ilimleri birlikte elde eden bir millet hakiki saadete ve bahtiyarlığa nail olur.
Bir milletin ebed-müddet payidar olması; kalplerin imanla intibaha getirilmesi, ruhların ahlâk-ı hasene ile teçhiz edilmesi ve akılların nur-u irfanla tenvir edilmesine bağlıdır. Maneviyatla teçhiz edilmeyen bir millette şecaat, kahramanlık ve fedakârlık olamaz. Gençlerimizi de sefahet ve sefaletin tahakkümünden ancak bu hal ile muhafaza edebiliriz.
Bu bakımdan, tasavvuf ayağı ile elde edilen velayet-i suğra küçük velayet; hem aklı hem kalbi beraber işlettiren sahabe mesleği olan velayet-i kübra da büyük velayet olarak ifade edilmiştir. Velayet-i suğra mesleği olan tasavvuf ile elde edilen en büyük makam velayet-i kübra mesleği ile elde edilen en küçük makama yetişemiyor.
Risale-i Nur hem aklı hem kalbi hem diğer latifeleri işletirme ve inkişaf ettirme hususunda velayet-i kübra mesleği üzere gidiyor.
Tasavvuf ekolünün zikri, sadece virdlere tahsis etmesi noksandır ve kâfi değildir. Zikir Kur’an'da çok geniş bir mânada kullanılmıştır. Mesela namaz en büyük bir zikirdir. Tefekkür en mühim bir zikir ve nafile ibadetlerin en efdalidir. Kur’an da bir zikirdir. Tilavet-i Kur’an zikirlerin efendisidir. Zikir, Allah’ı hatırlamak, O’nu anmak, isim ve sıfatlarını her varlık üzerinde okuyabilmektir. Kısaca Allah’ı hatırlatan her şey zikirdir.
Tarikatların vird ettikleri teşbihler, zikrin bir dalıdır, tamamı değildir. Hatta İbn-i Teymiye gibi bazı müfrit âlimler tarikat ve tasavvufu ve onlardaki bir takım zikir ve virdleri bid’at olarak değerlendiriyorlar. Tabiî biz buna katılmıyoruz.
Aklı esas alan kelam ilmi ile kalbi merkeze koyan tasavvuf yolu her ne kadar güzel, parlak ve büyük hizmetlere vesile olmuş olsalar da minhac-ı hakiki, cadde-i kübra olan Kur’an yoluna nisbetle eksik ve noksandırlar.
Kur’an ve kelam ilminin farkına Üstad Hazretleri şu şekilde işaret ediyor:
"Bazı Sözlerde ulema-i ilm-i kelâmın mesleğiyle, Kur’ân’dan alınan minhâc-ı hakikînin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki: Meselâ, bir su getirmek için, bazıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısım da, her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir, tıkanır, kesilir. Fakat her yerde kuyuları kazıp su çıkarmaya ehil olanlar, zahmetsiz herbir yerde suyu buldukları gibi, aynen öyle de:"
"Ulema-i ilm-i kelâm, esbabı, nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyetiyle kesip, sonra Vâcibü’l-Vücudun vücudunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur’ân-ı Hakîmin minhâc-ı hakikîsi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Herbirâyeti, birer asâ-yı Mûsâ gibi, nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor. وَفِىكُلِّشىْءٍلَهُاٰيَةٌتَدُلُّعَلٰىاَنَّهُوَاحِدٌ (Her şeyde Allah’ın birliğini gösteren bir delil vardır.) düsturunu herşeye okutturuyor."
"Hem iman yalnız ilim ile değil; imanda çok letâifin hisseleri var. Nasıl ki, bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlimle gelen mesâil-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa noksandır. İşte, Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin Râzî’ye bu noktayı ihtar ediyor."(2)
Risale-i Nur kelam ilmine ait kifayetsiz ve zor anlaşılan aklî delilleri esas almadığı gibi, tasavvufun işrak felsefesine de bel bağlamıyor. Risale-i Nur minhac-ı hakiki olan Kur’an’ın yoluna ve usulüne sarılmıştır. Risale-i Nur'un yüksek iman derslerini dinleyenlerin aklı, kalbi diğer bütün latifeleri de mutmain olurlar. Zira Risale-i Nur hem aklı hem de kalbi esas alan ve ikisini de tekâmül ettirip tatmin eden sahabe mesleğidir.
Ehl-i sünnet âlimlerine göre taklidî iman ma’kul ve caiz olmakla birlikte, delilsiz olduğu için zayıftır, yani tahkikî değil, taklidîdir. Dolayısı ile Ehl-i Sünnet âlimlerinin iman hakikatlerinin delillerinin araştırılmasına veya öğrenilmesine karşı olmaları söz konusu değildir. Böyle bir düşünce ve sual safsatadan ve cehaletten başka bir şey değildir. Aksine imanın delillerini aramak ve öğrenmek farzdır.
Kur’an’da binlerce ayet bu tarz deliller ile imanı takviye ederken, kalkıp da "delil araştırmak gereksizdir" demek Kur’an’a da zımnî bir hakarettir. Böyle bir iddia içinde olanlar Rahman Sûresini hiç mi okumamışlar. Allah Kur’an’da birçok ayetinde imana, kâinatı delil gösteriyor.
Misal olarak Rahman suresinin mealini aşağıya alıyoruz:
1. Rahmân (çok merhametli olan Allah).
2. Kur'ân'ı öğretti.
3. İnsanı yarattı.
4. Ona beyanı öğretti.
Surenin başındaki bu bir satırlık kısım, muazzam bir hakikati ders vermektedir: Sonsuz rahmet sahibi Allah, şefkatle yaratıp kemale erdirdiği insana olan rahmetini tamamlamak için Kur’ân’ı göndermiş, onu cehalet ve dalâlet karanlıklarından kurtarmıştır. Hitabı olan Kur’ân’ı anlaması için, yarattığı bu insana düşünüp ifade etme kabiliyeti vermiştir.
5. Güneş ve ay bir hesap ile hareket ederler...
6. Yıldızlar ve bitkiler hep secdededirler...
7-8. Göğü bu ahenkle O yükseltti ve bu mizanı koydu ki siz de ders alıp ölçü dışına taşmayasınız.
Bu uçsuz bucaksız ve gayet intizamlı kâinat içinde fezada dolaşan; hızları, kütleleri ve yörüngeleri, mihverleri farklı milyonlarca yıldız, pek ince bir nizama tâbi olmasalardı her şey bir anda yok olurdu. Halbuki milyonlarca yıldan beri bu muazzam hareket ve akıl almaz faaliyete rağmen, hiçbir intizamsızlık olmamıştır.
9. Öyleyse siz de tartıyı adaletle yapın, sakın teraziyi, dengeyi aksatmayın.
10. Allah yeryüzünü de canlı yaratıklar için alçaltıp döşedi.
11-12. Orada meyve çeşitleri, salkımlarla dolu hurma ağaçları, saplı ve yapraklı hububat ve hoş kokulu bitkiler vardır.
13. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
14. İnsanı kiremit gibi pişmiş çamurdan yarattı.
15. Cinni ise hâlis ateşten yarattı.
16. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
17. O hem iki doğunun, hem iki batının Rabbidir.
İki doğu ile iki batı; kış ve yaz günlerinin en kısa ve en uzun günleri olabilir. Yahut dünyanın yarıküresidir. Güneş bir yarıkürede doğarken, diğer yarıkürede batar. Âyet şunları düşündürür:
a. Güneş, Allah’ın emriyle doğar ve batar; bu doğup batma, her gün farklı açılarla vâki olur.
b. Dünyanın da güneşin de Rabbi O’dur. Bunların ayrı ayrı sahipleri olsaydı, bu muvazene ve muadele olmazdı.
c. Doğu, batı ve ikisi arasındaki her şeyi yaratan Allah’tır. Kâinatın hikmetli nizamının sahibi O’dur.
18. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
19. O iki denizi salıverdi, birbirine kavuşurlar.
20. Fakat aralarında bir engel bulunduğundan, birbirinin sınırını aşmazlar.
21. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
22. Onların her ikisinden inci ve mercan çıkar.
23. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
24. Denizde koca dağlar gibi yüzen gemiler O’nundur.
Denizleri yaratan, suya kaldırma hususiyetini veren ve gemileri yapan insanlara zekâ, güç ve kuvvet veren Allah’tır.
25. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
26. Yerin üstünde olan herkes fanidir.
27. Ancak senin azamet ve kerem sahibi Rabbinin Zatı baki kalır.
28. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
29. Göklerde olan, yerde olan herkes, ihtiyaçları için O’na yalvarır (bütün bunları gerçekleştirmek için) O, her an yeni tecellilerle iş başındadır.
30. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
31. Hele az bekleyin, ey cin ve ins topluluğu! Yakında sizin de sıranız gelecek!
32. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
33. Ey cin ve ins topluluğu! Yapabilirseniz haydi göklerin ve yerin hududundan geçin bakalım!
Ama geçemezsiniz, ancak üstün bir güç, kuvvetli bir delil ve ilimle geçebilirsiniz.
34. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
35. Üzerinize ateşler, duman alevleri gönderilir de artık kendinizi savunamazsınız.
36. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
37. Gök yarılıp kızıl sahtiyan gibi kıpkırmızı bir güle dönüştüğünde öyle müthiş işler olacak ki!
38. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
39. Artık o gün insanlara ve cinlere günahları sorulmaz. Herkesin siması, suale hacet bırakmaz.
40. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
41. Suçlular simalarından tanınırlar, perçemlerinden ve ayaklarından tutulup yaka paça cehenneme atılırlar.
42. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
43. Ve onlara: “İşte suçluların yalan saydıkları cehennem!” denilir.
44. Onlar cehennem ile kaynar su arasında devamlı gidip gelirler.
45. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
46. Rabbinin huzuruna çıkmaktan endişe duyan mümine iki cennet var.
47. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
48. Her iki cennet de çeşit çeşit ağaçlarla doludur.
49. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
50. İkisinde de akıp giden iki pınar vardır.
51. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
52. İkisinde de her çeşit meyveler, çift çift vardır.
Her meyveden, yaşı da kurusu da yahut dünyada bilineni de bilinmeyeni de vardır.
53. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
54. O cennetlikler, astarları kalın atlasdan döşeklere yaslanırlar. Her iki cennetin devşirilecek meyveleri, hemen ellerinin altında olacaktır.
55. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
56. O cennetlerde gözleri eşlerinden başkasını görmeyen, tatlı bakışlı öyle güzeller vardır ki, daha önce cin ve insanlardan hiç kimse kendilerine dokunmamıştır.
57. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
58. O hanımlar parlaklıkta sanki yakut ve mercandırlar.
59. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
60. Öyle ya, iyiliğin neticesi iyilikten başka mı olacaktı!
61. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
62. Bu ikisinden başka, onların ikişer cenneti daha vardır.
63. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
64. Bunlar da yemyeşildir.
65. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
66. Bunlarda da kaynayan iki pınar var.
67. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
68. Bunlarda da meyveler, hurmalar, narlar...
69. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
70. Onların da içinde iyi huylu, güzel hanımlar.
71. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
72. Otaklarda eşlerine hasredilmiş güzeller.
73. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
74. Öyle güzeller ki daha önce insanlardan ve cinlerden kimse kendilerine dokunmamıştır.
75. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
76. Beyleri yeşil yastıklara ve hârikulade güzel güzel döşemelere yaslanırlar.
77. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
78. Azamet ve kerem sahibi olan Rabbinin adı çok yücedir, çok yüce!
Bütün bu ayetler -ki ayetin kendi de delil demektir- imanı kuvvetlendirmek, sağlama almak, akıl, kalb, ruh gibi duyguları tatmine ulaştırmak içindir. Hal böyle iken, imana delil aramak doğru değildir demek ne kadar cahilce ve ahmakça bir düşünce olduğunu anlayın.
Dipnotlar:
(1) bk. Allame Aliyyü'l-Kari, El-Fıkh-ı Ekber.
(2) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü