"Hem Sâni-i âlemin, asarın şehadetiyle nihayetsiz cemal ve kemali vardır. Cemal, hem kemal, ikisi de mahbub-u lizatihidirler; yani bizzat sevilirler..." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Hem Sâni-i Âlemin, asarın şehadetiyle, nihayetsiz cemal ve kemali vardır."

Cemal güzellik demektir, kemal ise üstünlük, meziyet, meharet gibi manalara gelir.

Güzellik denilince öncelikle çiçeklerin, denizlerin, yıldızların güzellikleri hatırımıza gelir. Bu ve benzeri bütün güzellikler manevî güzelliklerin tecellileri, akisleri, mazharlarıdırlar. Gördüğümüz bütün ilahi eserlerdeki güzellikler esma-i hüsnanın güzelliğinden gelmektedir. Hemen güzümüze çarpan bütün güzellikler Müzeyyin isminin tecellileridirler. Müzeyyin ismi güzel olduğu gibi, Kerim ismi de güzeldir.

Hayat verme güzel olduğu gibi dünya hayatına son verip berzah hayatına sevketme de güzeldir. Yani Muhyi ismi de güzeldir, Mümit ismi de…

Öte yandan, zalimleri kahretmek ve layık oldukları cezaları vermek de güzeldir, yani Kahhar ismi de güzeldir, Adil ismi de…

Sözlerden bir hakikat dersi:

"...O kemalin ziyası şuun ve sıfat ve esma ve ef’al ve âsâr perdelerinden geçtiği halde, şu kâinatta yine bu kadar hüsnü ve cemali ve kemali göstermiş." (Sözler, Otuz İkinci Söz, İkinci Mevkıf.)

Biz ilahi fiillerin ve isimlerin güzelliklerini asarın güzelliklerinde seyrediyoruz. Sadece bir misal verelim:

Terzik (rızıklandırma) fiili güzel olduğu için, onun tezahürüyle ortaya çıkan rızıklar ve onlarda tecelli eden Rezzâk ismi de güzeldir.

İlâhî fiillerin hepsinde kemâl ve cemâl birlikte iş görürler. Yani yaratılan her şey hem çok güzel hem çok mükemmeldir.

Esma ve fiillerin güzellikleri ve kemalleri ise sıfatların güzelliklerini ve mükemmeliyetini gösterir. Sıfat ve şuunatın güzelliği de zatın o mukaddes ve münezzeh güzelliğinden haber verirler ki, Üstadımızın işaret ettiği gibi, o güzelliğin bir dakika seyredilmesi (rü’yet) ehl-i cennete cenneti unutturmaktadır.

"… bütün kâinatta görünen bütün envâ-ı kemalat, onun kemâline nisbeten sönük bir zıll-i zaif suretinde âyât-ı kemali ve rumuz-u celali ve işarat-ı cemali olduğunu gösterir." (bk. age., Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam.)

"Cemâl, hem kemal, ikisi de mahbub-u lizatihidirler. Yani bizzat sevilirler."

Üstad Hazretleri, “Fıtrat-ı insaniyede cemâle karşı muhabbet, kemale karşı meftuniyet, ihsana karşı perestiş vardır.” (Lem’alar, On Birinci Lem'a.) buyuruyor. Güzel renklerle bezenmiş bir çiçeği yahut güzel ahlak sahibi bir insanı herkes sever. Keza, kim yapmış olursa olsun, mükemmel bir sanat eserini de herkes muhabbetle takdir eder.

Bu özellikleri insan kalbine yerleştiren Allah, kendi mukaddes cemalini ve kemalini, bütün akılların, hayallerin ve vehimlerin çok ötesinde münezzeh bir muhabbet ile sever. Sevdiği içindir ki onları tezahür ettirmek istemiş ve mahlukatı yaratmıştır.

“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim ve mahlukatı yarattım.” (Acluni, Keşfü'l-Hafa, II, 132.)

Burada Üstad Hazretlerinin çok önemli bir ifadesini hatırlamak gerekiyor: Fiilen bilmek.

“İnsan şuun-u İlahiyenin bir mikyasıdır.” hakikatinden hareket ederek, bu meseleyi kendi ruh âlemimizde bir derece anlayabiliyoruz. Sinan’ın ruhunda cami yapma kemali mevcuttu ve kendisi bunu biliyordu. Elbette, bu ilimden kendine has bir zevk de duyardı. Ama o ilmini fiiliyata döküp Selimiye’yi yaptığında, bundan ayrı bir haz duyduğu da muhakkaktır.

Allah’ın insan yaratmayı bilmesi onun bir kemâlidir ve gizli bir hazinedir. Bu ilminden mukaddes bir zevk duymaktadır. Ama hadis-i kudside bildirildiği gibi bu hazineyi açığa çıkarmak, yani ilmindeki insan mahiyetlerini yaratarak varlık sahasına getirmek dilemiş ve insanları yaratmıştır.

"Cemal, hem kemal, ikisi de mahbub-u lizatihidirler. Yani bizzat sevilirler." hakikatince, Allah kendi sonsuz cemal ve kemalini sevmiş ve onları “mütefekkir istihsan edicilere” de seyrettirmek için kâinatı yaratmıştır.

Masnuatını sever; çünkü masnuatının içinde cemalini, kemalini görür:

Allah her mahlukunu sever, zira o mahluku o yaratmış ve esmasına ayine kılmıştır. Bir mahluk ne kadar çok esmaya ne kadar ileri derecede mazhar kılınmışsa, değeri o nisbette tahakkuk etmiş olur ve Cenâb-ı Hak da o mahluku o tecelliler nisbetinde sever.

"Masnuat içinde en sevimli ve en âli, zihayattır. Zihayatlar içinde en sevimli ve âli, zişuurdur. Ve zişuurun içinde, câmiiyet itibarıyla en sevimli, insanlar içinde bulunur." (Sözler, Otuz Birinci Söz, Üçüncü Esas.) cümleleri, Allah’ın en çok insanları sevdiğini ifade ediyor. Zira Allah, insanı ahsen-ı takvimde yaratmış ve onda bütün esmasını tecelli ettirmiştir.

"İnsanlar içinde, istidadı tamamıyla inkişaf eden, bütün masnuatta münteşir ve mütecelli kemalatın nümunelerini gösteren fert, en sevimlidir." (bk. age.)

Bu cümle ile Allah’ın kâmil insanları, bunlar içerisinde de peygamberleri daha çok sevdiği ifade edilmiş ve peygamberler içerisinde de bu ilahi muhabbete kemaliyle Peygamber Efendimizin (asm.) mazhar olduğu ders verilmiştir. Nitekim bu mana bir sonraki cümlede çok açık olarak yer almıştır…

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 1.119
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...