"Her şey maddedir. Madde hep vardı ve var olacaktır. Madde düşünceden önce de vardı. Düşünce beynin ürünüdür. Beyin bir maddedir. Dolayısıyla insanı madde yarattı. İnsan maddenin ürünüdür..." diyenlere Risale-i Nur ne der?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bu mesele gayet uzun bir mesele olup Risale-i Nur Külliyatına, hususen, Yirmi Üçüncü Lem'a, Yirmi İkinci Söz, Otuzuncu Söz'ün Zerrat bahsine havale ediyoruz. Risalelerden yola çıkarak birkaç küçük izahı numune olarak takdim edelim.

Her şey boş ve manasız diyen felsefe, Allah’ı ve Allah’ın kainat üstünde tecelli eden isim ve sıfatlarını inkar ediyor. Kainattaki o harika ve mükemmel sanat mucizelerini zerrelerin, bugünkü ifadesi ile, atomların, tesadüfi hareketlerinden oluştuğunu iddia ediyorlar. Mesela elma, nar ve mısır gibi meyveler toprak, hava, su ve ateş gibi unsurların içindeki atomların tesadüfen bir araya gelmesinden oluşuyormuş gibi batıl zanlara kapılıyorlar.

Tıpkı her tarafından hikmet ve güzel mana fışkıran bir kitabın katibini inkar edip, o kitabı katibin kullanmış olduğu kalem ve kağıda vermek gibi bir cehalet örneği gösteriyorlar. Yani bir satırında, bir cümlesinde harika, mükemmel sanat ve manalar bulunan bu kitabı, şu kağıt, kalem ve mürekkep yazmış diyorlar. Buna elbette çocuklar bile güler geçer.

Aynı şekilde kainat ve kainat içindeki her bir mahluk Allah’ın harika ve mükemmel birer hikmetli kitabı hükmündedir. Allah bu kitaplarını zerreler mürekkebi, unsurlar kağıdı ve sebepler kalemi ile icat ediyor. Allah’ın bu malzemeler ardında hakiki iş gören isim ve sıfatları inkar edip, o harika sanat ve kitapları malzemeler hükmünde olan sebeplere ve zerrelere isnat etmek, cehaletin en aşağı makamı olsa gerek. İşte zerrelerin üstünde parlayan bu muazzam sanat ve hikmetler açık bir dille; Allah’ın varlığını ve isimlerinin manalarını izhar ve ilan ediyorlar. Zerreler adeta bir tellal gibi tevhidi, avazı çıktığı kadar ilan edip haykırıyorlar.

Mesela, bir elma içinde çalışan zerre, elmanın o harika sanatının yanında, harika bir rızık hakikatini de ilan ettiği için, hem Allah’ın Zatını, yani varlığını, hem de Rezzak ismini ispat ile ilan etmiş oluyor. Elma üstünde nakışları görünen her bir isme ayrı ayrı şahitlik ediyor. Elmanın, şekli ile Musavvir ismine; intizamı ile Nazım ismine; sanatı ile Sani ismine; nimet olması ile Kerim ismine vs,... hepsine ayrıca işaret ve beşaret ediyor. Diğer sanatları da buna kıyas edebiliriz. Ene ve Zerre Risalesi olan Otuzuncu Söz bu hakikati daha etraflı ve kapsamlı bir şekilde izah ediyor. Tafsilat için orası mütalaa edilebilir.

Tabiat kavramı kainattaki kanunların toplamından hasıl olan, insanın hayali bir kurgusu ve zihni bir tasarımıdır. Allah, kainatta işlerini ve icraatlarını sebepler eli ile yaptığı için ve kanunlar eşliğinde icraatlarını tatbik ettiği için, sebepler zahiren insanların yüzeysel nazarında icraat ve işlerin hakiki sahibi ve mucidi gibi duruyor. Üstad Hazretleri, bu manaya “iktiran” diyor. Yani iki şeyin sürekli beraberce bulunması demektir. Mesela bulut ile yağmurun iktiranı; yani beraberce istihdam edilmesi buna örnek olabilir.

İşte, insanlar bu kanunlara, sebeplere ve beraberce bulunmalarına ünsiyet ve ülfet ettikleri için zamanla neticeyi sebepten bilmeye başlıyorlar ve Allah’ın her bir sebep arkasındaki rububiyetini ve uluhiyetini göremiyorlar. Bu da zamanla insanın akıl ve kalp dünyasında Allah’ın unutulmasına ve gafletine sebebiyet veriyor.

İnsanların bu kısır bakışı ve bir takım günahları, insanın kalbinde ve manevi aleminde bir takım kirlenmelere ve paslanmalara yol açıyor. Bu gibi arızalar ve yüzeysel bakış açıları zamanla tabiatın hakiki mucit ve yaratıcı olduğu fikrini insan zihnine empoze ediyor ve tabiat bataklığına yuvarlatıyor.

Diğer bir husus; Allah, insan fıtratını, hakkı ve doğruyu aramak için elverişli yaratıp ona göre cihazlar ile donatmıştır. İnsan, fıtratının gereği olarak bütün dikkat ve gücüyle hakkı ve doğruyu ararken, bazen batıl önüne çıkar. Zira bu alemde hayır ile şer, hak ile batıl, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin beraber bulunuyor. Hatta bazen yan yana iç içe bulunabiliyor. İnsan da dikkatini hakka odakladığı için, batıl dikkatten kaçıp, insanın fikir ve gönül alemine sızabiliyor. Artık fikir ve gönül alemine girdiği için, onu hak zannedip sıkı sıkıya sarılıyor. Şayet fikir ve gönül aleminden çıkarıp tarafsız ve objektif baksa, onun hak değil, batıl olduğunu görecek.

Ramazan hilaline dikkat kesilmiş ihtiyar bir zat, saçından eğilmiş hilale benzeyen kılı hilal zannedip, "Hilali gördüm" diye yemin etmiş. Halbuki gördüğü şey, saçından eğilmiş, hilali andıran bir kıl. Demek insan bazen tebei bir bakışla koca ayı saç teli ile karıştırabiliyor. İnsan da hakka odaklanmışken, bazen batıl dikkatten kaçıp hak suretinde gönül dünyasına sızabiliyor.

İlliyet ve maluliyet: (Determinizm, Nedensellik) Olay ve vakaların birbirine belirli bir şekilde bağlı olması, her şeyin bir sebebi olması ya da her şeyin bir sebebe bağlanarak açıklanabilir olması ya da belli sebeplerin belirli sonuçları doğuracağı, aynı sebeplerin aynı şartlarda aynı sonuçları vereceğini iddia eden felsefi bir kavramdır.

Bu felsefeye göre kainatta her şey sebeplerin tasarrufunda ve idaresindedir. Allah’ın kainat üzerindeki tedbir ve tasarrufunu inkar ediyorlar. Bir nevi, sebepleri ilahlaştırıyorlar. Neticeyi sebepten biliyorlar. Risale-i Nur'un en birinci hedefi, bu batıl felsefeyi çürütmektir. Risale-i Nur'un ekser parçaları bu fikri kati deliller ile çürütüyor.

Lakin önemli bir nokta var, o da şudur: Üstad Hazretleri sebepleri inkar etmiyor, sadece sebeplerin ilahlaştırılmasını reddediyor. Sebepler neticeleri yaratmıyor, sadece onların teşekkül ve yaratılmasında vasıtalık ve araçlık yapıyor. Allah kainatta sebepler vasıtası ile iş yapıyor. Bu yüzden kainatta sebepler bir sünnetullah ve adetuulah nevinden sabit ve daimidirler. Allah bu nizamını bozmuyor, sürekli ve devamlı yapmıştır. Zaten determinist felsefeyi yanıltan da bu kanun ve sebeplerin istikrar ve devamlılığıdır. Yani aynı neticenin aynı sebeple sürekli beraber olmaları insanların ekseriyetini yanıltmıştır.

Halbuki, elma ağacı, elmanın; arı, balın; inek, sütün, üzerinden bir katrilyon yıl da geçse mucidi ve yaratıcısı olamaz. Üstad Hazretleri bu noktayı nazara veriyor. Yoksa sebeplerin varlığını ve devamlılığını inkar etmiyor. Hatta Risale-i Nur'un önemli bir delili bu sebeplerin sürekli ve devamlı olmasıdır. Zira kanunların ve sebeplerin sürekli olması bir nizamı gösterir. Nizam ise Nazımı akla ispat eder.

Kainatta her netice bir sebep vasıtası ile yaratılıyor. Sebepsiz bir netice yoktur. Allah kainatta sebeplerle iş görmeyi kendine adet edinmiştir. Yani kainatta sebep sonuç ilişkisi hakimdir; bu hakikati yukarda izah etmiştik. Lakin Allah sebepleri gayet derecede zayıf ve kuvvetsiz, neticeyi ise gayet derecede kuvvetli ve sanatlı yaratmıştır. Bunun hikmeti insanlar neticeyi sebepten bilmesinler diyedir. Yani, "Neticeyi tanzim edip yaratan sebepler değil, Allah’tır." mesajını vermek için, sebepleri gayet adi ve basit, ondan hasıl olan neticeleri ise gayet sanatlı ve güzel yaratmış.

Sebeplerin zayıf, sebepten hasıl olan neticenin kuvvetli olduğuna milyonlarca örnek verilebilir. Mesela, bir köy ahalisini, bir asker zorla bir yere sevk edebilir. Burada sevk kuvveti askerin şahsından değil, askerlik münasebeti ile dayandığı ordu kuvvetinden geliyor. Bu yüzden asker kendi namına değil, ordu namına bu işi yapıyor denilir. Yoksa aksini iddia etmek hamakat olur. Zira bir askerin şahsi kuvveti yüz bin insanı zorla sevk etmeye yetmez.

Yine tohum ve çekirdek Allah’ın kudretine bir perde, bir sebeptir. Yoksa mucit ve yaratıcı değildir. Çekirdek ve tohumun mahiyeti gayet basit ve zayıf iken, çekirdek ve tohumdan hasıl olan ağacın mahiyeti ise gayet mükemmel ve ağırdır. Böyle bir sebebin, böyle bir neticeyi yaratıp, bütün işlerini tedbir ve idare etmesi mümkün değildir. Öyle ise çekirdek ve tohum her şeye kudreti yeten bir Zatın memuru ve hizmetkarıdır; tıpkı asker örneğindeki gibi.

Mercimek tanesi büyüklüğünde olan hafızanın, milyonlarca levhayı ve resimleri muhafaza etmesi küçük bir et parçasının işi değil, Allah’ın kudretinin bir harikası ve işidir. Şayet insanın yaşamı boyunca bütün görüp duyduğu şeyleri şu tırnak kadar et ve ondaki hücreler arşivliyor dersek ve oradaki harika kudret ve tasarrufu, o adi et parçasına ve şuursuz hücrelere havale edersek tam bir akılsızlık etmiş oluruz.

Her bir sebebin netice karşısında aciz ve zayıf durması Allah’ın kudret ve tasarrufuna işaret eden bir levha, bir ayettir. Ya da sebep ile sebepten hasıl olan netice arasındaki büyük boşlukta, Allah’ın isim ve sıfatları güneş gibi doğar ve kendini ilan eder. Bu boşlukta parlayan sıfatları görmemek ve Allah hakkında marifete ulaşamamak tam bir hamakat ve cehalettir. Elma gibi harika bir netice ile elmaya sebep olan ağaç arasındaki boşluğa bin bir tane güneş, yani bin bir ism-i İlahi sığar; bunları okumak gerekir.

Elmanın güzel bir şekle sahip olması, mükemmel bir tasvircinin elinden çıktığını gösterir. Elmaya sebep olan ağaca iyi bir ressam veya iyi bir tasvirci demek mümkün olmadığına göre, bu şekil ve tasvir hakikatinden Allah’ın Musavvir ismi doğar. Yani elma ile elma ağacı arasında buna benzer çok işlem ve fiiller vardır ki, bu her bir işlem ve fiil bir isme dayandığı için, o ismi ispat edip, akla gösteriyor. Diğer işlem ve fiilleri de tasvir fiiline kıyas ederek tefekkür edebiliriz.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 5.245
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...