"Eşyada olan asvat birer savt-ı vücuttur; ben de varım derler. O kâinat-ı sâkit birden söze başlıyor: 'Bizi câmid zannetme, ey insan-ı boşboğaz!..'" Bu ifadeleri açıklar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

" تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ ["Yedi gök ve yer ve onların içindekiler onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki, onu hamd ile tesbih etmesin." (İsrâ, 17/44)] sırrınca, Sâni-i Zülcelal, semavatın ecrâmına o kadar hikmetler, manalar takmış ki, güya celal ve cemalini ifade etmek için, semavatı güneşler, aylar, yıldızlar kelimeleriyle süslendirdiği gibi, cevv-i semada dahi olan mevcudata öyle hikmetler ve manalar ve maksatlar takmış ki, güya o cevv-i semayı berkler, şimşekler, radlar, katreler kelimeleriyle intak ediyor ve kemal-i hikmet ve cemal-i rahmetini ders veriyor. Ve nasıl zemin kafasını hayvanat ve nebatat denilen manidar kelimeleriyle söyleştirip kemalat-ı sanaatını kâinata gösteriyor."

"Öyle de o kafanın birer kelimesi olan nebatları ve ağaçları dahi yapraklar, çiçekler, meyveler kelimeleriyle intak edip yine kemal-i sanatını ve cemâl-i rahmetini ilan ediyor. Ve birer kelime olan çiçekleri ve meyveleri dahi tohumcuklar kelimeleriyle konuşturup dekaik-i sanatını ve kemâl-i rububiyetini ehl-i şuura talim ediyor." (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, On Dokuzuncu Pencere)

Lisan-ı hâl ve lisan-ı kal olmak üzere iki türlü konuşma vardır. İnsan hem lisan-ı hâliyle hem de lisan-ı kaliyle konuşur. Bir dilencinin elini açıp tevekkülle durması bir talep ve hâliyle konuşmaktır. İşte insan nasıl dili ile Allah’ı zikir ve tesbih ediyorsa, bütün kâinat ve içindeki mahlukat da kendilerine mahsus lisanlarıyla onu tesbih ediyor, onun isim ve sıfatlarının manasını ve haşmetini ilan ve izhar ediyorlar.

Tesbih, Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih, hamd ise onu kemal sıfatlarla tavsif etmektir. Her varlık mükemmel yaratılışıyla Allah’ı tesbih etmekte, bizim anlayamayacağımız bir keyfiyetle kendine mahsus tesbihini de yapmaktadır.

İrade ve şuur sahipleri bilerek ve lisan-ı kal ile tesbih ederler. İrade ve şuur sahibi olmayan diğer mahlukat ise, lisan-ı hâlleriyle tesbih ederler. Her mahlukun kendine verilen fıtrî vazifeyi yapması onların tesbih ve ibadetleridir. Onlar ne yaptıklarını bilmeseler de Allah’ın sonsuz ilmi onlar adına biliyor. Allah’ın bu bilmesi tesbih ve ibadet noktasından kâfidir. Ayrıca her varlığın tesbihini ona müekkel melekler temsil etmektedirler.

Mesela, bir ağaca vazifeli olan melek, ağacın her bir yaprak ve dallarının fıtrî bir dil ile yaptığı tesbih ve takdisi kendi namına Allah’a takdim eder. Melek ağacın her bir yaprak ve dalını temsil edecek fıtrî bir ahvale sahiptir. Bu yüzden melekler vekil ve nazır olduğu mahlukun şeklinde yaratılmışlardır.

Şu içinde yaşadığımız şehadet âlemine dikkat ile baktığımız zaman, her şeyde ve her mahluk üstünde, sahib-i hakikileri olan Allah’a işaret eden, hatta fasih bir dil ile onu zikredip ilan eden levhaları görüyoruz.

Bir vazife ya da ibadetin husulü, huzura, yani şuur ve niyete bağlı değildir. Nitekim kâinatta her bir atom parçacığı, mükemmel vazife ve ibadet yapmasına rağmen, onlarda zerre kadar bir huzur ve şuur yoktur, ne yaptıklarından habersizdirler. Demek bir şeyin hasıl olması huzura bağlı değildir. Saat, vakti bildirmek noktasında husul içindedir; ama ne yaptığını bilmediği için huzur içinde değildir. İradesiz ve şuursuz mahlukatta huzur yerine husul hâkimdir, şuur ve irade sahiplerinde de tam aksine huzur hâkim olmalıdır.

Cansız ve şuursuz varlıkların da kendilerine mahsus bir şekilde bilmesi ve tanıması olabilir, bu hikmet-i İlahiden uzak değildir. Cansız ve şuursuz mevcudat nasıl hal dili ile Allah’ı tesbih edip zikrediyorlarsa, Allah’ı bilip tanıyabilirler. Mahiyetini bilmememiz, olmadığı manasına gelmez.

Netice olarak, ister semada olsun, ister zeminde olsun, her şey ve her mahlûk Allah’a şuurlu bir insan gibi tesbih etmektedir. Kâinattaki her türlü ses, bir cihetle zikr-i İlahidir. Kedilerin mırmırları nasıl "Ya Rahim, Ya Rahim!.." demek ise, havanın gürlemesi, şimşeğin çakması da "Ya Celil, Ya Celil!.." demektir. Bunun gibi, kapının gıcırtısı, taşın taktakası, denizin gamgaması, havanın demdemesi, kuşların civcivesi, yağmurun zemzemesi hep birer zikr-i ilahidir. Hiçbir ses alelade ve tesadüfî olmayıp, yukarıda ayetin de ifade ettiği gibi, gök ve yer ve onların içindekiler Allah’ı tesbih eder ve onu zikreder.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...