"Hem üç mesele var: Biri hayat, biri şeriat, biri iman." İfadesinin delili nedir? Mehdiyetin üç dönemi olduğu ve bu dönemlerde de ayrı mehdiler geleceği ifade ediliyor!..

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İman: Materyalist ve inkârcı felsefe tarafından zedelenen ya da zaafa uğrayan itikadın, yeniden ihya ve inşa edildiği zaman, iman devresidir. Malum olduğu üzere, bütün ibadetler ve ahlak-ı hasene iman kuvveti üzerine inşa edilir ve onun neticesidir. İmanın temeli zayıf ise, ahlak ve ibadet binası da çürük demektir. Bu sebeple Mehdi bizatihi fikirleri ve eserleri ile iman üzerine teksif-i mesai edecektir.

Hayat: İman temelinin atılmasından sonra, ibadet ve güzel ahlakın hem fert hem de cemiyet üzerinde hayata geçirilmesine hayat devresi deniliyor. Artık insanlar imanın meyvesi olan ibadeti, kendi üzerlerinde gösteriyorlar demektir.

Şeriat: İslam’ın, hem siyasî hem içtimaî hem de iktisadî sahada söz sahibi olması, kuvvetlenmesi ve büyük bir güç haline gelmesidir. İslam, Asr-ı Saadette, Selçuklu ve Osmanlı’da olduğu gibi yeniden maddî ve manevî bakımdan büyük bir kuvvet haline gelecektir. Bu dönem, iman ve hayat merhalelerinin tedricî ve tabiî bir neticesidir.

Peygamber Efendimiz (asm)'in Mekke’de önce tevhid ve imanı anlatması, Medine’de hayat ve şeriatı tatbik etmesi, Üstad Hazretlerinin bu tespitine bir delil ve kaynak olarak gösterilebilir.

Ayrıca önce iman, sonra imanın neticesi olanı hayata geçirmek ve en sonunda şeriatın tesis edilmesi, delile ihtiyaç duymayan zaruri bir tertiptir. Bu yüzden, böyle zahir ve aşikâr şeyler için delil istenilmez.

Risale-i Nurlarda Mehdi’nin; müceddid ve büyük bir âlim olduğu, insanları küfrî ve fikrî dalaletten kurtarıp, asrın şartlarına uygun bir içtimaî ve siyasî yolları gösterdiği, hem Müslümanlara hem de insanlığa rehber olacağı ifade edilmektedir.

Bu zat bir çekirdek olup, nuranî bir ağaç şeklinde içtimaî hayatın şartlarına göre gelişip büyüyecektir. Bu da zaman ve mücadele ile olacaktır. Mehdi hakkında tasavvur edilen birçok vazifenin, onun bizzat kendi döneminde ve bizzat şahsı ile değil, sonraki dönemlerde cemaati ve takipçileri tarafından ifa edilecektir.

Bu vazifelerden avamca en mühim telakki edilen, Müslümanların müsbet olarak içtimaî ve siyasî terakkisidir. Bu da uzun vadeli bir iştir, onları yapmaya insan ömrü yetmez. Bu yüzden, mehdi avamca en mühim bir vazife telakki edilen bu vazifeleri kendisi göremeyecek, sonraki nesillere bırakacaktır. Bazı harika zatlar avamca mehdi gibi telakki edilebilir. Lakin bunlar mehdi değil, mehdinin vazifelerinin hameleleridir. Risale-i Nur'da istikbale matuf bazı ifade ve işaretler, bu içtimaî ve siyasî tebeddülatın şiddetli olduğu ve yaşandığı merhalelerdir. Yoksa bir şahıs ya da zata işaret manasında değildir.

Mehdi meselesi hadislerde mutlak bırakıldığı için, kat’î bir şey söylemek yanlış olur. Risale-i Nur'da mehdi bir şahıstan ziyade, bir cemaat olarak tarif ediliyor. İnsanların beklediği mehdi ise, bu cemaatin dümdarı ve çekirdeği hükmündedir. Cemaatin yol haritasını ve nasıl hareket edeceğini eserleri ve fikirleri ile gösterecek, onu takip eden cemaat ise o yola ve eserlere göre hareket edecektir. Zaten kâinattaki adetullah denilen kanunlara uygun olan mana da budur. Bizim Risale-i Nurlardan anladığımız mana da budur.

Kaldı ki, bu mesele imana taalluk eden bir mesele değildir ki, kanaat sahibini mes’ul etsin. Bazı büyük evliyalar bin yıl önce mehdinin çıktığını söylemişler. Şayet mes’uliyeti mucib bir durum olsa idi, bu mübarek evliyalar mes’ul olurlardı. Her meşreb sahibinin kendi rehber ve liderini mehdi görmesi gayet normaldir. Biz bunu saygı ile karşılıyoruz ve saygı ile karşılanması gerektiğine inanıyoruz.

"Meselâ, Hazret-i Mehdîye dair muhtelif rivayetler var. Tafsilât ve tasvirat başka başkadır. Halbuki, Yirmi Dördüncü Sözün bir dalında ispat edildiği gibi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vahye istinaden, herbir asırda kuvve-i mâneviye-i ehl-i imanı muhafaza etmek için, hem dehşetli hadiselerde ye'se düşmemek için, hem âlem-i İslâmiyetin bir silsile-i nuraniyesi olan Âl-i Beytine ehl-i imanı mânevî raptetmek için Mehdîyi haber vermiş. Âhir zamanda gelen Mehdî gibi herbir asır, Âl-i Beytten bir nevi mehdî, belki mehdîler bulmuş. Hattâ, Âl-i Beytten mâdud olan Abbasiye hulefasından, Büyük Mehdînin çok evsâfına câmi bir mehdî bulmuş. İşte, büyük Mehdîden evvel gelen emsalleri, nümuneleri olan hulefa-i mehdiyyîn ve aktâb-ı mehdiyyîn evsafları, asıl Mehdînin evsâfına karışmış ve ondan rivayetler ihtilâfa düşmüş."(1)

"Mehd-i Azam" tek bir şahıs olacak, ama ondan önce ve sonra da bir takım mehdi telakki edilecek parlak makam sahibi insanlar da bulunacak. Bunlara "mehdi" isminin verilmesi mahzurlu olsa idi, her asırda gelen mehdilerin olması mümkün olmazdı. Halbuki Üstadımız yukarıda "mehdiler" tabirini kullanmaktadır.

Yani "mehdiler" tabiri umumi manada yanlış bir tabir değildir. Mehdiyet safahatının yol taşlarını ifade eden güzel bir tabirdir. Çünkü bir şahsın gelip bütün meseleleri bir temas ile düzeltmesi adetullah açısından mümkün değildir. Böyle bir durum Peygamber Efendimize (asm) bile nasib olmamıştır.

Diğer bir husus, meczup, makamperest ve hayalperest nâdanlar, mazide de günümüzde de mehdi olmaya heveslenmişler. Şeriatı açıktan hiçe sayıp kendini mehdi zannedenleri gördüğümüz gibi, Ehl-i sünnetin usulünü hedmeden/yıkan, şiddete meyleden sahte mehdileri de görmekteyiz. Bunlara itibar etmemek gerekir.

Mehd-i Azam’ın kim olduğu, nasıl bir hizmet başlattığı bellidir. Boş heveslere kapılmanın bir manası yok, diye düşünüyoruz.

(1) bk. Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, Dördüncü Nükteli İşaret.

İlave bilgi için tıklayınız:

- MEHDİ GELMİŞ MİDİR?

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 5.710
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...