"Teselsül" ve "Ukul-ü Aşere" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Teselsül; sebeplerin zincirleme olarak birbiri ardınca dizilmeleri; eşya ve hâdiselerin birbirine dayanarak arka arkaya gelmeleri demektir.
Teselsül; mümkin olan eşya ve hâdiselerin husûle gelmede birbirlerinin müessiri olarak, yani birbirlerine sebep müsebbeb (illet ve ma'lûl) olarak, mazi yönünde bir noktada durmaksızın sonsuza doğru devam etmesidir. Yani o sebep, bu sebepten, bu sebep, şu sebepten diyerek sonsuza giden bir sebep sonuç zinciri kabul etmek demektir ki, bu da aklın kabul etmeyeceği bir şey değildir.
Teselsülün batıl bir fikir olduğunu kelam âlimleri arşi ve süllemi denilen on iki delille çürütmüşlerdir.
Allah, kâinatta sebep netice münasebetini kurmuş ve icraatını da buna göre yapmaktadır. Bu açıdan bakıldığında her bir sebebin bir atası bir Âdem babası bulunmaktadır. Yoksa materyalist felsefenin iddia ettiği gibi sebepler ilanihaye sonsuza dek uzanıp gitmiyor. Her sebebin bir başlangıcı ve sonu bulunuyor.
Madde; kâinatın, dünya ve içindekilerin yaratılmasında kullanılan malzemedir. Bir eserin yaratılmasında maddenin bizatihi hiçbir tesiri yoktur:
"Allah'ı bırakıp da taptıkları şeyler hiçbir şey yaratamazlar. Kendileri yaratılmışlardır. Onlar, diri olmayan cansız varlıklardır! Ne zaman dirileceklerinin de şuuruna varamazlar.” (Nahl Suresi, 16/20-21)
Kâinat ve canlılar Cenab-ı Hakk'ın ilmi ve dileyip yaratmasıyla vücut bulmuştur. Cansız, şuursuz, akılsız ve ilimsiz madde diğer bir maddeye tesir ederek (illet olarak) intizamlı bir eseri asla meydana getiremez.
Cenab-ı Allah'ın irade ve kudretinin taalluku olmadan maddelerin ve enerjilerin birbirlerine tesir ederek mazi cihetinde sonsuza doğru devam etmeleri ve san’atlı eserler husule getirmeleri mümkün değildir.
Teselsülün batıl olduğuna bir misal:
“İnsanı kim yaptı?” sualinin cevabı anne baba olarak verildiğinde onların da anne ve babalarına intikal edip ta Âdem Aleyhisselama kadar uzanan bir yola giriyoruz. Hâlbuki “İnsanı kim yaptı?” sualinin cevabı; “Allah yaptı” şeklinde olmalıdır. Zira insanı annesinin ve babasının yapmadığı ve yapamayacağı açık bir hakikat iken, teselsül delilinde bu hakikat bir an için bir kenara bırakılarak ilk insana kadar gidiliyor. Anne de baba da insandırlar ve insan insanı yapamaz. İnsanı yapan, onun anne ve babasını da yapandır. Bu yol Üstadımızın ifadesiyle “daha kat'î, daha kolaydır.”
Ukul-u aşere: Kelime olarak on akıl, ilk akıl, hılkî ve cibilli olan akıl demektir. Bir kısım eski ve sapık felsefecilere ve hususan İşrakıyyuna göre; teselsül tâbiri ile, müessiriyetini iddia ettikleri sebeplerden birincisidir. Bunun neticesi şirke gider.
İşrakiyyuna göre, Allah ilk olarak ve sadece akl-ı evveli, yani birinci aklı yaratmış bundan ikinci akıl, ikincisinden üçüncü akıl, … , böylece “ukul-ü aşere" dedikleri on akıl teselsül yoluyla türemişlerdir. Onuncu akıl ise içinde bulunduğumuz bu âlemi idare etmektedir. Bunların iddiasına göre ilk sebep olan Allah kesret âlemi olan kainatı bizzat yaratıp idare etmiyor, bu yaratmış olduğu on akıl vesilesi ile idare ediyormuş!..
İnsanın aklına şu sual geliyor? Niçin dokuz değil, on bir değil de on akıl. Bunun hiçbir mesnedi olmadığı açıktır. Onlar sonsuz sıfatları bir tek zâta vermek yerine her akla vermişler, böylece on tane sonsuz ilim, sonsuz kudret, sonsuz irade vehmetmişlerdir.
Üstad Hazretleri bu hususu şu şekilde izah ediyor:
"Eski felsefenin bir düstur-u itikadiyesinden olan اَلْوَاحِدُ لاَ يَصْدُرُ عَنْهُ اِلاَّ الْوَاحِدُ 'Birden bir sudur eder.' Yani, 'Bir zattan, bizzat bir tek sudur edebilir. Sâir şeyler vasıtalar vasıtası ile ondan sudur eder.' diye, Ganiyy-i alel-ıtlak ve Kadir-i Mutlakı, âciz vasaite muhtaç göstererek, bütün esbaba ve vasaite, rububiyyette bir nevi şirket verip Halik-ı Zül Celâle 'Akl-ı evvel' nâmında bir mahluku verip âdeta sair mülkünü esbaba ve vasâite taksim ederek bir şirk-i azîme yol açan, şirk-alûd ve dalâlet-pişe o felsefenin düsturu nerede?.. Hükemânın yüksek kısmı olan İşrakıyyun böyle halt etseler; maddiyyun, tabiiyyun gibi aşağı kısımları ne kadar halt edeceklerini kıyas edebilirsin."(1)
Maddiyyunlar, maddenin ezelî olduğunu ve her şeyin “maddenin farklı hallere girmesiyle” meydana geldiğini savunarak yaratıcıyı inkâr ederler. Tabiiyyunlar da aynı fikri savunurlar, her şeyin bir yaratıcı olmaksızın tabiî olarak, kendi kendine mevcut hali aldığını söylerler. Kâinatın tümüne tabiat diyerek her şeyin tabiatının bu bütünden geldiğini ve her şeyi bu bütünün yaptığını vehmederler...
Kelam ilminde Allah’ın varlığını ispat etmek için kullanılan teselsülün butlanı adlı delil ile on akıl fikrinin bir alakası yoktur. Teselsül delili sebepleri takip ederek en nihayetinde Allah’a ulaşmaktır. Lakin bu delil nakıs olup tam bir huzur ve marifeti vermiyor.
On akıl dedikleri ucube fikir ise, birden bir sudur eder (birden ancak bir çıkar), teorisinin zaruri bir neticesi, boş ve mantıksız bir kuruntusudur. Tek benzer yönleri; ikisinde de müteselsil sebep zincirinin olmasıdır. Teselsül delili kendi çapında tevhide hizmet ederken, on akıl fikri şirke kapı açıp şirke hizmet ediyor.
(1) bk. Sözler, Otuzuncu Söz
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar