"Hapsin haricinde onlara faidesiz sevaplar, mes’uliyetli meşakkat verdiğinden..." İzah eder misiniz, sevap faydasız olur mu?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Aziz, sıddık kardeşlerim,"

"Sair yerlere nisbeten en sıkıntılı ve en soğuk olan bu hapsin zahmet ve meşakkatini çeken, elbette bu hapsin sebebinde derecesine göre bir kaçınmak meyli olacak. Fakat onun zâhirî sebebi olan Risale-i Nur'un o zahmet çekenlere kazandırdığı iman-ı tahkikî ve iman-ı tahkikî ile hüsn-ü hâtime ve şirket-i mâneviye ile yüzer adam kadar a'mâl-i saliha o acı zahmeti tatlı bir rahmete çevirdiğinden, bu iki neticenin fiyatı, sarsılmaz bir sadakat ve sebatkârlıktır. Onun için, pişman olmak ve vazgeçmek, büyük bir hasârettir. Şakirtlerin dünya ile alâkası olmayan veya pek az bulunanları için bu hapis daha hayırlıdır, bir cihette hürriyet yeridir. Ve alâkası bulunan ve idaresi yerinde olanlara, sarf edilen paraları muzaaf sadakalara ve geçirilen ömür saatleri muzaaf ibadetlere çevirmesinden, şekvâ yerine şükür etmeleri iktiza ediyor. Ve fakir ve zayıf kısmı ise, zaten hapsin haricinde onlara faydasız sevaplar, mes'uliyetli meşakkat verdiğinden, bu hayırlı, çok sevaplı, mes'uliyetsiz ve arkadaşlarının mütekabil tesellileriyle hafifleşen meşakkat, onlar için medar-ı şükrandır."(1)

Üstad Hazretleri burada, Risale-i Nur hizmetinden dolayı hapse düşen ve sıkıntılı ve meşakkatli hapis hayatına mahkûm olan talebelerine bir teselli veriyor. "Risale-i Nur'un tahkikî iman dersleri size her iki cihanın saadet kaynağı olan tahkikî imanı verdiği için, bu sıkıntılar bu nimete bedel az ve ucuz kalır" diyor. Bu yüzden, sabırlı ve metanetli olmalı, iman hizmetinden geri kalmamalısınız, demek sureti ile talebelerini teselli edip, gayrete getiriyor.

Hapse düşen talebelerden bazılarının dışarıda kurulu bir düzeni, bağı- bahçesi, işi - gücü var. Bazılarının ise maddî durumu iyi değil. Fakir ve gariplerin dünyaya olan alakası az olduğu için, hapiste olmaları ile dışarıda olmaları arasında fazla bir fark yok, hatta hapiste kazandıkları sevabı belki dışarıda kazanamayacaklar. Bu cihetten büyük bir kârda bile sayılırlar. Üstad, işini gücünü bırakıp hapse düşmek suretiyle mağdur olanların kaybı da inşallah sadaka ve hayır hanesine yazılır, diyerek, onları da bu şekilde teselli ve kuvve-i maneviyelerini takviye ediyor.

"Faydasız sevap" tabirine gelince:

Terör tehlikesi olmayan bir ilde askerlik yapıp nöbet tutan bir asker on sevap kazanırken, sınırda nöbet tutan bir asker yüz sevap kaznır. Çünkü tehlike büyüktür, her an bir saldırı ile karşı karşıyadır. Sınırda nöbet tutan askere nisbetle, faraza Ankara'da nöbet tutan askerin aldığı sevap farkı doksandır. Yani Ankara'daki asker Ankara’yı tercih etmekle kendisine faydası dokunamayacak doksan sevabı kaybediyor, sınırdaki asker ise kendine çok fayda verecek doksan sevabı kazanıyor. Yoksa -hâşâ- doğrudan sevaba “faydasız” denilmiyor, bu inceliği iyi anlamak gerekiyor.

Sıcak evinde rahat bir şekilde namazını kılıp zikirle meşgul olan bir kişinin aldığı sevap ile iman hizmeti için kelle koltukta mücadele eden, çeşitli sıkıntılara maruz kalan, hapishane köşelerinde namaz ve zikirle meşgul olan bir insanın alacağı sevap bir değildir, ikisi arasında çok azim bir fark vardır. Birisi milyon sevap kazanırken, diğeri daha az kazanıyor. Birisi çok faydalı uhrevî bir ticaret yaparken, diğeri sevabı daha az olan bir ticaret yapıyor.

(1) bk. Şualar, On Üçüncü Şua.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 3.099
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

fakirullah
Allahu a'lem bir manası da şöyle olabilir: Üstad Hz.(RA) ve talebelerin hapiste oldukları dönem, inkar-ı uluhiyet fikrinin Rusya'dan dünyaya ve ülkemize yayılmaya azim gayret edildiği bir dönemdir. Küfür öyle inatla, fenni tabirlerle servis edilmiştir ki imanın altı erkanını tamamıyla reddedecek bir fikir ve ruh yapısı o devrin -özellikle okuyan gençlerine- empoze edilmeye çalışılmış. Kainatın bir İlahı, bir Halıkı var, O Vahiddir, Ehaddir, gibi kavramlar inkar ettirilmeye çalışılmış. Yani erkan-ı imaniye tehlikeye girmiş, vicdan-ı umumi bozulmaya yüz tutmuş, şeairler teker teker kaldırılmaya çalışılmış. Dindar kesimde dahi bid'alara taraftarlık olmuş. Hayır ve şerrin tam birbirine karıştığı bir hengamede insan evinde oturup namazını kılsa, Kur'an okusa elbette sevap kazanır ama ortalıktaki o ahir zaman duhanından, fitnesinden gelen zulümat, ufunet, sersemlik, itikaddaki yanlışlıklar mutlaka sosyal hayatta karşısına çıkar, ona geri döner ve musallat olur. Onlardan kaçamadığı gibi içlerinde kalıp imanını tehdit edecek vartalara düşmemesi nerdeyse imkansızdır. Hoca Vehbi Hz(RA) tefsir alimiyken ihlas risalesi ile imanını kurtardığını ikrar etmiştir. Böyle bir atmosferde yapılacak en mantıklı şey: itikadı sağlam temeller üzerine oturtan Risalei nuru neşir ve azami sahib çıkmaktır, ta ki kendi imanı da kurtulsun, hem o fitnelerden mahfuz kalsın. Meşakkat çekmeyim de dinimi yaşayım derse, evet ibadeti olur, lain itikadda yanlışı varsa, ahir zamanda tabi olması gereken ehli sünnet ve’l cemaat itikadını taşımıyorsa, geçmiş olsun, o ibadet de kurtarmayabilir ki, 40da biri kurtulmuş diye risalelerde geçiyor. Onun için her zamanda en elzem olan itikadı, imanı sağlam elde etme vazifemize bakıp, ibadeti de birlikte devam ettirmek lazım -ve minallahittevfik.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
ufukalem
13. Şuada da geçen Acluninin naklettiği şu beyan hadis midir? Yoksa hadis gibi doğru kabul edilmiş bir söz müdür? “İşlerin en hayırlısı zorlu olanıdır.” el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:55.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)
Hadis olduğuna dair bir kayda rastlamadık.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...