"Gayet zevkli ve masumane lezzetli bir hayat ve bir ömür kendine Nur dairesinde aramıyorsun ve ölmeye karar verip razı oluyorsun?" İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Niçin istirahat-i hayatına çalışmıyorsun, belki reddediyorsun? Ve gayet zevkli ve masumane lezzetli bir hayat ve bir ömr kendine Nur dairesinde aramıyorsun ve ölmeye karar verip razı oluyorsun?"(1)

Üstadımız bu cümlenin ve serzenişin nefis, heva ve yanlış hissiyat ve damarlarından geldiğini ifade ettikten sonra, onlara karşı ciddi bir cevap ile karşılık verip susturuyor.

Üstadımızı seven, sayan hatta lüzum olsa hayatını ona feda edecek binlerce talebesi varken ve hatta bu talebeler içinde gayet rahat, zevkli, masumane bir hayat sürme imkânına sahip iken, Üstadımızın vazifesinin bittiğini düşündüğü anda ölümü arzuladığını görüyoruz. Nefis de buna itiraz ediyor.

"Nur dairesi içinde; gayet zevkli masumane lezzetli bir hayat ve ömür"den kastedilen şey, emrinde binlerce talebesinin olması ve bu talebelerin Üstadı bir baba bir dede hassasiyeti içinde ağırlama, bakma ve el üstünde tutma imkânına sahip iken, Üstadımız bunu değil ölmeyi arzuluyor.

Kaldı ki her bir Nur talebesi Üstadımızın son demlerinde rahat ve güzel bir hayat geçirmesi için maddi ve manevi her türlü desteği ve yardımı temin etmeyi bir borç bilir ve bu hususta elinden gelen her türlü gayreti gösterir bir gayret ve niyet içindedir.

Üstadımız böyle bir imkâna sahip iken Yusuf (a.s) gibi imanla kabre girmeyi tercih ediyor.

"Yusuf Aleyhisselamın hatimesini haber veren تَوَفَّنِى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنِى باِلصَّالِحِينَ ["Müslüman olarak canımı al ve beni salih kullarına kat." (Yusuf, 12/101)] ayetinin ulvi ve latif ve müjdeli ve i’câzkârâne bir nüktesi şudur ki:

"Sair ferahlı ve saadetli kıssaların ahirindeki zeval ve firak haberlerinin acıları ve elemi, kıssadan alınan hayali lezzeti acılaştırıyor, kırıyor. Bahusus kemal-i ferah ve saadet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda mevtini ve firakını haber vermek daha elimdir; dinleyenlere eyvah dedirtir. Halbuki şu ayet, kıssa-i Yusuf'un en parlak kısmı ki, Aziz-i Mısır olması, peder ve validesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada en büyük saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yusuf'un mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki:"

"Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf kendisini Cenab-ı Hak'tan vefatını istedi ve vefat etti, o saadete mazhar oldu. Demek, o dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedar bir saadet ve ferahlı bir vaziyet, kabrin arkasında vardır ki, Hazret-i Yusuf Aleyhisselam gibi hakikatbin bir zat, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde, gayet acı olan mevti istedi, ta öteki saadete mazhar olsun."

"İşte, Kur'an-ı Hakîmin şu belâgatine bak ki, kıssa-i Yusuf'un hatimesini ne suretle haber verdi. O haberde dinleyenlere elem ve teessüf değil, belki bir müjde ve bir sürur ilave ediyor. Hem irşad ediyor ki:

"Kabrin arkası için çalışınız; hakiki saadet ve lezzet ondadır."

"Hem Hazret-i Yusuf'un âli sıddıkıyetini gösteriyor ve diyor:

"Dünyanın en parlak ve en sürurlu haleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor; yine ahireti istiyor."(2)

Dipnotlar:

1) bk. Emirdağ Lahikası-I, 149. Mektup.

2) bk. Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...