"Hem dininde bulunan bütün ibadatın bütün envaında en ileri ... hem ibtida ve intihayı birleştirerek yapması; elbette misli görülmez ve görülmemiş." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Hem dininde bulunan bütün ibâdâtın bütün envâında en ileri olması ve herkesten ziyade takvada bulunması ve Allah’tan korkması ve fevkalade daimî mücahedat ve dağdağalar içinde tam tamına ubudiyetin en ince esrarına kadar müraat etmesi ve hiç kimseyi taklit etmeyerek ve tam manasıyla ve müptediyane fakat en mükemmel olarak, hem iptida ve intihayı birleştirerek yapması, elbette misli görülmez ve görünmemiş." (Şualar, 7. Şua, 1. Makamın 16. Mertebesi)
"İptida" bir şeyin başlangıç kısmını, yani ham ve kuvve hâlini; "intiha" ise, o şeyin kemal bulmuş en son hâlini ifade eder. Başlangıç ile en son kemal arası âdetullah icabı uzun bir zaman ister. Bir şey kısa bir zaman diliminde iptidadan intihaya gidemez. Yani ham hâlden kemal hâle birden ulaşmak âdetullah açısından mümkün değildir.
Mesela; bir tamirci, ilk olarak mesleğe acemi ve çırak olarak başlar, yıllar sonra usta ve mahir bir sanatkâr olur. Kâinatta her şey bu kanuna tabidir. Her şey basitten mükemmele doğru tedricî bir şekilde, yani merhale merhale, yavaş yavaş kemale doğru ilerler. Hiç kimse bir anda basitken mükemmele ulaşamaz, yani tamirci çırağı bir anda usta olamaz.
Mesela, kaysı çekirdeğinin çekirdek hâli ibtidadır, bu çekirdeğin bir merhaleden sonra ağaç ve meyve olmuş hâli ise intihadır. Çekirdek ham hâlidir, ağaç ve meyve ise kemal hâlidir. Çekirdeğin toprağa atılması, Fettah ismi ile açılması, büyüyüp ağaç olması âdetullahtır.
Bu durum, iktisadî ve içtimaî sahada da böyledir. Mesela, Osmanlının ilk beylik hâli çekirdek ve ibtida hâlidir; üç kıtaya hükmettiği yükselme dönemi ise intiha hâlidir. Beylikten imparatorluğa gidiş merhalesi ise âdetullahtır.
Peygamber Efendimiz (asm)'in hayatında iptida ve intiha mucize şeklinde tezahür ediyor. Yani Allah vahiy gereği, âdetullah olan uzun zamanı kısaltıyor. Yirmi üç yıl gibi kısa bir süre içinde, o cehalet asrını saadet asrına çevirmesi, o bedevî ve cahil insanları diğer insanlara üstad etmesi, iptida ile intihanın birleşmesidir ve bu durum bir mucizedir.
Yine Peygamber Efendimiz (asm)'in, gaddar, öfke abidesi, kızını bile diri diri gömmekten çekinmeyen ve kibir ve cehalet içinde olan bir bedeviyi, bir iki saat içinde insanlığın en hayırlı, en adil, en merhametli ve en adaletli bir seviyesine taşıması, ibtida ile intiha seviyesine çıkarmak değil de nedir acaba?
Peygamber Efendimiz (asm)'in bu tarz mucizeleri çoktur; o (asm) bu kanundan müstesnadır. Peygamber Efendimiz (asm.) zamansız ve müddetsiz olarak bir anda, ibtida ile intihayı şahsında cem etmiştir. Yani bir anda çırak vaziyetinden usta vaziyetine girmiştir. Ümmî iken bütün insanlığa muallim olmuştur. Hiçbir şey bilmezken bir anda vahyin ikliminde allame-i cihan olmuştur. Çok kısa bir zamanda cahil ve âdetlerinde mutaassıp bir kavmi, insanların en şereflisi ve en medenisi yapmıştır.
İşte âdetullah kanununu delen bütün bu harika hâller birer mucizedir, Allah’ın birer ihsanıdır. Bunları gören her aklı başında insan, onun (asm.) hak peygamber olduğunu itiraf eder.
Hâlbuki bir toplumun ve bir insanın terbiyesi çok uzun bir zaman dilimini ve çok büyük bir gayret ve mücadeleyi gerektirir. Çünkü âdetullah bunu iktiza eder. İnsanlar bir anda mükemmele ulaşamazlar, tedricî bir şekilde yol alırlar. Akla dayanan ilimlerde durum böyledir. Uçak, radyo, TV. gibi maddi keşiflerin seyrine bakarsak bunu kolayca görebiliriz.
Dünyadaki adetullahın işleyişine göre, bir mesele önce nazarî olarak ortaya atılır, zamanla ya isbatı yapılır veya yanlış olduğu fark edilerek vazgeçilir. Peygamber Efendimiz (asm) ise, dinin esaslarını vahye dayanarak mükemmel olarak getirmiş ve talim etmiştir. Onun sisteminde ibadetlerin usulünde tedricî tekâmül değil, başta ve sonda aynı mükemmellik vardır.
Tabi ki Efendimizin (a.s.m) manevi tekemmül ve gelişmesi, buna dahil değildir. Onun (a.s.m) ve bütün ümmetin kıldığı namaz ve yaptığı ibadetler, usul ve işleyiş olarak aynı olsa da tekamül ve makam olarak devamlı farklılık arz etmektedir. Dünyada iken her geçen gün manevi makam devamlı artmakta olduğu gibi, ahirette de bu tekamül ve inkişaf gittikçe artacaktır.
Resul-i Ekrem Efendimiz ubudiyet hususunda da ibtida ile intihayı birleştirmiştir. Duada, ilticada, namaz ve niyazda da onun bir misli yoktur. Habib-i Kibriya Efendimiz (asm.)’in teknik ve içerik olarak ilk kıldığı namaz nasıl ise, son kıldığı namaz da öyledir. O ibadetleri yavaş yavaş kemale erdirmemiştir; ilk ibadeti ile son ibadeti arasında, kılınış ve işleyiş açısından bir fark yoktur. Yani getirdiği ibadetler deneme yanılma usulüyle basitten başlayıp gittikçe kemale ermiş değildir. İlk namaz neyse, usul olarak son namaz da öyledir.
Aynı şekilde Habib-i Edib Efendimizin bütün ahlak-ı hasenesi ve ulvi hasletleri de böyledir. Meselâ; O’nun tevazuu ilk başta nasıl idi ise, Mekke’nin Fethi’nde de öyle idi. Muzaffer bir komutan ve bir fatih olarak değil, boynunu devesinin boynuna değecek kadar eğerek tevazu içerisinde Mekke’ye girmiştir.
Hülasa; Resul-i Ekrem Efendimizin (asm) bütün fiiileri ve muamelatı böyledir.
İlave bilgi için tıklayınız:
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü