"İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın i’câz ve belâgatine dair Lemeat nâmındaki eserimde izah edilen bazı lem’aları dinleyeceksin..." Buradaki ilk dokuz maddeyi açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın i’câz ve belâgatine dair Lemeat nâmındaki eserimde izah edilen bazı lem’aları dinleyeceksin:
1. Kur’ân’ın okunuşunda yüksek bir selâset vardır ki, lisanlara ağır gelmez.
2. Büyük bir selâmet vardır ki, lâfzan ve mânen hatâdan sâlimdir.
3. Âyetler arasında büyük bir tesanüt vardır ki, kârgir binalar gibi, âyetleri birbirine dayanarak bünye-i Kur’âniyeyi sarsılmaktan vikaye ediyor.
4. Büyük bir tenâsüp, tecâvüp, teâvün vardır ki, âyetleri birbirine ecnebî olmadığı gibi, birbirinin vuzuhuna yardım, istizahına cevap veriyor.
5. Parça parça, ayrı ayrı zamanlarda nâzil olduğu halde, şiddet-i tenâsüpten sanki bir defada nâzil olmuştur.
6. Esbab-ı nüzul ayrı ayrı ve mütebâyin olduğu halde, şiddet-i tesânütten, sanki sebep birdir.
7. Mükerrer, mütefavit suallere cevap olduğu halde şiddet-i imtizaç ve ittihaddan sanki sual birdir.
8. Müteaddit, mütegayir hâdisâta beyan olduğu halde, kemâl-i intizamdan, sanki hâdise birdir ve bir hâdiseye cevaptır.
9. 'Tenezzülât-ı İlâhiye' ile tâbir edilen, muhatapların fehimlerine yakın ve münasip üslûplar üzerine nâzil olmuştur."(1)
Bu dokuz madde, Kur’ân’da yer alan bütün konuların fihristi gibidir. Bu konular “Lemeat”ta zikredilmekle beraber, daha geniş izahları Sözler’de ve İşarâtü’l-İ’caz’da yapılmıştır. Zâten Üstad Hazretleri Mesnevî için; “Risale-i Nur'un çekirdeği veya fidanlığı” diyor. Bu eserin geniş izahı Risale-i Nur’un tamamıdır.
Kısa Açıklamalar:
(1). “Kur'ânın okunuşunda yüksek bir selâset vardır ki, lisanlara ağır gelmez.”
Kur’ân’ın okunuşunda bir akıcılık vardır, rahatça okunur. Dört beş yaşındaki çocukların Kur’ân’ı hıfz etmeleri bunun en açık delilidir.
(2). “Büyük bir selâmet vardır ki, lafzan ve mânen hatâdan sâlimdir.”
Kur’ân hem lafız olarak yâni, üslub ve gramer yönünden hem de mâna bakımından hatasızdır. Kur’ân Arapça indirilmiştir. Kâinat kitabındaki her bir kelime ve cümle elementlerle yazılmış olmakla birlikte, o elementleri böyle mu’cize bir âlem haline getirmek Allah’a mahsustur. Dil de bunun gibidir. Arapçanın manevî meselelerin ifade edilmesinde ayrı bir zenginliği olmakla birlikte, mesele Arapçayla bitmiyor. Allah Kur’ân-ı Kerim’i o lisanla inzal edince, her bir ayeti, her bir sûresi mu’cize oluyor, hiçbiri taklit edilemiyor.
Lafızdaki bu mu’cize mükemmellik yanında mânaları da beşerin ulaşamayacağı bir ulviyette ve mükemmelliktedir. Kur’ân’ın bildirdiği bütün hakikatler hatadan salimdir. Meselâ, Kur’ân bize Allah’ın Zât’ı ve sıfatları hakkında ne bildirmişse hak itikad ve doğru bilgi ancak odur. Onun dışındaki bütün iddialar, tahminler, faraziyeler hep noksandır ve batıldır. Menşe’ itibariyle semavî olan diğer dinlerde bile Allah inancına o kadar yanlışlar ve hurafeler katılmıştır ki, artık onlar semavî din olmaktan çıkmışlardır; Hristiyanların teslis inancı, Yahudilerin Hazret-i Üzeyir’i Allah’ın oğlu kabul etmeleri gibi.
Diğer iman hakikatleri için de durum aynıdır. Melekler ve âhiret hakkında da Kur’ânın verdiği malumat hatadan salimdir. Hepsi hak, hepsi doğrudur.
(3). “Âyetler arasında büyük bir tesânüd vardır ki, kârgir binalar gibi, âyetleri birbirine dayanarak bünye-i Kur'âniyeyi sarsılmaktan vikaye ediyor.”
Kur’ân’ın temeli ve esas gayesi tevhiddir. Fatiha Sûresinde bütün âlemleri Allah’ın terbiye ettiği, “ancak O’na ibadet edilip yine ancak O’ndan yardım dileneceği” bildirildiği gibi, bir başka ayette bütün mülkün yegâne sahibinin Allah olduğu, bir başkasında hidayet vermenin Allah’a has olduğu, bir diğerinde her şeyin Allah’ın dilemesiyle meydana geldiği, O dilemedikçe kulların bir şey dileyemeyecekleri haber verilir. Böyle çok cihetlerle Allah’ın hem Zât’ının birliği, hem sıfatlarının misli olmadığı haber verilmektedir. Bu birbirinden farklı ama aynı hedefe bakan haberleri Üstad Hazretleri bir kubbedeki taşların birbiriyle dayanışma halinde olmalarına benzetmiş oluyor.
(4). “Büyük bir tenâsüb, tecâvüb, teâvün vardır ki; âyetleri birbirine ecnebi olmadığı gibi, birbirinin vuzuhuna yardım, istizahına cevab veriyor.”
İstizah; izahını istemek, açıklanmasını talep etmek demektir. Âyetler arasında dayanışma ve yardımlaşma olduğu gibi, birbirinin “istizahına cevab” verme de söz konusudur. Bunun çok misalleri vardır. Meselâ, Fatiha suresinde sırat-ı müstakimden bahsedilir. Bu istikamet yolunda olanların kimler olduğu ise bir başka sûrede; “nebiler, sıddıklar, şüheda ve salihler” olarak izah edilir.
Yine Fatiha suresinde âlemlerin terbiyesinden bahsedilir. Başka sûrelerde de kâinatın altı günde (devrede) yaratıldığından, semâvât ve arzın terbiyesinden, insanın ana rahminde geçirdiği dokuz aylık terbiye dönemlerinden, peygamberlerin İlâhî bir terbiyeden geçerek insanlara yol gösterici kılındıklarından söz edilir. Bütün bunlar âlemlerin terbiyesinin birer izahı hükmündedirler.
Bakara Sûresi’nin başında Kur’ân’ın muttakiler için hidayet olduğu haber verilir. Hemen devamında muttakilerin kimler olduğu izah edilerek, onların; gayba iman ettikleri, namazların ikame edip zekâtlarını verdikleri beyan edilir. Keza, Âl-i İmran Sûresi’nde de genişliği yerle gök kadar olan cennetin takva sahipleri için hazırlandığı bildirilerek muttakilerin sıfatları şöyle sıralanır:
“Onlar darda ve genişlikte infak ederler. Kızdıkları zaman öfkelerini yutarlar . ... ” (Âl-i İmran Suresi, 3/134)
(5). “Parça, parça, ayrı ayrı zamanlarda nâzil olduğu halde şiddet-i tenâsübden sanki bir defada nâzil olmuştur.”
(6). “Esbab-ı nüzûl ayrı ayrı ve mütebâyin olduğu halde, şiddet-i tesânüdden sanki sebep birdir.”
Esbab-ı nüzul; âyetlerin inme sebepleri demektir. Âyetler farklı sebeplerle nazil olmuşlarsa da her birinde Allah’ın razı olduğu bir iş, bir hâl ortaya konulmuştur. İmandan, ibâdetten, ahlâktan, haram ve helal yiyeceklerden, meşru ticaretten ve daha nice farklı meselelerden bahseden âyetler arasında öyle bir dayanışma vardır ki, tümü aynı gayeye hizmet ederler. Bu gaye ise “Allah’ın razı olduğu kul” modelini ortaya koymaktır. Farklı âzaların aynı ruha hizmet etmeleri gibi, bütün bu farklı hükümler de insanın kâmil mü’min olmasına hizmet ederler; hedef aynı, vesileler farklıdır.
(7). “Mükerrer, mütefâvit suallere cevab olduğu halde, şiddet-i imtizac ve ittihattân sanki sual birdir.”
Sualler farklı olmakla birlikte hepsinin müşterek noktası, Allah’ın rızasına uygun ameller işlemektir. Bütün sualler ve cevaplar bu noktada birleştiğinden sanki bir tek suale cevap gibidirler.
(8). “Müteaddid, mütegayir hâdisata beyan olduğu halde, kemâl-i intizamdan sanki hâdise birdir ve bir hâdiseye cevabdır.”
(9). “Tenezzülât-ı İlâhiye” ile tabir edilen muhatabların fehimlerine yakın ve münasib üslûblar üzerine nâzil olmuştur.
Allah’ın bütün sıfatları sonsuz olduğu gibi, Kelam sıfatı da hadsizdir. “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı tesbih ve hamd etmesin” mealindeki âyet-i kerîmenin haber verdiği gibi, her şey Allah’ı kendi kabiliyeti ve istidadı nisbetinde bilmektedir. Bu biliş Allah’ın bildirmesiyle olduğuna göre, Allah o mahlûkatın hepsine hitab ediyor, demektir.
“Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti: 'Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin.'” (Nahl Suresi, 16/68)
Bu âyet-i kerîme Cenâb-ı Hakk'ın bütün canlılarla ilham yoluyla konuştuğunun en açık bir delilidir. Cenab-ı Hakk'ın Cebrail ile konuşması elbette arılara ilham etmesinden çok farklı olduğu gibi, insanlarla konuşması da meleklerle konuşmasından farklıdır.
İşte, Kur’ân-ı Kerîm, Rabbimizin bizimle, bizim kabiliyetimize göre konuşmasıdır. Bu konuşma “tenezzülât-ı İlâhiye” olarak bizim anlayışımıza uygun üsluplar üzerine tahakkuk etmiştir.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Ben şu kısmı anlayamadım .Allah tek başına hiçbir şekilde başka ayetlerin yardımına ihtiyaç duymasına gerek olmadan öyle idiriemezmi.Allah haşa aciz mi ayetleri birbirinin yardımına koşacak şekilde olmadan tamamiyle kendine yetecek şekilde yaratmamışta.böyle birbirinin yardımına koşturmuş.ayetlerin anlaşılabilmesi birbirinin yardımına ihtiyacı mı var.
Ayetlerin bir biri ile irtibatlı ve ilişkili olması, her bir ayetin diğer ayetlere bakan bir gözünün olması ayetler arasında dayanışma ve yardımlaşmanın bulunması kemal ve mucizevi bir durumdur ve böyle yapılmasının nedeni insanların bu ayetleri taklit etmemesi içindir. Bu acizlik değil aksine kudret ve ilim gösterisidir.
Her şeyi her şeyle ilişkili ve irtibatlı yapmak hepsini birinin imdadına koşturmak ancak her şeye gücü yeten her şeyi bilen Allah’ın işi olabilir bunu aciz ve çaresizler yapamaz.
Benzer bir mana kainatta da bulunuyor güneşi insanla toprağı bulutla, zerreyi gezegenlerle bağlamak hepsini bir biri ile irtibatlandırmak hepsini birinin imdadına ve yardımına koşturmak Onun bir kudret mucizesidir ve tevhidin en büyük ispat ve delilidir.
Farklı konuları işleyen ayetlerin diğer ayetlerle uygun ve uyumlu olması bir biri ile dayanışma içinde olması edebi bir mucizedir insanlar bu sebepten dolayı Kur’an’ı taklit edemiyorlar bu bir acizlik ve noksanlık değil aksine bir mucize bir meydan okumadır.
Ben bunları anlıyorum ama aklıma ihtiyaç sözcüğü geliyor.Yani bir surenin daha iyi anlaşılabilmesi için diğer surelere ihtiyac var desek küfre düşermiyiz.Ben dayanışma yardımlaşmayıanlıyorum ama ihtiyaç duymak?Bunu aklım almıyor.
Allah razı olsun sizden emeği geçen herkesten.