"Esmâ ve sıfât-ı İlâhiyeyi, şuûn ve ef'âl-i Rabbâniye bir şecere-i tûbâ-i nur hükmünde" ile "birbirine uygun, birbirine lâyık, birbirini kırmayacak, birbirinin hükmünü bozmayacak bir sûrette" ifadelerini izah eder misiniz?

Soru Detayı
- Üstadımızın misal olarak verdiği âyet-i kerîmeleri de esas alarak bu bahsi biraz açıklar mısınız?
Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Allah’ın zâtını bilmek kendisine mahsustur. İnsan aklı Allah’ın bir mahlûkudur ve çok sınırlıdır. Bu sınır, aklın kendi mahiyetini bilemeyişinden başlar, Allah’ın zâtını bilememeye kadar uzanır. Üstad'ın ifade ettiği gibi,

“Hakikat-ı mutlaka mukayyed enzar ile ihata edilmez...”(1)

Allah’ın bütün sıfatları mutlaktır, kayıt altına girmez; nihayetsizdir, tecellî etmekle onlarda hiçbir azalma düşünülemez. Ezelîdir, evveli yoktur; ebedîdir, sonu yoktur.

Her mahlûk gibi akıl da kayıtlıdır, evveli vardır, bilgisinin son bulacağı âhiri de vardır.

Biz, Allah’ın zâtını bilemiyoruz, ama bütün kalbimizle inanıyoruz ki, Allah ancak Kur’ân'ın tarif ve izah ettiği gibidir.

“Hiçbir şey O’nun misli gibi değildir.” Yani o, insan elinin yaptığı putlara benzemekten münezzeh olduğu gibi, insan fikrinin mahsulü olan hayalî mabutlara benzemekten de münezzehtir.

Onun bütün sıfatları muhittir, tecellileriyle bütün mahlûkatı ihata etmişlerdir. En büyük gibi en küçük mahlûk da onun eseridir. Hayırları o yarattığı gibi şerleri de yine o yaratmıştır.

Ve o, her eserini bütün hususiyetleriyle bilir. Onları bilerek yarattığı gibi, onlarda kendi ilim, irade ve kudretiyle daima tasarrufta bulunur. Onun birliği ve şerikten münezzeh oluşu da bunu iktiza eder.

Allah, “hem Evvel, hem Âhir, hem Zâhir, hem de Bâtın’dır.” Bu Söz'de misal olarak alınan âyet-i kerîmelere bu gözle baktığımızda şunu görüyoruz:

“...Allah kişi ile kalbi arasına gider...” (Enfâl, 8/24)

“Daneleri ve çekirdekleri çatlatan Allah…” (En’âm, 6/95)

“Annelerinizin rahimlerinde size kendi dilediği gibi şekil veren de odur...” (Âl-i İmrân, 3/6)

Allah, kişinin bedenini bilerek yarattığı gibi, ondaki bütün icraatları da yine bilerek ve hikmetle yaratır. Onun bu muhit ve nâmütenahi ilmi, kişinin kalbinden geçenleri de bilmesini gerektirir.

“Allah, kişi ile kalbi arasına girer.” âyeti bize bu dersi verdiği gibi, bu icraatın benzerlerine de başka âyet-i kerîmeler dikkat çekerler. Kişiyi ve kalbini bilen Allah, toprağı ve onun içindeki taneleri de bilir, o taneler onun birer mu’cizesidirler. Bu çekirdek varlıkları çatlatıp açan, tavırdan tavıra geçirerek son şekillerine vardıran da yine odur.

“O sizi tavırdan tavıra geçirerek (merhale merhale) yaratmıştır.” (Nuh, 71/14)

Allah bu muhit ilmi ile annelerin rahimlerinde ceninleri dilediği gibi şekillendirir. Onların organlarını en hikmetli şekilde tanzim eder. Onları yolcusu oldukları dünya hayatına en mükemmel şekilde hazırlar.

İşte bu âyet-i kerîmeler Cenâb-ı Hakk’ın böyle en gizli ve cüz’î şeyleri bildiğini, yarattığını onlarda tasarruf ettiğini nazara verdiği gibi, birçok âyet-i kerîmeler de kâinatın en geniş dairelerindeki ilâhî icraatları ders verirler. Üstadımız bunlardan da üç misal almıştır:

“...Gökler onun (kudret) elinde dürülmüştür...” (Zümer, 39/67)

“...Gökleri ve yeri altı günde yarattı...” (Hûd, 11/7)

“...Güneşi ve Ayı da emrine boyun eğdirdi...” (Ra’d, 13/2)

İşte bütün Kur’ân'ı bu nazarla tetkik ettiğimizde görürüz ki, âyet-i kerîmelerde haber verilen ilâhî icraatların tümü Allah’a layıktır, en güzel ve en mükemmel şekildedirler ve aralarında çok yakın münasebetler vardır. Ve o gaybî ağacın kökü, gövdesi, dalları, yaprakları ve çiçekleri arasındaki hârika ve muntazam alâka, bütün ilahî icraatlarda, bütün esmâ tecellilerinde de en ileri derecesiyle kendini gösterir. Kur’ân'da birbirine ters düşen hiçbir ilâhî sıfat, isim, fiil ve şe’n görülemez.

Bunun en açık delili şudur:

Kur’ân, Allah’ın bir olduğunu, şeriki ve nazîri olmadığını ders verdiği gibi, bütün Kur’ân ayetleri de bunu desteklerler. Tevhid inancına zıt düşen bir tek âyet bulunmaz.

Fatiha sûresinde ders verildiği gibi,

“Bütün hamd ve sena Allah’a mahsustur.”,
“Allah Rabbül âlemindir.”,
“Din gününün yegâne sahibi Odur.”,
“Ancak Ona ibadet edilir ve ancak Ondan yardım dilenir.”

Fatiha sûresinde nazara verilen bu farklı tevhid derslerine Kur’ân'ın tümünde devam edilir. Bu ilahî mesajlardan birkaçı:

"O her şeye kadirdir.

Semavat, arz ve içindekiler onu tespih ederler.

O dilemedikçe kimse bir şey dileyemez.

Allah hidayeti dilediğine verir.

Allah bütün âlemlerden ganidir.

Allah Samed’dir (Her şey ona muhtaçtır, o ise hiçbir şeye muhtaç değildir.)"

Bütün bunlar Allah’ın Vahid, Ehad, Ferd isimlerinin muktezasıdırlar ve aralarında yakın münasebet vardır.

(1) bk. Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Üçüncü Şule.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...