"Hattâ avam ve havas beyninde tearüf etmiş olan insanın letaif-i aşeresi, ehl-i tarîkın letaif-i aşeresiyle münasebetdardır..." Ruh diğer latifeleri de kapsadığı halde, neden ayrıca yazılmış? Sadece; ruh, letaif-i aşeredir denilseydi de olmaz mıydı?
Değerli Kardeşimiz;
Bazı âlimler, insanda bulunan "letâif-i aşere" yani "on latif duygu" havass-ı hamse-i zahirî ve havass-ı hamse-i bâtınadır, demişlerdir.
İnsanın zahir ve batın olmak üzere, iki sınıf duyguları vardır. Zahir duygular; ekseri olarak şehadet alemi denilen maddi ve cismani aleme bakıyor. Batıni duygular ise; ekseri olarak gaybi denilen ahiret alemlerine bakıyor, oralar ile irtibat halindedir.
Havass-ı hamse-i zahirî: Göz, kulak, burun, doku (deri) ve dil olmak üzere beş dış duyudan oluşur. Bu duyuların herbirisi bir aleme açılan pencere gibidir. İnsan bu pencereler ile o alemleri seyreder. Mesela; göz görüntüler alemine, kulak ise sesler alemine açılan pencerelerdir.
Havass-ı hamse-i bâtına: Akıl, kalp, ruh, vicdan ve latife olmak üzere beş iç duyudan oluşur. Bu duyular da tıpkı zahiri duyular gibi, manevi ve gaybi alemlere açılan birer pencereler hükmündedirler. Ruh alem-i erhava, kalp Allah’ın sonsuz cemaline, akıl manalar alemine açılan birer pencerelerdir.
Bunların dışında daha farkında olmadığımız veya idrak edemediğimiz çok duygu ve latifeler de vardır.
Bediüzzaman Hazretleri letâif-i aşere için; vicdan, a'sab, hiss, akıl, heva, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gazabiye gibi letaif-i kalb, ruh ve sırdır, demiştir.
Bediüzzaman Hazretleri Lem’a’lar adlı eserinde meseleyi şu şekilde ele almıştır:
"Letaif-i Aşere; İmam-ı Rabbanî kalb, ruh, sırr, hafî, ahfâ, insanda anasır-ı erbaanın her bir unsurdan o unsura münasib bir latife-i insaniye tabir ederek, seyr-ü sülûkta her mertebede bir latifenin terakkiyatı ve ahvalinden icmalen bahsetmiştir."
"Ben kendimce görüyorum ki, insanın mahiyet-i câmiasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letaif var. Onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hattâ hükema ve ülema-i zahirî dahi o letaif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zahirî, havass-ı hamse-i bâtına diye o letaif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar."
"Hattâ avam ve havas beyninde tearüf etmiş olan insanın letaif-i aşeresi, ehl-i tarîkın letaif-i aşeresiyle münasebetdardır. Meselâ vicdan, a'sab, hiss, akıl, heva, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gazabiye gibi letaif-i kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letaif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letaiften başka saika, şaika ve hiss-i kabl-el vuku' gibi çok letaif var."(1)
"Letâif-i hamse en dışta kalp, en içte ahfâ olmak üzere tasavvur edilir. Kalp latifesinin bedenle yani maddî âlemle, ahfâ latifesinin Cenâb-ı Hakk'la irtibatı bulunduğunu, kalbin bir yönünün maddî âleme, bir yanının ulvî âleme dönük olduğunu düşünen bazı Nakşibendî şeyhlerine göre bu beş latife arasında zâhir-bâtın ilişkisi vardır. Dıştaki içtekinin zahiri, içteki dıştakinin bâtını ve hakikatidir. Bu görüşte olanlara göre her latife diğerinden farklıdır, yani latifeler arasında farklılık özdedir."
"Öte yandan letâif-i hamsenin aynı latifenin mertebelere göre değişen isimleri olduğu, bazı mertebelerde ona kalp, beşeri kayıtlardan kurtulup saf olduğunda ruh, saflık artınca sır, daha da olgunlaşınca hafî dendiğini, letâifte öz itibariyle farklılık bulunmadığını söyleyenler de vardır. Çoğunluğun görüşü de budur.”(2)
İnsanda bulunan çeşitli latifelerden on tanesi değişik tasniflerle zikredilmektedir. Bir kısım âlimler beş duyu ile birlikte ayrıca; kalb, ruh, sır, hafi ve ahfa diye beş latifeyi de ilave etmek suretiyle ona tamamlamışlardır. Bediüzzaman Hazretleri bu on latifeyi şu şekilde saymaktadır: Vicdan, asab, his, akıl, heva, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kalb, ruh ve sır.
Bu mevzuda ruhun ve diğer letaifin ayrı ayrı mahiyetlerini tanımanın konumuza açıklık getireceği ümidindeyiz.
Ruh geneldir, kalp ve diğer letaif bu genel içinde özeldir. Örneğin ruh kalbi kapsar; ama kalp ruhu kapsamaz.
İnsanın parmağına bedenin bir parçası denilebilir, ama beden demek yanlış olur. Parmak bedendendir, ama beden değildir. Aynı şekilde kalp de ruhun bir hassesidir, ama ruh demek değildir.
İnsan mahiyetinin aslı ve esası; ruhtur. Ruh, bütün hasse ve duyguların efendisi ve yaşam kaynağıdır. Ruh basittir, bölünmez, parçalanmaz. Bu sebeple diğer latifeleri ruhun parçası olarak değerlendirmek doğru olmaz.
Her bir latifeyi bir ruh vazifesi olarak görmek daha yerinde olacaktır. Örneğin kalp, insan mahiyetinin merkezinde yerleşmiş, karar verme veya vermeme vazifesini gören akıl ve vicdan gibi kanallar ile beslenen bir latifedir.
Akıl dış alemden gelen verileri kalbe gönderir. Vicdan ise insanın fıtratına dercedilmiş, doğuştan gelen hakikat miyarıdır. Vicdan; bir nevi insanın iç aleminin mizanlarını kalbe gönderen bir iç kanaldır. Bu iki kanaldan gelen veriler ve malumatlar, kalp denilen latifede depolanır ve kalp bu verilere göre gelişir ve şekillenir.
Bir insana karakola gelmesi için bir pusula gönderilse, pusulada çağrılan şahsın her cihaz ve duygusu için bir ibare kullanılmaz. "Gözünü, kulağını, kalbini, ruhunu, ayağını, kolunu al da gel." denilmez, sadece "Mehmet buraya gel." denilmesi kafidir.
Ceset nasıl diğer organları taşıyan bir bütünse, ruh da tüm letaifi taşıyan fakat parçalanmayan bir bütündür. Ordunun bütün neferlerinin bir generalin ismiyle isimlendirilmesi generali ordunun dışına atmaz. Dolayısıyla sair latifeler yanında ruhun da zikredilmesi gayet uygundur ve belagatın muktezasıdır.
Dipnotlar:
(1) bk. Barla Lahikası, (270. Mektup).
(2) bk. Diyanet İslam Ansiklopedisi, Letâif-i Hamse Md., XXVII/143.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü