"Ey esbapperest insan! Acaba, garip cevherlerden yapılmış bir acip kasrı görsen ki yapılıyor." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"BİRİNCİ REMİZ: Ey esbabperest insan! Acaba, garip cevherlerden yapılmış bir acip kasrı görsen ki yapılıyor. Onun binasında sarf edilen cevherlerin bir kısmı yalnız Çin'de bulunuyor. Diğer kısmı Endülüs'te, bir kısmı Yemen'de, bir kısmı Sibirya'dan başka yerde bulunmuyor. Binanın yapılması zamanında, aynı günde şark, şimal, garp, cenuptan o cevherli taşlar kolaylıkla celb olup yapıldığını görsen, hiç şüphen kalır mı ki o kasrı yapan usta, bütün küre-i arza hükmeden bir Hâkim-i Mu'cizekârdır?"

"İşte, her bir hayvan, öyle bir Kasr-ı İlahi'dir. Hususan insan, o kasırların en güzeli ve o sarayların en acibidir. Ve bu insan denilen sarayın cevherleri, bir kısmı âlem-i ervahtan, bir kısmı âlem-i misalden ve Levh-i Mahfuz'dan ve diğer bir kısmı da hava âleminden, nur âleminden, anâsır âleminden geldiği gibi; hâcâtı ebede uzanmış, emelleri semavat ve arzın aktârında intişâr etmiş, rabıtaları, alakaları dünya ve ahiret edvarında dağılmış bir saray-ı acîp ve bir kasr-ı gariptir."

"İşte, ey kendini insan zanneden insan! Madem mâhiyetin böyledir, seni yapan ancak o Zat olabilir ki, dünya ve âhiret birer menzil, arz ve semâ birer sayfa, ezel ve ebed, dün ve yarın hükmünde olarak tasarruf eden bir Zat olabilir. Öyleyse, insanın mabudu ve melce'i ve halaskârı o olabilir ki, arz ve semaya hükmeder, dünya ve ukba dizginlerine mâliktir.." (Lem'alar, On Yedinci Lem'a On Dördüncü Nota.)

Verilen bina misali hakikati anlamamızda bir temsildir. Temsillerin derin ve latif hakikatleri akla yaklaştırır, anlaşılmasını kolaylaştırır.

Taşların bir anda dört bir taraftan toplatılması, İlâhî kudretin her şeye kolay ve mükemmel bir şekilde nüfuz etmesini akla yaklaştıran bir temsildir.

İnsan bedeni bütün kâinattan süzülerek inşa edilmiş harika ve eşsiz bir saraydır. Bu saraya misafir olan ruh ise ibda ile ve zamansız yaratılmıştır.

Üstad Hazretleri, insanı bir halının merkezi nakşına benzetiyor. O nakış, halıdan uzanan iplerle dokunduğu gibi, biz de bu âlemdeki elementlerle dokunmuşuz.

Bina misalinde olduğu gibi, insan da maddi manevi birçok terkipten meydana gelmiştir. İnsan bedenini oluşturan onlarca elemetten, mahiyetini oluşturan binlerce duygulara, latifelere kadar farklı farklı malzemelerden yaratılmıştır.

Dünyaya gelen her insan, tabiri caiz ise bu dünyada ona lazım olacak bütün malzemeleri birlikte getirmiştir. Mesela, göz nedir, görme nedir bilmediği hâlde dünyaya gözleriyle gelmiş ve bu âlemi şeyre başlamıştır. Kendisine lazım olacak her şeyi de göz misalinde olduğu gibi, yanında hazır bulmuştur. Kâinata hükmetmeyen, her şeyin dizgini tutamayan bir zat, bu ihtiyaçları bu kadar kolaylıkla yapamaz.

İnsanı yaratan ancak bütün âlemleri yaratandır, insanı terbiye eden ancak bütün âlemlerin Rabbidir. Güneş'i terbiye eden kim ise gözleri terbiye eden de odur.

İnsanın yaratılması bütün iç organlarının yaratılmasından ve o haneye ruh verilmesinden ibaret olduğu gibi, âlemin yaratılması da onun içindeki varlıkların yaratılmasından ibarettir. Bu varlıklardan birisi de meskenimiz olan şu dünyadır. İnsanı yaratan, dünyanın Halık’ıdır, dünyayı yaratan kâinatın Halık’ıdır.

Kâinatın ana unsurları gibi, insanın bedeninin esası da hava, su, ateş ve topraktır. İnsan karbon, azot, demir, oksijen ve hidrojen gibi elementlerden dokunmuştur.

“Hava âlemi” eski felsefeye göre bakarsak zaten dört unsurdan biridir. Günümüz bilim anlayışına göre ise hava; (karbon, karbondioksit olarak, azot, oksijen ve hidrojen nem olarak) tüm unsurları ihtiva etmektedir. Fakat diğer unsurlar başka yerlerden temin edilebilse de oksijen havadan karşılanmak zorundadır.

“Nur âlemi” ise eski felsefedeki ateş unsuruna tekabül etmektedir. Vücut ısımız da hayat ateşi sayılabilir. Bitkiler güneş ışığından sağladıkları enerji ile fotosentez yaparlar. Böylece kendi bünyelerini inşa ettikleri gibi, insanların ve hayvanların da hayatına lazım olan gıdayı temin ederler. Bir sonraki aşamada hayvanların da insanlara gıda olduğu düşünülürse, rızk denen hadisenin aslında temelde güneş ışığına (yani nur âlemine) bağlı olduğu anlaşılır.

İnsanın bedeni bu kâinatın maddesinden süzüldüğü gibi, ibda ile yaratılın ruhu da birçok âlemin misallerini taşımakla sanki o âlemlerden gelmiş gibidir. Ruh, âlem-i ervahdan, hafıza, Levh-i Mahfuz'dan, hayal, âlem-i misalden haber verirler ve onların küçük birer misali gibidirler.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 13.054
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

taner_tonkur

Ve bu insan denilen sarayın cevherleri; bir kısmı âlem-i ervahtan, bir kısmı âlem-i misalden ve Levh-i Mahfuz'dan ve diğer bir kısmı da hava âleminden, nur âleminden, anâsır âleminden geldiği gibi; hâcatı ebede uzanmış, emelleri semavat ve arzın aktarında intişar etmiş, rabıtaları, alâkaları dünya ve âhiret edvarında dağılmış bir saray-ı acib ve bir kasr-ı garibdir. İzah edebilir misiniz?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)

İnsanın ruhu ruhlar aleminden geliyor, hayal duygusu misal aleminden hafızası da levh-i mahfuzdan alınıyor. İnsanın vicdanı, latife ve duyguların bir kısmı nur aleminden getirilirken bir takım hayvani ve nebati hissiyatları ise kesif ve maddi alemden toplatılıyor.

Yani insan öyle bir donanıma ve mahiyete sahip ki bütün kainatın bütün mahlukatın adete özeti küçük bir numunesi bir prototipi gibidir. İnsanı yaratan kudret ve irade bütün kainata ve mahlukata hakim ve Rab olmak zorundadır.

Ayrıca insanın duyguları içinde öyleleri var ki ihtiyaçları ebede uzanmış oraya bakıyor ve emel ve arzuları bütün kainatı kuşatmış bağ ve bağlılıkları dünya ve ahireti kapsıyor sadece dünya ile yetinmiyor. İnsanın bu donanım ve talepleri ebedi bir alemin varlığını gerekli kılıyor ve o aleme işaret ediyor.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...