"Her zaman iyileri himaye ve fenaları ve yalancıları tokatlamak, rububiyetin bir âdeti olmasından..." ile "Zalim izzetinde mazlum zilletinde kalıp buradan göçüyorlar." ifadesi zıt değil mi?
Değerli Kardeşimiz;
"Evet, bu kâinatta, gözümüz önünde bu muntazam tasarrufatı içinde adalet ve hikmetle ve rahmet ve inayet ve himayetle her zaman iyileri himaye ve fenaları ve yalancıları tokatlamak, rububiyetin bir âdeti olmasından, ef'âl-i Rahmâniyet muktezasıyla bir Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânı, Muhammed (a.s.m.)'in eline vermesi ve bine yakın mucizelerin pek çok envaını ona vermesi;.." (1)
Bir insanın ortalama altmış yıllık hayatında çektiği eza ve cefalar, başına gelen sıkıntı ve musibetler; adalet, rahmet ve hikmetle muamele gördükleri yanında çok az kalır. Dolayısı ile kâinatta galip ve asıl olan adalet, rahmet ve hikmetle muameledir, sıkıntı ve musibetler bunun yanında çok cüz’î kalır. Yani kâinatta hayır küllî iken, şer cüz’îdir, cüz’îye bakarak küllî görmezden gelinemez.
Yirmi yaşına gelmiş bir delikanlıya; "Anne ve baban bu yaşına kadar sana nasıl davrandı?" diye sorulsa, onlardan gördüğü cüz’î cezaları ve yediği küçük tokatları nazara almayarak "iyi ve müşfikane davrandı" diyecektir. Allah’ın kâinattaki muamelesi de bu şekildedir.
Adalet: Kelime olarak zulüm etmemek, herkese hakkını vermek ve her şeye lâyık olduğu muameleyi yapmak manalarına geliyor. Üstad Hazretleri adaleti şu şekilde tarif ediyor:
"Adalet iki şıktır. Biri müsbet, diğeri menfidir. Müsbet ise, hak sahibine hakkını vermektir. Şu kısım adalet, bu dünyada bedahet derecesinde ihatası vardır. Çünkü, Üçüncü Hakikatte ispat edildiği gibi, her şeyin istidat lisanıyla ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla ve ıztırar lisanıyla Fâtır-ı Zülcelâl'den istediği bütün matlubatını ve vücut ve hayatına lâzım olan bütün hukukunu mahsus mizanlarla, muayyen ölçülerle bilmüşahede veriyor. Demek adaletin şu kısmı, vücut ve hayat derecesinde kat'î vardır."
Müsbet adalet; her şeyin yerli yerine konulması ve her hak sahibine hakkının verilmesi demektir.. Mesela; kuzunun bedenine aslan ruhu, aslanın bedenine de kuzu ruhu yerleştirmek adalete uygun olmaz. Bu aynı zamanda hikmete de aykırı olur.
Bu açıdan bakıldığında; kâinatın umumunda mükemmel bir ölçünün ve adaletin gözetildiği anlaşılır. Yani kâinattaki bütün ahenk ve ölçüler, intizam ve kaideler hepsi adaletin bu şıkkının tezahürüdür. Her şey mutlak adalet ve ölçü içinde yaratılmıştır. Böyle mutlak adalet ve ölçü sahibi olduğu, kâinat ile sabit olan bir zatın, -adaletsiz olacak olan- ahireti yaratmaması düşünülemez, mesajı verilmek isteniyor. Bu açıdan bakıldığında adalet kâinatta yüzde yüz hükmediyor.
"İkinci kısım, menfidir ki, haksızları terbiye etmektir. Yani, haksızların hakkını, tazip ve tecziye ile veriyor. Şu şık ise, çendan tamamıyla şu dünyada tezahür etmiyor. Fakat o hakikatin vücudunu ihsas edecek bir surette, hadsiz işarat ve emarat vardır. Ezcümle, kavm-i Âd ve Semûd'dan tut, ta şu zamanın mütemerrid kavimlerine kadar gelen sille-i tedip ve te'ziyâne-i tâzip, gayet âli bir adaletin hükümran olduğunu hads-i kat'î ile gösteriyor." (2)
Adaletin bu şıkkı dünyada tam tecelli etmiyor, bu yüzden de ahiretin vücudu ve inşası gerekiyor. Yani Üstad Hazretlerinin birinci cümlesi adaletin birinci şıkkına bakarken, ikinci cümlesi adaletin ikinci şıkkına bakıyor, dolayısı ile bir tezat ve tenakuz bulunmuyor.
Dipnotlar:
(1) bk. On Beşinci Şuâ, Üçüncü Medrese-i Yusufiye'nin Tek Bir Dersinin Üçüncü Kısmı.
(2) bk. Onuncu Söz, Onuncu Hakikat, Haşiye.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü