"Evet, cemadata dikkatle nazar edilse, bilkuvve yalnız istidat ve kabiliyet cihetinde nakıs kalıp inkişaf etmeyenlerin, gayet bir içtihad ve say ile inbisat edip..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Evet, cemadata dikkatle nazar edilse, bilkuvve yalnız istidat ve kabiliyet cihetinde nakıs kalıp inkişaf etmeyenlerin, gayet bir içtihad ve say ile inbisat edip bilkuvveden bilfiil suretine geçmesinde, mezkûr sünnet-i İlahiye düsturuyla bir tavır görünüyor. Ve o tavır işaret eder ki, o vazife-i fıtriyede bir şevk ve o meselede bir lezzet vardır. Eğer o camidin umumi hayattan hissesi varsa, şevk kendisinin olur; yoksa, o camidi temsil eden, nezaret eden şeye aittir."
"Hatta bu sırra binaen denilebilir: Latif, nazik su incimad emrini aldığı vakit, öyle şiddetli bir şevkle o emre imtisal eder ki, demiri şak eder, parçalar. Demek burudet ve tahtessıfır soğuğun lisanıyla, ağzı kapalı demir kaptaki suya 'Genişlen!..' emr-i Rabbanîsini tebliğinde, şiddet-i şevkle kabını parçalar. Demiri bozar, kendisi buz olur." (Lem'alar, On Yedinci Lem'a, Sekizinci Nota.)
Cansız varlıklar her ne kadar hayat sahibi olmasalar da onlarda tecelli eden esma-i ilahiye onlara bir ruh hükmüne geçer. Kader onlara bir program ve bir hedef tayin etmiştir. Kaderin çizdiği bu hedef ve programa göre hareket ederler. Suyun demirden bir kabı parçalaması, bize bu ders vermektedir.
Cansız varlıkların kabiliyeti, kader tarafından çizilmiş olan kanun ve âdetlerdir; buna sünnetullah da deniyor. Mesela, suyun kaldırma kuvveti, yerin çekim kuvveti, Güneş'in cazibesi bu varlıkların kabiliyetleridir. Bu manada bütün cemadatın (cansız eşyanın) kendilerine mahsus kabiliyetleri vardır.
“Eğer o camidin umumi hayattan hissesi varsa, şevk kendisinin olur; yoksa, o camidi temsil eden, nezaret eden şeye aittir.” Bu cümlede de işaret edildiği gibi, cansız varlıklarda şuurlu işler görülüyor. Hayat ve irade sahibi olmayan bu varlıkların tesbihlerini onlara müekkel melekler temsil ediyorlar.
Cenab-ı Hak, çalışmanın ve faaliyetin içine teşvik edici bir lezzet ve saadet koymuştur. Bunun için harekete ve çalışmaya fıtri bir meyil vardır. Bu kaide bütün mahlukat için geçerlidir. Canlı, cansız her şeyde kendi kabiliyetine göre bir çalışma ve amel etme şevki vardır.
"Arıdan, sinekten, tavuktan tut, ta şems ve kamere kadar her şey kemal-i lezzetle vazifesine çalışıyorlar. Demek hizmetlerinde bir lezzet var ki, akılları olmadığından akıbeti ve neticeleri düşünmeden, mükemmel vazifelerini ifa ediyorlar." (...)
"Vazifede lezzet bulunduğuna en zâhir bir delil: Sen kendi aza ve duygularının hizmetlerine bak. Her biri, beka-i şahsi ve beka-i nevi için ettikleri hizmetlerinde ayrı ayrı lezzetleri var. Nefs-i hizmet, onlara bir telezzüz hükmüne geçiyor. Hatta hizmeti terk etmek, o uzvun bir nevi azabıdır." (bk. age., a.y.)
Mezkûr sünnet-i İlahiye'den maksat, kâinatta umumi bir amel ve çalışma prensibidir ki, hiçbir şeyi tembel bırakmıyor. Bu umumi sünnetullah kanunu her şeyi faaliyete, çalışmaya ve amel etmeye teşvik edip, ataleti ve yeknesaklığı def ediyor. Bunun için de hareket ve çalışma içine lezzet konulmuş ki, her şey bir faaliyet içinde olsun.
"Nasıl ki mahlukatta faaliyet ve hareket bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten, bir muhabbetten ileri geliyor. Hatta denilebilir ki, her bir faaliyette bir lezzet nevi vardır; belki her bir faaliyet bir çeşit lezzettir." (Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, Birinci Makam)
Kâinata nazar ettiğimizde, Cenab-ı Hakk’ın her bir fiilini icra etmekte, her bir ismini tecelli ettirmekte bir lezzet-i mukaddesesi olduğu aklımıza görünür. Bu lezzetin keyfiyetini ise akıl idrak edemez. Zira akıl ancak mahlûkat sahasında düşünebilir.
Bu şuunatın bir lem’ası ve tecellisi insanda da bulunduğu için, o da her faaliyetten lezzet alıyor. Her faaliyette lezzet vardır. Bazılarını hissederiz, bazılarını ise hissetmeyebiliriz. Organlarımız her faaliyetten lezzet alırlar.
Allah, inkişafa müsait istidat ve kabiliyetleri zayi etmez. Onları kuvveden fiile çıkarmak sünnetullah kanunudur. Bu durum cansız varlıklar için de geçerlidir.
"...Ya istidad lisanıyladır, bütün nebatat ve hayvanatın duaları gibi ki, her biri lisan-ı istidadıyla Feyyaz-ı Mutlak'tan bir suret talep ediyorlar ve esmasına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar." (Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas)
Dua, istemek demektir. Bu isteme hâdisesi, kavlî duâlarda doğrudan lisan ile yapılır. Bunun dışında “istidat lisaniyle, ihtiyac-ı fıtrî lisaniyle, ızdırar lisaniyle” yapılan dualar da vardır. Bunların kabul edilmeleri ve bu duâlara cevap verilmiş olmasıyla bu âlemdeki hârika nizam devam etmektedir.
Bir kayısı çekirdeğinin içine kayısı ağacının bütün planı yerleştirilmiş. O çekirdeğin ağaç olabilmesi için su, hava, toprak, hararet gibi bütün sebepler de bir araya gelince, o çekirdek sanki lisanıhâliyle; "Allah’ım beni ağaç yap." diye dua eder. Allah onun bu duasına cevap veriyor ve onu ağaç olma mertebesine çıkarıyor. Bir yumurta da civciv olmak için istidat lisanıyla dua ediyor. Aynı şekilde insan da fıtratında olan istidatlarının inkişaf etmesini Allah’tan talep eder ve gerekli gayreti gösterirse, bu talebi ekseriya geri çevirmez.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü