"Erkân-ı imaniye altıdır. İman-ı billâhtan başka, iman-ı bi’l-yevmi’l-âhir gibi rükünler var. Bu rükünler ise, mümkinatın vücutlarını ister. O muhkem erkân-ı imaniye hayal üstünde bina edilmez." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Vahdet-i Vücud mesleğinde; Allah’a hasr-ı nazar etmek hükmettiği için, İbn-i Arabî bütün dikkat ve nazarını Allah’ın Zât’ına tevcih ediyor.
Vahdet-i Vücud: “Lâ mevcude illâ hu” cümlesinde ifadesini bulan, bütün masivayı inkâr edip, sadece Allah’ın varlığına hasr-ı nazar eden bir tasavvuf meşrebidir. Yani Vahdet namına kesreti, Allah namına kâinatı inkâr etme mesleğidir.
Bu meslekte gidenleri böyle bir tarza sevkeden sebep ise, kesret ve eşyanın Allah’a olan huzuruna mâni olmasıdır. Huzuru yani, Allah’ın huzurunda olduğu hissini kazanmak için eşyanın ve kâinatın mevcudatını yok sayıyorlar. Nazarlarını sadece Allah’ın varlığına teksif ediyorlar. Hatta Allah’ın varlığında öyle fani oluyorlar ki, O’nun diğer isim ve sıfatlarını bile akıllarına getirmiyorlar. Tabiî bu tarz meslek, kalbî ve hissîdir; aklın mizanlarıyla tartılmaz. Şayet aklen ve muhakeme ederek bu tarzı müdafaa etse, mes’ul olur.
Ehl-i Sünnet, Allah’ın dışında, eşyanın ve mahlûkatın da varlığını kabul etmiştir. Vahdet-i vücud, manevî yol kat’ etme esnasında bir cezbe ve sarhoşluktur; muhakeme ve aklın iptalidir.
Allah’ın varlığının şiddetinden, diğer varlıkların zayıf vücutlarını fark edemiyor ve yoktur, diyorlar. Bu meslek, akıldan ziyade, halî ve kalbî bir meslektir. Onun için aklın mikyası ile tartılamaz. Bunu anlamayan bazı zahirî âlimler, İbn-i Arabî hazretlerini tekfir etmişlerdir.
Sadece Cenab-ı Hakk’ın varlığını kabul edip, eşyanın varlığını kabul etmemek, ehl-i Sünnetin mühim bir kaidesi olan; “Eşyanın hakikati sabittir” hükmünü ihlaldir. Bu noktada vahdet-i vücud mesleği hak olan Ehl-i Sünnetin görüşüne muhaliftir.
İkinci husus, Allah’ın varlığının dışında isim ve sıfatlarının tecellilerini kabul etmemek gibi tehlikeli bir durum ortaya çıkıyor. Sadece Allah’ın varlığında fani olmak, diğer isim ve sıfatlarını okumamak, kâmil bir imanı vermiyor. Arzı, semâyı, cennet ve cehennemi, melekleri ve ruhaniyatı, arşı ve kürsîyi, kısacası bütün varlık âlemini birlikte düşündüğümüzde bütün bu kesret âleminin aynı İlâhî sıfatlarla yaratıldıklarını müşahede ederiz. Sonsuz eşya yedi sıfatta tevhid eder. Hepsi aynı irade ile aynı kudret ile vücud bulmuşlardır. Bu yedi sıfat ise aynı Zât’ın sıfatlarıdırlar. İlim başkasının da irade başkasının olamaz. Bu noktaya geldiğimizde, karşımızda kelime-i tevhidi buluruz: Lâ İlâhe illâllah...
"Allah’tan başka hiçbir şey yoktur." hükmü, belki tevhidde bir istiğraktır, yani Allah’ın Zât’ında kaybolmak ve onda fena bulmak halidir, yoksa ilmî bir şey değildir. Şayet bu manevî hali, ilmî bir surete çevirmeye çalışırsak, işin içinden diğer rükünleri inkâr mânası çıkar. Bu sebeple “La mevcuda illa hû” demek, sadece manevî ve halî bir durumun dar ve kısır bir ifadesidir, ilmî ve aklî bir hakikat değildir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü