"Hâlbuki şu zamanda, kizb ve sıdkın ortasındaki mesafe o kadar kısalmış ki, âdeta omuz omuza vermişler..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Hâlbuki, şu zamanda, kizb ve sıdkın ortasındaki mesafe o kadar kısalmış ki, âdeta omuz omuza vermişler. Sıdktan yalana geçmek, pek kolay gidiliyor. Hatta, siyaset propagandası vasıtasıyla yalancılık, doğruluğa tercih ediliyor. İşte, en çirkin şey, en güzel şeylerle beraber bir dükkânda, bir fiyatla satılsa, elbette pek âli olan ve hakikat cevherine giden sıdk ve hak pırlantası, o dükkâncının marifetine ve sözüne itimad edip körü körüne alınmaz."(1)
Bu asırda yalan, iftira, tezvirat, gıybet, komplo, entrika, algı yönetimi, fesat, nifak, menfi ihtilaf vs. gibi kötü ve şeni’ ahlaklar, maalesef çok revaçta ve el üstünde tutulan şeyler haline gelmiştir. Bilhassa siyasette bu saydığımız hususlar daha da bedihi bir şekilde görülmektedir.
Günümüzde sıdk ve doğruluk âdeta aranır bir değer haline gelmiştir. En takva sahibi müminler bile kizbe rahatlıkla başvurur hale gelmiştir. Mesela, en dindar bir mü’min bile makamından olma tehlikesi karşısında maalesef rahatlıkla yalana tevessül edebilmektedir.
Yalanın ne kadar çirkin bir şey olduğunu ve insanı ne derece aşağı bir derekeye düşürdüğünü İslam âlimleri şu şekilde ifade etmektedirler:
Gazali: "Yalan büyük günahların analarındandır. Kişi yalancı bilinirse sözüne güven kalmaz, gözlerden düşer, nazarlarda değersiz olur. Yalanın çirkinliğini anlamak istersen, başkalarının yalanının çirkinliğine bak, nefsin ondan ne kadar nefret duyacak gör, yalanının sahibini ne kadar istihkar edeceğine, söyleyeceği yalanını ne kadar çirkin bulacağına dikkat et..."
Münavi: "Yalanın çirkinliği, peşinden bütün fevahişi (çirkinlikleri, yasakları) getirmesi sebebiyledir. Yalanın terkiyle fevahiş de terkedilir."(2)
Bediüzzaman Said Nursi:
"...Sıdk (doğruluk), İslamiyetin hakiki sağlam temelidir ve ulvi seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyle ise, hayat-ı ictimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevi hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz."
"Evet, sıdk ve doğruluk İslamiyetin hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakarlık, fiili bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve (yapmacık hareket) alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sani-i Zülcelal'in kudretine iftira etmektir. Küfür, bütün envaıyla kizbdir, yalancılıktır. İman, sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var. Şark ve Garb kadar birbirinden uzak olmak lazım geliyor. Nar (ateş) ve nur gibi birbirine girmemek lazım..."
"Bu sıdk ve kizb, küfür ve iman kadar birbirinden uzak, Asr-ı Saadette sıdk vasitasiyle Muhammed aleyhissalatu vesselamın ala-yı illiyine (cennette en yüksek derece) çıkması ve o sıdk anahtarıyla iman hakikatlerinin ve kainat hakikatlerinin hazinesi açılması sırrıyla, içtimayat-ı beşeriye çarşısında sıdk en revaçlı bir mal ve satın alınacak en kıymetli bir meta hükmüne geçmiş."
"Ve kizb vasıtasıyla Müseylime-i Kezzab'ın emsali, esfel-i safiline (cehennemin en aşağı tabakasındakiler) sükut etmiş ve kizb o zamanda küfrün ve hurafelerin anahtarı olduğunu o inkilab-ı azim gösterdiğinden kainat çarşısında en fena, en pis bir mal olup, o malı satın almak değil; herkes nefret etmesi hükmüne geçen kizb ve yalana,... Sahabeler; elbette, şüphesiz bilerek ellerini yalana uzatmazlar. Kizb ile kendilerini mülevves etmezler (kirletmezler). Müseylime-i Kezzab'a kendilerini benzetmezler..."
"Necat (kurtuluş) yalnızca sıdkla, doğrulukla olur. 'Ürvetü'l-vüska' sıdktır. Yani en muhkem ve onunla bağlanacak zincir doğruluktur..."(3)
Asr-ı saadet'te yalana asla tenezzül edilmezdi. Yalan söylemek büyük bir zillet ve itibarsızlık olarak değerlendirilirdi. Sahabeler bu hususta şöhret-şiar olmuş, doğrulukları dillere destan olmuştur. O zamanlar yalan sadece küfür çarşısında satılırken, doğruluk da iman çarşısında satılırdı. Halbuki şimdiki zamanda imanın ve mü’minlerin çarşısında yani Müslüman toplumunda hem yalan hem doğruluk beraber satılır olmuş. Neyin doğru neyin yalan olduğu artık bilinmeyecek hale gelinmiştir.
Nizam ve ahengi muhafaza için istikamet yani doğruluk şarttır. Dünya ve ahiret hayatının saadet ve selameti istikamete bağlıdır. İstikamet Kur’an’ın yoludur; nebilerin, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, fert olsun cemiyet olsun hem dünya hem de ahiretin akıl almaz tehlikelerine maruz kalırlar.
Terakkinin zembereği doğruluktur, hak ve hukuka riayet etmektir. Doğru, istikametli, hak ve hukuku bilen ve Allah’tan korkan bir insan, hiçbir kimseyi aldatmaz, haklarına tecavüz edemez. Bu gibi hisler ve meziyetler ruh ve kalbinden silinirse, yırtıcı bir canavar kesilir. İstikamet ulvi bir haslettir ki, eğer tecessüm etse bir melek olur, hıyanet de öyle kötü bir şeydir ki o da cisimleşse melun bir şeytan suretini alır.
Dipnotlar:
1) bk. Sözler, Yirmi Yedinci Söz.
2) bk. Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, X, 6.
3) bk. Hutbe-i Şamiye, Üçüncü Kelime.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"İşte, en çirkin şey, en güzel şeylerle beraber bir dükkânda, bir fiyatla satılsa, elbette pek âli olan ve hakikat cevherine giden sıdk ve hak pırlantası, o dükkâncının marifetine ve sözüne itimad edip körü körüne alınmaz." Bu cümlede "sıdk ve hak pırlantasının, o dükkancının sözüne aladanıp körü körüne alınması" teşbihini açıklar mısınız?
Bu zamanda insanlara güven kalmadığı için insana bakıp doğrulara almak yerine insandan sarfınazar edip sadece doğrulara odaklanmalı ve sadece doğruları almak gerekiyor.
Temsilde ki “dükkancı” ifadesi bu zamanda ki sahtekar ya da yalan söylemesi muhtemel insan tipini temsil ediyor. Bu zamanda insana değil hakikate bakılmalı ve öyle alınmalıdır.
Asr-ı saadette durum böyle değildi o zamanda insanda hakikatte bir birine uygun ve uyumlu idi yani o dönemde dükkancı sağlam ve sadık idi ondan ne alsan zarar etmezdin.
Mesela Ebu Hureyre (ra) bir hadis naklettiğinde acaba bu şahıs bizi kandırıyor mu diye bir vehim söz konusu değildi çünkü Ebu Hureyre (ra) sıdk ile yalanın mesafesinin sera ile süreyya gibi uzak olduğu bir dönemin ve iklimin adamı idi.
Bu zamanda kim ne derse desin mihenge vurmadan almamak gerekiyor yani şeriata uygun olup olmadığını test etmeden kimseden bir şey almamak gerekiyor. Bu zaman insanlarının hem yanılma hem de yanıltma imkanı çok fazla.