İnsanın tarifini yapar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bir şeyin mahiyet ve hakikati onun tarifiyle anlaşılır. Tarif, “efradını câmi’ ve "ağyarını mâni” olmalıdır. Yani, tarif edilen şeyin özelliklerini taşıyan bütün unsurları içine almalı ve taşımayanları da dışarıda bırakmalıdır.

İnsanı, ilk defa Eflatun; “İki ayak üzerinde yürüyen tüysüz bir canlı” şeklinde tarif etmiştir. Bu tarifi duyan meşhur filozof Diyojen; bir horozun tüylerini yolup ortaya atmış ve “İşte Eflatun’un tarif ettiği insan budur.” diyerek, onun bu tarifiyle alay etmiştir. Demek ki, Eflatun’un bu tarifi ağyarını mâni olamamıştır.

Daha sonra Aristo, insanı; “hayvan-ı natık”, yani “konuşan canlı” olarak tarif etmiştir. Bu, efradını câmi’, ağyarını mâni bir tariftir. Bu tarifin birinci kelimesindeki “hayvan” bütün canlıları içine aldığı gibi, ikinci kelimesi olan “nâtık” da insanın gayrısını dışarıda bırakır.

Mantık âlimleri bu tarifteki nâtık kelimesini “akıl ve idrak sahibi” manasında kabul etmişlerdir. Yani “İnsan, akıl ve idrak sahibi bir mahluktur.”

Bu tariften de anlaşıldığı gibi, insan hem düşünen, hem de konuşan bir mahluktur. Aristo’nun bu tarifi, efradını câmi, ağyarını mâni bir tarif olmakla beraber, insanın mahiyetini, ulviyetini ve yaratılış hikmetini tam olarak ortaya koyamamıştır.

İslam âlimleri insanı sadece konuşan bir canlı olarak görmemiş, onu Cenab-ı Hakk’ın en mükerrem, en şerefli mahluku, en sevgili muhatabı, esma-i İlahiyenin en câmi’âyinesi, kâinatın ve bütün mahlukatın yaratılış sebebi ve arzın halifesi olarak tarif etmişlerdir.

Ayrıca insanın varlık ve şerefinin sadece dünyaya münhasır kalmayıp, ahirette de ebediyen devam edeceğini beyan ederek, onun mahiyet ve ulviyetini, kıymet ve değerini sayfalar dolusu kitaplarla izah etmişlerdir.

Bediüzzaman Hazretleri eserlerinin birçok yerinde insanı farklı şekillerde tarif etmiş, mahiyetinin ne derece yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Bunlardan bazılarını dikkatiniza sunmak istiyoruz:

"Esma-i İlâhiyeye ait garâibin fihristesi, hem şuûn ve sıfât-ı İlahiyenin bir mikyası… hem kâinattaki âlemlerin bir mizanı… hem bu âlem-i kebirin bir listesi… hem şu kâinatın bir haritası… hem şu kitab-ı ekberin bir fezlekesi...hem kudretin gizli definelerini açacak bir anahtar külçesi… hem mevcudata serpilen ve evkata takılan kemalatının bir ahsen-i takvimidir." (Sözler, On Birinci Söz)

İNSAN Şu kâinat ağacının en son ve en cem’iyetli meyvesi.

Ve hakikat-i Muhammediye aleyhissalâtü vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi.

Ve kâinat Kur’an’ının âyet-i kübrası.

Ve ism-i a’zamı taşıyan âyetü’l-kürsisi.

Ve kâinat sarayının en mükerrem misafiri.

Ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa mezun en faal memuru.

Ve kâinat şehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasında, vâridat ve sarfiyatına ve zer’ ve ekilmesine nezarete memur ve yüzer fenler ve binler sanatlarla teçhiz edilmiş en gürültülü ve mes’uliyetli nâzırı.

Ve kâinat ülkesinin arz memleketinde, Padişah-ı ezel ve ebed’in gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-i arzı.

Ve cüz’î ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıfı.

Ve sema ve arz ve cibalin kaldırmasından çekindikleri emanet-i kübrayı omuzuna alan ve önüne iki acib yol açılan, bir yolda zîhayatın en bedbahtı ve diğerinde en bahtiyarı, çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî.

Ve kâinat Sultanı’nın ism-i a’zamına mazhar ve bütün esmasına en câmi’ bir âyinesi.

Ve hitabat-ı Sübhaniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hâssı.

Ve kâinatın zîhayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı ve hadsiz fakrıyla ve aczi ile beraber hadsiz maksatları ve arzuları ve nihayetsiz düşmanları ve onu inciten zararlı şeyleri bulunan bir bîçare zîhayatı.

Ve istidatça en zengini.

Ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi ve lezzetleri dehşetli elemlerle âlûde.

Ve bekaya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstahak.

Ve devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla isteyen ve yalvaran.

Ve bütün dünya lezzetleri ona verilse onun bekaya karşı arzusunu tatmin etmeyen.

Ve ona ihsanlar eden zatı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok hârika bir mu’cize-i kudret-i Samedaniye ve bir acube-i hilkat..." (Şualar, On Birinci Şua, Yedinci Mesele)

Evet, insan, kâinatın bütün sırlarını keşfedecek bir istidatta yaratılmıştır. Böyle bir kabiliyete mazhar olan bir mahluk, elbette mümtaz ve mükerremdir.

"Cenab-ı Hak… İnsanların kuvalarına ve hissiyatlarına fıtraten bir had bırakmamış; fıtrî bir kayıd koymamış, serbest bırakmış. Sair hayvanatın kuvaları ve hissiyatları mahduddur, fıtrî bir kayıd altındadır. Hâlbuki insanın her kuvası, hadsiz bir mesafede cevelan eder gibi, gayr-ı mütenahî canibine gider. Çünki insan, Hâlık-ı Kâinat’ın esmasının nihayetsiz tecellilerine bir âyine olduğu için, kuvalarına nihayetsiz bir istidad verilmiş." (Mektubat, Yşrmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...