"Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun hem mevcudiyeti, hem umum sıfatları, hem ekser isimleri,.." Sıfat için "umum", isim için "ekser" denilmesine değinerek; devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Çünkü, gelecek makamatta beyan ve ispat edileceği gibi, Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun hem mevcudiyeti, hem umum sıfatları, hem ekser isimleri, hem rububiyet, ulûhiyet, rahmet, inâyet, hikmet, adalet gibi vasıfları, şe’nleri, lüzum derecesinde âhireti iktiza ve vücub derecesinde bâki bir âlemi istilzam ve zaruret derecesinde mükâfat ve mücâzât için haşri ve neşri isterler."
Allah’ın varlığı, ahiretin varlığını iktiza eder. Çünkü sonsuz cemal ve kemal sahibi bir Zat cemal ve kemalini hem kendi görmek ister hem de başka nazarlara göstermek ister. Bu da sonsuz bir âlemin yani ahiretin varlığını iktiza eder.
Allah’ın sıfatları hem tek tek hem de umumu itibarı ile yine ahiretin varlığını iktiza eder. Mesela, sonsuz kelam sıfatı sonsuz bir şekilde konuşacak muhataplar ister. Sonsuz basar sıfatı sonsuz tecelli etmek ister. Sonsuz semi’ sıfatı sonsuz tecelli etmek ister ve hakeza. Diğer irade, ilim, kudret ve hayat sıfatları da bu şekilde sonsuz ahiret hayatını iktiza ederler.
Aynı şekilde Allah’ın sonsuz isimleri de ebedî bir hayatı lüzum derecesinde iktiza eder. Üstad'ın isimler için umum değil de ekser ifadesini kullanmasının sebebi her ismin ahireti lüzum derecesinde istemesi aynı açıklıkta aynı sarahatte olmadığı içindir. Bazı isimler çok açık ve berrak bir şekilde ahireti iktiza ederken, bazı isimler de dolaylı ve hafi bir şekilde ahireti iktiza ediyor.
Mesela, Adl ismi ahireti en zahir ve en sarih bir şekilde iktiza eden bir isim iken, Muhsin ismi aynı sarahatte değildir. Muhsî ismi her şeyi sayıp tafsilatıyla tespit eden demektir.
Allah’ın Adl ismi kâinattaki sonsuz adâlet tecellisi ile hem Allah’ın varlığını ispat eder, hem de âhiretin vücudunu iktiza eder. Zira bu dünyada mazlum hakkını almadan, zâlim de cezasını çekmeden göçüp gidiyorlar. Hâlbuki nihayetsiz adâlet bu haksızlığa müsaade etmez, demek bunların hesabının görüleceği başka bir diyar vardır. Yani Allah’ın sonsuz adâleti ahiretsiz olmaz.
Allah’ın şuûnat dediğimiz Zat-ı Akdesine mahsus şe’nler de ahireti vacib seviyesinde iktiza ediyorlar. Mesela, sonsuz rahmet ve inayet Allah’ın zatında hem bir isim hem de bir şuûnattır. Şefkati sonsuz olan Allah’ın bekaya aşk derecesinde bağlı olan kullarını yok ederek ebedî hüsrana uğratması rahmetin şe’nine uygun düşmez, O’nun yüce şanına ve şuûnatına yakışmaz.
Kısacası Allah’ın her bir ismi ve sıfatı âhiretin varlığını vacip ve zaruret derecesinde iktiza ediyor.
"Evet, madem ezelî ve ebedî bir Allah var; elbette saltanat-ı ulûhiyetinin sermedî bir medarı olan âhiret vardır." (1)
Saltanat-ı ulûhiyet; Allah’a mahsus olduğu gibi, meselâ, rezzâkiyet saltanatı da O’na mahsustur. Ondan başka Rezzâk yoktur. Aynı kâinat fabrikasından hem rızıkları süzüp yaratıyor hem de rızıklananları… Sofrayı yaratan da O, misafirleri yaratan da…
Rubûbiyet ve Rezzâkiyet gibi, Hâlıkıyet, Mâlikiyet, Hâkimiyet, Müdebbiriyet, Musavviriyet saltanatları da O’na mahsustur.
Bu saltanatlar İlahî fiillerin her biri için de aynen geçerlidir. İhya ve imate fiilleri ayrı birer saltanattan haber verirler. Ondan başka hayat veren ve hayatı alan yoktur. Tasvir, tezyin, tenvir de ayrı birer saltanatı ders verirler. O’ndan başka Musavvir ve Müzeyyin yoktur. Güneşin sûretini takan ve onu ziya ile süsleyen Allah olduğu gibi, çiçeğe o güzel sûreti veren ve renklerle bezeyen de O’dur.
Saltanatın varlığı kadar devam etmesi de çok mühimdir. Saltanatın bütün haşmeti ve kemali ile edilip teşhir edileceği ve ebedî olarak devam edeceği mekân ise, âlem-i ahirettir..
Zira sonsuz bir Ulûhiyet saltanatının, gelip geçici, fani, kararsız bir memleket ile kendini izhar ve ilan etmesi mümkün değildir. Ahiret hayatı bu açıdan saltanat-ı ulûhiyetin sermedî ve kararlı bir memleketi olacaktır.
Allah ezelî ve ebedî olduğu gibi; O’nun sıfatlarının tecelli edeceği saltanatının devamlı olacağı ahiret de ebedî olacaktır.
(1) bk. Şualar, Dokuzuncu Şua.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü