"Herhalde o kitabı bazılara ders verecek, ta o kıymettar kitap manasız kalıp beyhude olmasın... " İnsanların ders almaması o kitabı neden manasız bırakıp, beyhude ediyor?
Değerli Kardeşimiz;
Rızıkları yaratıp ondan faydalanacak muhtaçları yaratmamak hikmete zıt olduğu gibi, bu âlemde her şeyi nice manalarla, hikmetlerle doldurup onları anlayacak akıl sahiplerini yaratmamak da hikmete muhaliftir.
Cenâb-ı Hak, zatı itibariye hiçbir şeye muhtaç değildir. Ancak esma için durum biraz farklıdır. İsimler tecelli isterler. Şu var ki, tecelli istemek başka, buna muhtaç olmak daha başkadır. Üstadımız "Rahîm ismi şefkat etmek ister, Rezzak ismi rızık vermek iktiza eder, Latif ismi lütfetmek istilzam eder." (Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, İkinci Makam.) buyurur.
Bir rızkı, mesela bir elmayı yaratmak Allah’a mahsus büyük bir mucizedir. Meyve ağacını bütün bir kâinattan süzmek, o ağaçtan da meyveyi süzmek ve üçüncü bir süzme ile de meyvenin içinde çekirdeğini süzüp yerleştirmek her biri ayrı bir kudret mucizesidir. Ancak, o meyveyi yiyecek varlıkları yaratmasa o elma rızık olmaz, sadece bir sanat eseri olarak kalır. Bu ise bütün bu sanatları neticesiz kılar. Arz ettiğim gibi Allah’ın hikmeti buna müsaade etmez. Cenâb-ı Hakk'ın kendi kemalatını seyretmesi esas olmakla birlikte, bu meyvenin yenilmesi halinde hem Rezzak, Rahmân, Kerîm gibi çok isimler tecelli edecek, hem de o yenilen meyveden et, kemik, saç, kan vesair şeylerin yaratılmasıyla da ayrı isimler tecelli edecek ve böylece Cenb-ı Hak kendi cemal ve kemal-i manevisini daha mükemmel bir aynada temaşa etmiş olacaktır.
Manevi cemal ve kemal ancak aynalarda görülür ve bilinir. Mesela, sehavet bir kemaldir, ama görünmez; ancak fakirlerin yedirip içirilmelerinde o cemal müşahede edilir. Cenâb-ı Hakk’ın da bütün esma ve sıfatları son derecede manevi cemale ve kemale sahiptirler. Bunların görünmesi ve bilinmesi ise ancak mahlukat aynalarındaki tecellilerle olur.
Birçok insan küfür ve dalalet sebebiyle, bir kısmı da gaflet ve sefahat sebebiyle bu mevcudat aynalarını hiç seyretmezler. Burada peygamberlik müessesesi devreye giriyor. Cenâb-ı Hak bu kâinat kitabını peygamberlere derecelerine göre okutuyor, ondaki esma ve sıfat tecellilerini seyrettiriyor. Sonra o mümtaz zatları insanlık âlemine muallim yapıyor. O vazifeli zatlar, gönderildikleri kavmin kabiliyeti nisbetinde o kitabın manalarını ders veriyorlar. Bu noktada Allah Resûlünün (asm.) en büyük muallim olduğuna şu ifadelerle işaret ediliyor:
"Hem o acip kitabı bütün maanisiyle, hakaikiyle ders verecek birisini, en birinci sahifeden ta nihayete kadar üstünde ders vere vere geçirecektir."
"... Hem umumunu, en âmm nazarlı, en külli şuurlu, en mümtaz istidatlı bir ferde ders verecektir." (Sözler, Otuz Birinci Söz, Üçüncü Esas.)
İşte mi’rac bu hakikat derslerinin tümünün alındığı mukaddes yolculuğun ismidir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü