"Hatt-ı Kur’ân’ın tebdiline karşı, Kur’ân şakirtlerinin bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur’ânîyi muhafazaya çalışması aynı senededir. Ve Kur’ân’ın mühim ezvâk-ı i’câziyesi aynı senede tezahür ediyor." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Tevafuk, iki şeyin birbirine uygun ve denk gelmesi demektir. Hususen tesadüfe verilme ihtimali olmayan ve arkasında İlâhî bir iradenin varlığı hissedilen denk gelmelere tevafuk denir.
Kur’an’daki tevafuk mucizesi ise, Kur’an’da bulunan toplam 2.806 adet “Allah” lafzının bazı müstesnalar hariç, birbiriyle tevafuk etmesidir. Kur’an’ın 604 sayfasının çoğunda “Allah” lafzı mükerrer olarak geçmektedir.
Bu lafızlar, her sayfada ya alt alta, ya karşılıklı sayfalarda üst üste ya da bir yaprağın iki sayfasında sırt sırta gelerek ya da sayfalar arasında birbirine tevafuk etmektedir. Rab, Kur’an ve Resul kelimelerinde de aynı tevafuk olduğu gibi, daha başka tevafuk çeşitleri de vardır.
İşte Kur’an'daki bu tevafuklar, Kur’an’ın mu’cize bir kitap olduğuna delildir. Bu tevafuklu Kur’an’ı, Üstad Hazretleri bizzat kendi yeni bir hat ile talebelerine yazdırmış ve hâlihazırda tevafuklu Kur’an olarak Hayrat Vakfı ve Hizmet Vakfı yayınları arasında piyasada bulunmaktadır.
Ezvak-ı i’caz; Kur’an’ın mucizevî cihetlerinin, insana maddî ve manevî bir keyif ve kuvvet vermesidir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
1351/1932 tarihine tekabül ediyor. Bu yılın neden Kur'an yılı olduğunu Üstad Hazretleri şu şekilde izah ediyor:
Kur'ân kelimesi, ebced hesabıyla 351'dir. İçinde iki elif var. Mahfî elif, "elfün" okunsa, "bin" mânâsındaki elfün'dür.HAŞİYE Demek 1351 senesine "sene-i Kur'âniye" tabir edilebilir. Çünkü, lâfz-ı Kur'ân'daki tevafukatın sırr-ı acibi, Kur'ân'ın tefsiri olan Risale-i Nur eczalarında o sene göründü. Ve Kur'ân'daki Lâfz-ı Celâlin i'câzkârâne sırr-ı tevafuku aynı senede tezahür etti. Ve bir nakş-ı i'câzîyi gösterecek bir Kur'ân'ın yeni bir tarzda yazılması, aynı senede oluyor. Ve hatt-ı Kur'ân'ın tebdiline karşı, Kur'ân şakirtlerinin bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur'ânîyi muhafazaya çalışması aynı senededir. Ve Kur'ân'ın mühim ezvâk-ı i'câziyesi aynı senede tezahür ediyor. Hem aynı senede Kur'ân ile çok münasebettar hâdisât olmuş ve olacak gibi... Yirmi Dokuzuncu Mektup
Ahmed Hüsrev Efendinin Yazmış olduğu kuran ve risale i nurlar tevafukludur.BAKABILIRSINIZ.
Bu konunun tavsilatı 29. Mektubun 3. ve 4. Meselelerinde detaylı izah edilmiş. Fakat mektubata ilgili yerler konulmamıştir. Bazı yayinevleri ( mesela ittihad yayınevi) bu bahisleri rumuzatı semaniye (29. Mektub/8. Mesele) kitabında basmişlardir. Orda 67 tane lafz-ı Kur'an tevafuku ve 160 lafz-ı Resul tevafuku gösterilmiş. Ve bu elfazın hangi satırlara denk getirilmesi gerektiğini gösterip tevafuklu Kur'an tarifi yapmış ve talebelerinden böyle bir Kur'an yazmalarını istemiştir.
Tam o yıllarda hattı Kuran yasaklanmaya çalışılmış, kıymeti gözden düşürülmeye gayret edilmiş, yerine ecnebi hurufu cebren ikame edilmeye çalışılıyordu. Camilerde Kur'an yerine tercümesi okutuluyordu.
Üstad hazretleri de Hattı Kur'an'ın i'cazini göstermek hem de İ'cazi Kur'an'ından insanların en avam tabakası olan ümmi gözlü tabakaya dahi hisse düştüğünü ispatlamak maksadıyla , inayeti Rabbani ve ilham-i İlahi vasıtasıyla iki sene bu tevafukat üzerine çalışmış.
Sual : En mühim hakaiki Kur'aniye ve imaniye ile meşgul olduğun halde neden onu muvakkaten bırakıp en ziyade manadan uzak olan hurufu hecaiyenin adedlerinden, tevafukatlarından bahsediyorsun?
Elcevap; Çünkü bu meşum zamanda Kur'an'ın bir temel taşı olan hurufuna hücum ediliyor ve onların tebdiline çalışılıyor.( 29. Mektubun 2. Makamı)
Bu mezkur yerleri mektubata koymayıp tehlike geçtikten sonra mahrem bırakmasının hikmeti şöyle olmak gerektir.
Bugünlerde Rumuzat-ı Semaniye'ye ait iki risaleyi ehemmiyetli talebelere, bir yere gönderdim.
Yol kapandı, gitmedi.
O iki risaleyi tekrar dikkatle mütalaa ettim.
Fikren dedim ki: "Bu zevkli, güzel, meraklı, şirin bir maksada giden bu tevafuklu yolda ne için sevkedilmeden perde indi, başka yolda sevkedildik, çalıştırıldık."
Birden ihtar edildi ki: "O gaybî esrarı açacak olan meslekten yüz derece daha ehemmiyetli ve kıymetli ve umumî ihtiyaca medar ve herkes bu zamanda ona şiddetle muhtaç ve İslâmiyetin temel taşları olan hakaik-i imaniye hazinesine hizmet etmeye ve istifadeye zarar gelecekti.
En büyük ve en yüksek maksad olan hakaik-i imaniyeyi, ikinci derecede bırakacaktı.
Onun için idi."
Kastamonu - 112