"Elhâsıl: Her birisi birer güneş olan Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam ile Furkan-ı Ahkem ki..." diye başlayan cümledeki mukayeseli değerlendirmeyi biraz açıklar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Elhasıl: Her birisi birer güneş olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile Furkan-ı Ahkem ki;"

"Biri: Âlem-i Şehadetin lisanı olarak bin mu’cizat içinde bütün enbiya ve asfiyanın taht-ı tasdiklerinde İslâmiyet ve risalet parmaklarıyla işaret ederek bütün kuvvetiyle gösterdiği bir hakikati,"

"Diğeri: Âlem-i Gaybın lisanı hükmünde, kırk vücuh-u i’câz içinde, kâinatın bütün ayat-ı tekvîniyesinin taht-ı tasdiklerinde, hakkaniyet ve hidayet parmaklarıyla işaret edip bütün ciddiyetle gösterdiği aynı hakikati, acaba o hakikat, güneşten daha bahir, gündüzden daha zahir olmaz mı?"(1)

Bu derste sözü edilen hakikat Lâ ilahe illâ hu” yani Ondan başka ilah yoktur” hakikatidir.

Bu hakikat hem Âlem-i Şehadetin, hem de Âlem-i Gaybın lisanıyla ders verilmektedir.

Peygamber Efendimiz (asm.) tevhid hakikatini, bu şehadet âleminin bir lisanı olarak ilan etmiş ve bu davasına delil olarak bin mucize göstermiş; ayrıca bu davaya bütün enbiya ve asfiya da tasdik ile imza atmışlardır.

Kur’ân-ı Kerim ise, gayb âleminin lisanı olarak tevhidi bütün insanlara ders vermiş, kırk vecihle mucize oluşu bu davasının hakkaniyetine delil olduğu gibi, bu kâinattaki bütün mahlukat da birer tekvinî ayet olarak aynı davayı ilan etmişlerdir.

Her şeyin her şeyle bağlı olduğu bu kâinatta, her bir mahlûk bir kudret mucizesidir ve onu yaratan ancak bütün kâinatın Hâlık’ı olabilir.

Başta Peygamber Efendimiz (asm.) olmak üzere bütün peygamberler, bütün evliya ve asfiya tevhidi ilan ederken, bu kâinatın sahibi, Kur’ân lisanıyla, aynı hakikati ilan ve isbat ettiği halde ve kâinattaki her bir mahluk da bu davaya ayrı birer şahit iken, tevhid hakikatini bütün akıllara ve kalplere gösteren bu iki hidayet güneşine kim karşı çıkabilir?!.

Peygamberimizin (asm) İslâmiyet ve risalet parmaklarıyla işaret ederek bütün kuvvetiyle gösterdiği”, Kur’ân-ı Kerim’in de “hakkaniyet ve hidayet parmaklarıyla işaret edip bütün ciddiyetle gösterdiği” bir hakikatin aksini kim iddia edebilir?!.

Evet, “İslâmiyet ve risalet parmakları” devamlı olarak tevhidi işaret etmiştir.

İslamiyet, esas olarak şirki ortadan kaldırmış yerine tevhid inancını getirmiştir. Zira o hidayet güneşinden önce de insanlar bir yaratıcının varlığına inanıyorlardı, ama bunu putlarda, yıldızlarda, nehirde, zamanda hatta bazı hayvanlarda arıyorlardı. İslamiyet, Allah’ın birliğini, her şeyi onun yaratıp yine onun terbiye ettiğini, hiçbir varlıkta onun ihsan etmediği bir güç, bir kuvvet bulunamayacağını, bütün hayırların onun elinde olduğunu çeşitli yönleriyle ve defalarca ortaya koymuş, insanların kalplerinden şirkin bütün çeşitlerini söküp atmıştır.

Resul-i Ekrem Efendimizin (asm) risalet vazifesinin en birinci maddesi bu olmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm de “hakkaniyet ve hidayet parmaklarıyla” aynı hakikate işaret etmiş ve göstermiştir. Şöyle ki:

Kur’ân-ı Kerîm, insanları her hususta “sırat-ı müstakime hidayet etmiş”, her türlü muamelenin ve davranışın hak olan cihetini gösterdiği gibi, iman ve ibadetin de doğru şeklini insanlara ders vermiştir. Baştan sona bir hidayet güneşi olan bu İlahi Ferman’ın da en büyük esası tevhidi ilan ve isbat etmek olmuştur.

Kur’ân’ın bir hülasası olan Fatiha suresinde bu hakikat bütün berraklığıyla ortaya konulmuştur:

Önce bütün hamd ve senanın ancak Allah’a mahsus olduğu beyan edilmiş, sonra bunun bir isbatı olarak bütün âlemleri onun terbiye ettiğine dikkat çekilmiştir. Rahmâniyet ve rahîmiyetin de ondan başkasında bulunmadığı, bütün amellerin hesabının görüleceği “din gününün” sahibinin de ancak o olduğu beyan edildikten sonra, “Yalnız sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.” buyurulmuş, böylece hem uluhiyetin hem de mabudiyetin ancak Allah’a mahsus olduğu çok veciz bir şekilde ders verilmiştir.

1) bk. Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...