"Her asırda Kur'an'ın manaları iniyor." ifadesini nasıl anlamalıyız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Hakikatlerin, ihtiyaç noktasından çok aksamları vardır. Bir kısım hakikatler ekmek ve su gibi sürekli lazımdır, asla eskimez ve ihtiyaçtan düşmezler. Bazı hakikatler ise meyve gibidir, tazelendikçe ve yenilendikçe lezzet verir.

Kur'an'ın sabit ve değişmeyen hakikatleri; ekmek ve su mesabesinde olan imana dair meseleleridir. Bunlar her asırda zaruri olan ve ihtiyacı eskimeyen hakikatlerdir. Yalnız bu hakikatlerin ifade ediliş usulü ve şekli, her asra ve her döneme göre değişir. İmanın umumi ve kavi olduğu dönemlerde tezekkürü kâfidir. Ama imanın sarsıldığı ve zaafa uğradığı zamanlarda en kat’i delil ve bürhanlar ile teyit ve takviye edilmesi gerekir.

Mesela; günümüzde materyalist felsefenin tasallutu ile çoklar imanını kaybediyor. Bunun için çok kuvvetli bir tahşidat ve delile ihtiyaç gerekiyor, tezekkür kâfi gelmiyor. Bu yüzden, Risale-i Nurlar imana dair meselelere, delillerin bütün aksamı ile müthiş bir tahşidat, yani yığınak yapmıştır ki, materyalist felsefenin karşısında iman ehline sığınacak bir kale olsun.

Risale-i Nur'daki hakikatler, ekseriyetle bu zaruri ve eskimeyen hakikatler sınıfına girdiği için, her asra hitap edecek bir mahiyettedir, onun için asla eskimez. Risale-i Nur'daki hakikatler, sadece kuru bir ispatçılıktan ibaret değildir, içinde çok iman ve marifet mertebeleri de vardır. Tasavvuftan elde edilen kalbi hakikatlerden tutun, kelam ilminin yetişemediği çok hakikatler, Risale-i Nurlarda mukni bir şekilde akılları ikna, kalpleri tatmin ediyor.

Risale-i Nur; zannedildiği gibi klasik bir malumat tefsiri değildir, Kur'an'ın baki hakikatlerinin manevî bir tefsiridir. Onu aşkla, şevkle devamlı olarak okuyan binlerce insan bunu itiraf ediyor. Önyargıdan ve taassuptan uzak bir şekilde bakılırsa, bu hakikat gayet iyi anlaşılır kanaatindeyiz.

Hadis kaynaklarında Mehdi (ra)’in gelme zamanının; on dördüncü asır olduğu vurgulanıyor. Bu da miladi olarak on sekizinci asrın sonlarına, on dokuzuncu asrın da başlarına tevafuk ediyor.
Nitekim Üstad Hazretleri 1876'da doğmuş ve en dehşetli fitneler de, onun dönemi olan bin dokuz yüzlü yıllarda vuku bulmuştur. Başta Birinci Dünya Savaşı, sonra Rusya'da ateizm olan Komünizm’in kurulması ve dünyanın yarısını istila etmesi, ardından Anadolu’nun işgal edilmesi ve Osmanlının yıkılması ile yeni bir rejimin gelmesi, ardından müthiş İkinci Dünya Savaşı gibi müthiş ve çok dehşetli hâdiseler, on dördüncü asırda vuku bulmuştur.

Elbette hem insanlığın, hem de İslam âleminin çaresiz ve umutsuz olduğu bu dönemde, iman ve fikir noktasından insanlığa ve İslam âlemine nur ve kuvvet olacak Mehdi bu zamanda gelecektir.

"Yâ Risaletü'n-Nur ve Sözler sahibi! Bana bak. Gafil davranma! Bin üç yüz otuz ikide mücahedeye başla. Sözleri korkma yaz, söyle." Filhakika Said (r.a.) Hürriyetten sonra az bir zamanda mücahedesinde tevakkuf etmiş ise, bin üç yüz otuz ikide İşârâtü'l-İ'câz'ı telif ile beraber Eski Said'den sıyrılmak niyet edip yeni Said suretinde bütün kuvvetiyle mücahede-i mâneviyeye başlayıp, iki-üç sene sonra da Dârü'l-Hikmet-i İslâmiyede de bir-iki sene Hazret-i Gavs-ı Geylânî'nin şu vasiyetini ve emrini imtisal ederek envâr-ı Kur'âniyeyi neşretmiş. Lillâhilhamd, şimdiye kadar devam ediyor."

"Bu şâyân-ı hayret fıkrada câ-yı dikkat şu nokta var ki, Hazret-i Gavs, doğrudan doğruya altıncı asırdan şu asrımıza bakıyor. O altıncı asrın âhirlerinde Hülagû felâketi gibi feci, dehşetli meşhur fitnenin çok elîm ve feci ve kuburdaki emvatı ağlattıracak derecede dehşetli bir nev'i, şu on dördüncü asırda bulunuyor. Bu iki asır birbirine tevafuk ediyor ki, Hazret-i Şeyh ondan buna bakıyor."(1)

"Yani on dördüncü asr-ı Muhammedîde (a.s.m.) bin üç yüz kırk dokuz (1349) ve Rûmice bin üç yüz kırk yedi (1347)'de Arabî hurufunu terk edip, ecnebi ve acemi hurufuna İslâmlar içinde başlanacak. Hem umum, hem fakir ve zengin, emir ve işçi, çoluk ve çocuk gece dersleri ile o hurufu cebren öğrenecekler."(2)

Üstad'ın yukarıda verdiğimiz ifadelerinden de anlaşılacağı üzere; on dördüncü asır Mehdi ve Deccalın çıkacağı dehşetli zaman dilimidir. Bu da yukarıda da beyan ettiğimiz gibi; bin dokuz yüzlü yıllardır.

Dipnotlar:

(1) bk. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sekizinci Lem'a.
(2) bk. a.g.e. On Sekizinci Lem'a.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 3.947
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

tunayber

Üstad Mehdinin kendisinden sonra geleceğini ve aynı zamanda 1950 yıllarında yazdığı Emirdağ Lahikasında Mahkeme-i kübraya şekva ve müdafaatın bir haşiyesi olan parçanın hülasasıdır başlıklı bahisten sonra gelen bu mektupta, Bediüzzaman, daha önceki bir dizi mektubunda dile getirdiği bir söze şerh koyar. Bu söze getirilen şerh, şu şekildedir:... Şimdiye kadar ben yalnız iman hakikatını düşünüp Tarikat zamanı değil, bid;alar mani oluyor dedim. Fakat şimdi, sünnet-i Peygamberî dairesinde bütün on iki büyük tarikatın hülâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi. Hem ehl-i tarikatın en günahkârı dahi çabuk dinsizliğe giremiyor; kalbi mağlup olamıyor,Onun için onlar tam sarsılmaz, hakikî Nurcu olabilirler...

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...