Felsefecilerin çok kullandığı; etkin (faal) ve edilgin (heyulani) aklın karşılığı, Risale-i Nur ıstılahında var mı?
Değerli Kardeşimiz;
Farabi’ye göre felsefede sıkça kullanılan "faal aklın" dindeki karşılığı, vahiy ya da vahye aracılık eden Cebrail (as)’dır. Ki bu düşünce ukul-ü aşere (on akıl) teorisinin İslamlaştırılma çabasıdır. Allah’a en uzak, madde âlemine en yakın olan akıl mertebesi faal akıldır derler.
Ukul-u aşere: Kelime olarak on akıl, ilk akıl, hılkî ve cibilli olan akıl demektir. Bir kısım eski ve sapık felsefecilere ve özellikle İşrakıyyuna göre; teselsül tabiri ile müessiriyetini iddia ettikleri sebeplerden birincisidir. Bunun neticesi şirke gider.
Bunlara göre, akl-ı evvel Allah'ın mahluku olup ve bundan ikinci akıl, ikincisinden üçüncü akıl... ve böylece "Ukul-ü Aşere" dedikleri birbirinden türeyen on akıl varlığı tevehhüm edilerek dalâlete gidilmiştir. Bunların iddiasına göre ilk sebep olan Allah kesret alemi olan kâinatı bizzat yaratıp idare etmiyor, bu yaratmış olduğu on akıl vesilesi ile idare ediyormuş.
Üstad Hazretleri bu hususu şu şekilde izah ediyor:
"Eski felsefenin bir düstur-u itikadiyesinden olan اَلْوَاحِدُ لاَ يَصْدُرُ عَنْهُ اِلاَّ الْوَاحِدُ 'Birden bir sudur eder.' Yani, 'bir zattan, bizzat bir tek sudur edebilir. Sâir şeyler vasıtalar vasıtası ile ondan sudur eder.' diye, Ganiyy-i alel-ıtlak ve Kadir-i Mutlakı, âciz vasaite muhtaç göstererek, bütün esbaba ve vasaite, rububiyyette bir nevi şirket verip Halik-ı Zül Celâle 'Akl-ı evvel' nâmında bir mahluku verip âdeta sair mülkünü esbaba ve vasâite taksim ederek bir şirk-i azîme yol açan, şirk-alûd ve dalâlet-pişe o felsefenin düsturu nerede?... Hükemânın yüksek kısmı olan İşrakıyyun böyle halt etseler; maddiyyun, tabiiyyun gibi aşağı kısımları ne kadar halt edeceklerini kıyas edebilirsin."(1)
"Heyulani akıl", insandaki anlama kabiliyetidir, buna "bilkuvve akıl" da denilebilir. Malum felsefe vahyin yerine aklı koyar ve onun ile doğru bilgiye ulaşmaya çalışır. "Faal akıl" da aklın bu işlevselliğinde bir aşama bir merhaledir.
Olaylara ve hadiselere vahyi bir kenara itip sadece ve sadece akıl mizanı ile bakanlar olayların künhünü yani iç yüzünü göremiyorlar. Halbuki insan benlik davasından vazgeçip aklı vahyin terbiyesine verse, o zaman her şeyin ve her hadisenin iç yüzünü çözer ve ondan hakikate intikal ederek her iki cihanda da mutluluğa ulaşır.
Ateş böceğinin, cüzi ışığına güvenip güneşe meydan okuduktan sonra zifiri karanlığa mahkum olması gibi, insan da cüzi aklına ve vehmi ilmine güvenip vahiy güneşinin terbiye ve rehberliğine girmez ise, küfür ve şirk karanlığına mahkum olur. Hem dünya saadetini hem de ahiret saadetini kaybeder. Hem dünyada hem de ukbada çok bela ve sıkıntılara maruz kalır.
(1) bk. Sözler, Otuzuncu Söz, Birinci Maksad.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar