"Fıtrattaki şu kat’î ve şedid ve sarsılmaz meyl-i saadet-i ebediye, saadet-i ebediyenin tahakkukuna dair vicdana bir hads-i kati veriyor. " Fıtrat ile saadet-i ebediye arasında nasıl bir münasebet var? Ayrıca "hiç yalan söylemeyen fıtrat" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Metnin sonunda “Onuncu Söz’ün On Birinci Hakikatı, bu hakikatı gündüz gibi gösterdiğinden kısa kesiyoruz.” denilmektedir.
O Söz’de insanın fıtratı ve mahiyeti hakkında bir dizi hakikat dersi veriliyor. Sadece birkaçını nakledelim:
“Hitabat-ı Sübhaniyesine en mütefekkir bir muhatab”(1)
Cenâb-ı Hakk'ın kelam sıfatı kemaliyle insanda tecelli etmiştir. Bu tecellinin de kemali vahiyler yoluyla peygamberde, daha sonra ilham yoluyla evliyada görülür. Vahiyler ve ilhamlarla Cenâb-ı Hak insanlara birtakım emir ve yasaklarda bulunmuş, rıza çizgisinde yaşamaları için gerekli ibadetleri ve güzel ahlakları onlara bildirmiştir.
Bu i0ahi hitapları kabul etmeleriyle kalpleri iman ile nurlanan müminler, salih amellerle de ibadet ve ahlak dünyalarını güzelleştirmişler ve Üstadımızın ifadesiyle cennete layık bir kıymet almışlardır.
Elbette, Cenab-ı Hak bu sevgili kullarına ebedî bir saadet ihsan edecektir. Yoksa bütün bu emir ve yasakların bir manası kalmayacağı gibi inanmakla inanmamanın, salih amelle isyanın da farkı olmaz. İşte insan fıtratı “Hitabat-ı Sübhaniyesine en mütefekkir bir muhatab” olma yönüyle ahiretin varlığını gösterir.
“Mazhariyet-i esmâsına en câmi’ bir âyine”
İnsanın bu vasfının bir önce sözünü ettiğimiz muhatap olma hususiyetiyle yakın alâkası vardır. Üstad Hazretleri mahlukat için “kelimat-ı kudret” ifadesini kullanır. Bir meyve bir kudret kelimesidir. İnsan açlık sebebiyle meyveye muhtaç bir fıtratta yaratılmış ve ondan istifade etmesiyle de kendisinde Rezzâk ismi tecelli etmiştir.
Keza, insan hastalığının ilacını yine birer kudret kelimesi olan bitkiler âleminde bulmakla Şâfi ismine mazhar olur.
Her mahluk kendinde tecelli eden isimlerle Rabbine bir nevi muhatap olmuştur, ancak insan ilahi isimlere en cami’ ayinedir. İnsan, bu cami’ mahiyetiyle Allah’ı bütün esmasıyla tanıma şerefine nail olmuştur. Ve Allah bu şerefli mahlukunu, esmasının bu en mükemmel aynasını yokluğa mahkûm etmez. Onu baki bir âlemde yeniden yaratacak ve onun marifet ve muhabbetini bu âlemde çok daha inkişaf ettirecektir.
“Hazain-i rahmetinin müştemilâtını tartmak, tanımak için en ziyade mizan ve âletlere mâlik bir müdakkik”
Bütün canlılar rahmet hazinelerinden kendilerine ikram edilen nimetlerle beslenir ve ihtiyaçlarını görürler. Buna karşılık, Allah’a kendi istidatlarının imkân verdiği ölçüde şükreder ve bilemeyeceğimiz bir keyfiyette onu tesbih ederler. Bu nimetleri inceleme, faydalarını anlama, onlardaki ince sanatları tefekkür etme ancak insana mahsustur. Zira bu konuda onun fıtratına gerekli mizan ve aletler konulmuşur. Bu büyük sermayeyi yerinde kullanarak iman ve marifette ilerleyen insanlar olduğu gibi, düşünmeden yaşayan ve o ihsanları tesadüfe, tabiata, maddeye isnat etmekle küfre düşen insanlar da vardır. Eğer âhiret olmasa insan fıtratına konulan bu mizan ve aletlerin hiçbir mânası kalmaz.
“Fenadan en ziyade müteellim ve bekaya en ziyade müştak”
Canlılar içerisinde, fani olduğunu bilen, ölümü düşünen ve varlığının baki olmasını arzu eden tek varlık insandır. İnsanın fıtratına bu arzunun konulması, saadet-i ebediyeye delâlet eder.
“İnsanın fıtrat-ı zişuuru olan vicdanı, saadet-i ebediyeye bakar, gösterir. Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse, 'Ebed, ebed!' sesini işitecektir.”(2)
Dipnotlar:
1) Sözler, Onuncu Söz, On Birinci Hakikat.
2) age. Yirmi Dokuzuncu Söz, İkinci Maksat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü