"Kur’an’ın gizli hakikatleri her asırda olduğu gibi bu asırda da risalelerle iniyor." Ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Öncelikle şunu ifade edelim ki; Risale-i Nurları, Kur’an ile kıyaslamak ve ona denk tutmak, küfür ve sapkınlıktır. Peygamber Efendimiz lisanından dökülen hadis-i şerifler de dâhil, hiçbir beşer kelamı, Allah’ın kelamına yetişemez. Bu hususta Risale-i Nurlarda binlerce cümle ve ifadeler varken, Risale-i Nurları, Kur’an ile mukayese etmek, en büyük bir cehalet ve hamakattır.
Risale-i Nurlar, Kur’an-ı Kerim’in manevî ve hakikatli bir tefsiridir. Gayesi Kur’an’ın hem zahiri, hem de ince ve remzi manalarını, bu asrın insanlarına ders ve izah etmektir.
Üstad, Risale-i Nur'un mertebesinin ne olduğunu şu ibareler ile ifade ediyor:
"Birden hatıra geldi ki: Bu üç farkın sırrı ise Risaletü'n-Nur'un mertebesi üçüncüde olmasıdır. Yani vahiy değil ve olamaz. Hem umumiyetle dahi ilham değil, belki ekseriyetle Kur'ân'ın feyziyle ve medediyle kalbe gelen sünuhat ve istihracat-ı Kur'âniyedir."(1)
Bu ibarelerde, Risale-i Nur'un ne olduğu çok açık ve net bir şekilde ifade edilmişken, buraları nazara almadan, bir iki cümlenin siyak ve sibakını keserek, milletin zihnini bulandırmak, hakikat ve insaf ehlinin işi olamaz.
Daha mühim olan bir şey, ehemmiyetsiz olan şeyin gölgesi ve haysiyeti altında gitmez, bilakis ona meydan okuyup, rakibane tavra girer. Risale-i Nurların (hâşâ) Kur’an'dan daha mühim olduğuna dair bir iddiası olsa idi, altı bin sayfası içinde, mutlaka bir ifadesi ya da meydan okuması olurdu. Tam aksine Risale-i Nurlar, baştan sona kadar, hep Kur’an’ın ehemmiyetini ve üstünlüğünü anlatır. Hatta Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu ve üstünlüğünü İslam tarihinde, Risale-i Nurlar kadar açık ve kati ispat eden başka bir eser de yok denilebilir.
"Hadis-i şerifte varid olduğu gibi, her âyetin birer zâhir ve bâtın ve her zâhir ve bâtının birer had ve muttalaı ve her had ve muttalaın çok şücun ve gusunu vardır.(İbni Hibban, Sahih 1:146; el-Münavî Feyzü'l-Kadîr, 3:54) Ulûm-u İslâmiye buna şahittir. Bu meratibin her birinin birer derecesi, birer kıymeti, birer makamı vardır; temyiz lâzımdır. Lâkin tezahum yoktur.(2)
Kur’an ve hadislerin içinde dürülü ve kapalı olan çok manalar vardır. Bu dürülü ve kapalı manalar, icaz kıvrımlarının içinde saklı olmasından, ehli olmayanlar onları göremiyor, böylece onlara gaybi hükmüne geçiyor. Tıpkı bir göz doktoru ile sıradan bir adamın, göz hakkındaki malumatları gibi. Sıradan bir adam için, gözde çok gaybi ve bilinmeyen şeyler vardır; ama bir göz hekimi, gözdeki nice sırları görüyor. Birine gaybi olan, diğerine malum oluyor.
İşte ilim ve manevî kemalat vasıtası ile bazı nuranî ve mübarek zatlar, kuvve-i İlmiyye ve kalbiye ile Kur’an ve hadisin o icaz kıvrımlarının içinde dürülü ve saklı olan ince ve derin manaları, keşf ile ilan ediyorlar. Hem Kur’an ve hadisin harikalarına işaret, hem de muhtaç olan sinelere imdat ve şevk veriyorlar. İşte bu manaları Üstad şöyle ifade ediyor:
"تَنْزِيلُ الْكِتَابِ cümlesinin sarîh bir mânâsı; Asr-ı Saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mübînin nüzulü olduğu gibi, mânâ-yı işârîsiyle de, her asırda o Kitab-ı Mübînin mertebe-i arşiyesinden ve mu’cize-i mâneviyesinden feyiz ve ilham tarîkiyle onun gizli hakikatleri ve hakikatlerinin burhanları iniyor, nüzul ediyor diyerek, şu asırda bir şakirdini ve bir lem’asını cenah-ı himayetine ve daire-i harîmine bir hususî iltifat ile alıyor."(3)
Yoksa -hâşâ- "Risale-i Nurlar Cebrail (as) vasıtası ile bana vahiy şeklinde nazil oluyor" demiyor. Böyle bir cümleyi, Risale-i Nurlar Kur’an'dan üstündür manasına çevirmek hakikaten en büyük bir cehalettir. Aslında bu iddiayı ciddiye almak bile doğru değildir. Burada bir saptırma olduğu da açıktır.
Üstad; “bize iniyor” demiyor; “iniyor” diyor. İkincisi “feyiz ve ilham yolu ile iniyor” diyor. Vahiy demiyor ki, böyle bir mana çıkarılsın. Nitekim çoğumuz bu manaya gelen ifadeler kullanırız. Mesela, “kalbime şu mana indi”, “aklıma birden geldi”, “Allah kalbine şu ifadeleri damlattı” gibi ifadeleri bizler de kullanırız. Şimdi bu ifadelerden yola çıkarak, bu sözlerin sahibi peygamberlik mi iddia ediyor diyeceğiz?
Risale-i Nurlar, vahiy sureti ile inmiş tabiri, çok çirkin ve esassız bir tabirdir. Vahiy, sadece peygamberlere gelir. Risale-i Nurlar vahiy sureti ile değil, ilham şeklinde yazılmıştır. "Üstad, ilham vasıtası ile Kur’an’ın gizli ve işari manalarını bize sunmuştur" tabiri daha uygun bir tabirdir. Zaten cümlede vurgulanan husus da bu manadadır.
Kaldı ki, bu mana sadece risaleler için geçerli değildir, mücedditlerin ve müfessirlerin kaleme aldığı bütün tefsirler için geçerlidir. Yani onlar Kur’an’ın gizli ve derin hakikatlerini ortaya çıkarmışlardır. Bediüzzamanın kullandığı ifadelerin orijinal şekli şöyledir:
"Üçüncü nokta: Resâili’n-Nur baştan başa ism-i Hakîm ve Rahîmin mazharı olduğundan, bu üç âyetin âhirleri ism-i Hakîm ile ve gelecek yirmi beşinci dahi Rahmân ve Rahîm ile bağlamaları münasebet-i mâneviyeyi cidden kuvvetlendiriyor. İşte bu kuvvetli münasebet-i mâneviyeye binaen deriz ki: تَنْزِيلُ الْكِتَابِ cümlesinin sarîh bir mânâsı; Asr-ı Saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mübînin nüzulü olduğu gibi, mânâ-yı işârîsiyle de, her asırda o Kitab-ı Mübînin mertebe-iarşiyesinden ve mu’cize-i mâneviyesinden feyiz ve ilham tarîkiyle onun gizli hakikatleri ve hakikatlerinin burhanları iniyor, nüzul ediyor diyerek, şu asırda bir şakirdini ve bir lem’asını cenah-ı himayetine ve daire-i harîmine bir hususî iltifat ile alıyor."(4)
Allah’ın mahlûkatı ile konuşmasının külli ve cüzi çok mertebeleri ve dereceleri vardır.
Mesela bir başbakan, milli eğitim bakanı ile görüşürken, sadece milli eğitim bakanlığının makam ve mertebesi ile görüşür. Hitabı ona göre şekillenir. Milli eğitim camiasından olan bir öğretmenle görüşürken, konuşma biraz daha özelleşir, hususiyet kesp eder. Başbakanın bütün milleti nazara alarak yaptığı millete sesleniş konuşması ise; umumi ve külli bir hitaptır. Milli eğitim bakanı ile görüşmesi ulusa sesleniş hitabına göre biraz daha hususilik arz eder; ama bir öğretmenle konuşmasına nispetle külli hükmündedir. Yani konuşmasının küllî ve cüz’i olması bu manayadır.
Has bir isim ile konuşması ise; milli eğitim dairesinin başöğretmeni konumuna işaret ediyor. Yani başbakan, diğer daire ve bakanların da başbakanı iken, burada sadece bir isim ve sıfat ile konuşmuş oluyor. O da milli eğitim bakanlığının başöğretmen sıfatı ve ismidir. Aynı şekilde adalet bakanı ile görüşürken de adliye dairesinin başı sıfatı ile konuşur vesaire. Bu dairelerden bir şahsı nazara alarak konuşması ise, en cüz’i ve hususi konuşması olmuş oluyor. Bazen de, şefkat sıfatı ile bir vatandaşın evine misafir olup, onun hususi ve şahsi dertlerini dinlemesi ve onunla konuşması buna misaldir.
İşte bu misaldeki gibi Kur'an, tabiri caiz ise bütün insalara sesleniş gibi külli ve umumi bir hitaptır ve bütün isim ve sıfatların namına yapılan bir mükâlemedir. Bunun manası; Kur'an belli bir kavme ve belli bir döneme hitap etmiyor olmasıdır. Bütün zaman ve kavimleri nazara alan bir hitaptır.
Ama diğer kitap ve suhuflar öyle değildir; onlar belli bir zamanı ve kavmi nazara alıyor. Bu yüzden, cüz’i ve hususi kalıyor. Allah’ın bir veli ile veya bir melek ile ilham suretinde konuşması, başbakanın bir vatandaşın evine misafir olup onunla hususi ilgilenmesi gibidir. Ya da bir öğretmenin arzu ve şikâyetlerini dinleyip, bunu değerlendirmesi has bir sıfatla, has bir adamı dinlemek demektir. İşte Allah’ın bütün mahlûkatı ile makam ve konumuna göre bir konuşması ve hitabı vardır. Bu konuşmaların da aralarında makam ve kuvvet farkı vardır. Elbette bir başbakanın bir derneği temsilen gelen bir adamı nazara alması ile bir şahsın hususi bir durumunu nazara alması arasında çok büyük bir fark vardır. Allah’ın, Azrail ve Mikail (as) ile konuşması ile bir arı ile konuşması elbette bir değildir.
"Birinci Temsil: Bir sultanın iki çeşit mükâlemesi, sohbeti, görüşmesi vardır. İki tarzda hitabı, iltifatı vardır. Birisi: Âmi bir raiyetiyle cüz’î bir iş için, hususî bir hacete dair, has bir telefonla sohbet etmektir. Diğeri: Saltanat-ı uzma ünvanıyla ve hilafet-i kübra namıyla ve hâkimiyet-i âmme haysiyetiyle ve evamirini etrafa neşir ve teşhir maksadıyla, o işlerle alâkadar bir elçisiyle veya o evamir ile münasebetdar büyük bir memuru ile konuşmaktır, sohbet etmektir. Ve haşmetini izhar eden ulvî bir fermanla bir mükâlemedir."
"İşte وَ لِلّهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى şu temsil gibi: Şu kâinat Hâlıkının ve Mâlik-ül Mülk Vel Melekût’un ve Hâkim-i Ezel ve Ebed’in iki tarzda mükâlemesi, sohbeti, iltifatı vardır. Birisi cüz’î ve has, diğeri küllî ve âmm…" (31.Söz)
Bir sultanın, biri şahsî hayatı ve ilgi duyduğu hususi işleri, diğeri ise memleketin idarecisi olması şeklinde iki ayrı yönü vardır. O sultan, mesela edebiyata ilgi duymuş olsun. Bu sahada yetişmiş büyük bir edibi huzuruna alıp sohbet ettiğinde bu sohbet hususîdir, "o kişinin sultanı olma” mertebesiyle ve o sanata ilgi duyma cihetiyledir. Bu sohbetin meyvesi de yine o sohbete münhasır kalır; başkalarına sirayet etmez.
O Sultanın devlet yetkilileri ile görüşmesinde durum çok farklıdır. Bu sohbet umumu ilgilendirmektedir ve sohbetin neticesinde alınan kararlar da umuma tatbik edilir. Bu görüşmenin de çok mertebeleri vardır. Mesela, o sultan falan şehrin valisiyle görüşüyorsa, bu görüşme “o şehrin sultanı olma” cihetiyle bir görüşmedir ve konuşmalar da o şehrin meseleleri ile alakalıdır. Ama sultan sadrazamla görüşüyorsa, bu görüşme “umum memleketin sultanı” unvanıyla bir görüşmedir. Alınan kararlar da bütün ahaliyi ilgilendirir, herkese şamil olur.
Bazı kimseler şahsî ibadetlerine büyük hassasiyet göstererek, haramlardan ve şüphelilerden hassasiyetle kaçınarak Allah’ın rızasına nail olurlar. Allah’ın böyle sevgili bir kulunun kalbine ilhamda bulunması, onunla bir nevi konuşmasıdır ve bu konuşma “o kişinin Rabbi” unvanıyladır. Bu veli kul, ilim ve irfanda daha ileri mertebelere çıkıp insanlara hakkı ve hakikati bildirmekle vazifeli kılındığında, Allah’ın onunla konuşması bulunduğu muhitin Rabbi unvanıyladır. Onlara faydalı olması için kendisine hem faydalı ilim, hem hikmetli hareket ilham edilir.
Allah’ın peygamberlerle ilham yoluyla konuşması o kavmin Rabbi olması itibarıyladır. Kitap sahibi peygamberlerde bu konuşma çok daha ileri derecede tahakkuk eder, ama yine de zamanla ve o kavimle sınırlıdır.
Bu noktada en geniş daire ahir zaman peygamberliği dairesidir ve zaman olarak da kıyamete kadar devam edecek bir tebliğ ve irşad söz konusudur. Bu en geniş dairenin irşadıyla bütün enbiyanın sultanı olan Resûllullah Efendimiz (asm.) görevlendirilmiştir ve kendisine en büyük ve en son kitap olan Kur’ân'la hitap edilmiştir.
Allah’ın ilham tarzında mahlûkatı ile konuşması, nasıl Kur’an ve sünnet ile sabit ise; aynı şekilde vahiy vasıtasıyla peygamberlerle konuşmasının ilhamdan farklı ve üstün olduğu hususu da Kur’an ve sünnetle sabittir. Bir velinin ilhamını, bir peygamberin vahyi ile kıyaslamak, dalaletten başka bir şey olmadığı gibi, velinin ilhamını vahiy geliyor şeklinde lanse etmek de ifsat ve münafıklıktan başka bir şey değildir.
Said Nursi Hazretlerinin ilhamen yazdığı Risale-i Nurları vahiymiş gibi gösterip insanların zihnini bulandırmak, fitne ve fesattan başka bir şey değildir. Risale-i Nurları okuyanlar, Kur’an ve Hz. Peygamber (asm)'in hakiki manasını ve mertebesini görür. Risale-i Nurların onlara hizmet etmekten başka bir gayesinin olmadığını anlar. Böyle yolunu şaşırmış bidat ehli adamların mesnetsiz iddialarına gereken tafsili cevap sitemizde zaten yayınlanmaktadır. Tafsilatı için o yazılara bakılabilir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Risale-i Nur Külliyatı'na Yönelik İtirazlar ve Cevaplar.
Dipnotlar:
(1) bk. Şualar, Birinci Şua, Yirmi Dördüncü Ayet ve Ayetler.
(2) bk. Muhakemat, Birinci Makale, Onuncu Mukaddeme.
(3) bk. Şualar, Birinci Şua, Yirmi Dördüncü Ayet ve Ayetler.
(4) bk. age.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü