Hizmet adına ufak günahlar, yani şer olan şeyleri işliyoruz; eğer yapmazsak büyük bir hayırdan vazgeçmiş olacağız. Şeklinde bir içtihat doğru mu?
Değerli Kardeşimiz;
Mutezile imamlarının çıkmaza girdiği "şerr'in yaratılması" meselesini Bediüzzaman şöyle iafde etmektedir:
"Halk-ı şer şer değil, belki kesb-i şer şerdir. Çünkü, halk ve icad umum neticelere bakar. Bir şerrin vücudu çok hayırlı neticelere mukaddeme olduğu için, o şerrin icadı, neticeler itibarıyla hayır olur, hayır hükmüne geçer."(1)
Yaratma noktasından, şer ve çirkin diye bir şey yoktur. Her şey ya bizzat güzeldir ya da neticeleri itibarı ile güzeldir. Bu noktadan bakıldığı zaman, hakikatte ve yaratma hususunda şer diye bir şey yoktur. Şerri binlerce hikmete ve maslahata binaen yaratmak şer ve çirkin değil, ancak yaratılan o şerri irtikâp etmek şerdir ve çirkinliktir.
Ateşin faydalarından biri yemeklerimizi pişirmesidir. Onun en büyük ve en mühim vazifesi ise; cehennemde kâfirleri, müşrikleri ve din düşmanlarını yakması olacaktır. Şeytan ateşten yaratıldı, kendini üstün görüp kibirlendi, Âdem’e secde etmediği için İlâhî rahmetten kovuldu ve arzusu üzerine kendisine kıyamete kadar insanlara musallat olma, onları yoldan saptırma izni verildi. Ona dokunan ve ona uyan yanar, dokunmayan, uymayan ve onunla mücadele eden ise manen terakki eder, Rabbinin rızasına nail olur.
Şeytanlar, meleklere ve hayvanlara musallat olmadığı için onların makamları sabittir. Eğer insan nefsine kötülüğü emretme özelliği verilmemiş olsaydı ve ona şeytan musallat edilmeseydi, insanların manen terakki etmeleri söz konusu olmaz, dereceleri de meleklerdeki gibi sabit kalırdı.
Bu müsabaka meydanında firavunlardan enbiyaya kadar uzun bir terakki mesafesi vardır. Nefis ve şeytanla mücadele cennet gibi ebedî bir saadeti netice verir. Eğer şeytan ile mücahede olmasaydı elmas ve kömür hükmündeki kabiliyetler aynı mertebede kalırlardı. Kabiliyetler bu mücahede sayesinde inkişaf etmektedir. Demek şeytanın yaratılmasında büyük hikmetler gizlidir.
Şerlerin yaratılması şer değildir, şerri işlemek şerdir. Ateşe dokunan yanar, dokunmayan aynı ateşte yemeğini pişirir. Elini yakan kişi, ateşin yaratılışı şerdir diyemez.
Küçük bir zarar gelmesin diye büyük bir faydayı netice verecek bir işi terk etmek, büyük bir zarardır: “Hayr-ı kesir (büyük hayır) için, şerr-i kalil (küçük şer) kabul edilir” mühim bir kaidedir.
Vatanımızın bekası ve milletimizi selameti için nice kahraman vatan evlatlarımız şehit düşüyor, içimiz yanıyor. Eğer asker ve polis şehit düşmesin diye cihat terk edilirse, yarın daha büyük felaketler yaşanır, devletin bekası tehlikeye düşer ve telafisi mümkün olmayan daha büyük şerlere kapı açılır.
Hem meselâ yağmur yağdırılmasında binlerce güzel neticeler ve hikmetler vardır. Yağmurun biraz fazla yağdırılması durumda bazen sel baskınları olabiliyor. Bazı kimselerin evini su bastı, tarlasına zarar verdi diye; “‘Yağmur rahmet değil, şerdir” denilmez.
Onun için hikmet ve hayır, küçük zararlara ve şerlere bakmaz, neticede hâsıl olan küllî hayra bakar.
Kötülük ve şer insana göredir. İnsanın nazarıyla, niyetiyle, inanıp inanmamasıyla ilgilidir. O halde, şerlerin kaynağında nefs-i emmare olduğunun bilinmesi, yaratılış bakımdan insanın aidiyetini doğru olarak tespit etmesi, yüzünü, fena ve faniden bakiye çevirmesi, yanlış ve vehmi bilgilerden kurtulup doğru bir şuura erişmesi için lazım gelen ilk adımı oluşturmaktadır. Bediüzzaman'a göre çare imandadır, çünkü eğer iman olmazsa, nasıl ki kör, sağır ve dilsiz bir adama göre her şey ölüdür ve şerdir; öyle de imansıza her şey madumdur, zulümatlıdır. Kısaca şer ve zulüm, insanın dünyanın hangi yüzüne bakacağı ile alakalıdır.
Dünyanın esma-i İlahiyeye bakan yüzünde zeval, firak, adem ve şer yoktur. Ahirete bakan yüzde dahi mevt ve zeval değil, hayat ve beka cilveleri vardır. Ancak dünyanın üçüncü yüzünde fena, zeval ve şer gözükebilir. Aslında insanın imtihanı eşzamanlı olarak devam edip gitmektedir. Bakılması gereken yüze bakamayanların gözüne, sürekli olarak fena, zeval ve şer görünmektedir. Daha kötüsü, o gözlerin sahipleri dünyayı, bu manadada kaybettikleri gibi, ahiretlerini de kaybetmektedirler.
Eğer hayrı kesiri işlemek, şerri kalile girmeden mümkünse en güzel yol budur. İslamiyet'in belirlediği bir takım kırmızıçizgiler vardır. Bunlar haram olarak telakki edilir. Bunlar da şariin, yani şeriat sahibinin emri olduğundan, bazı kılıflar uydurarak bunların azını işlemekle külli hayırlara gitmemiz doğru değildir. Çünkü ulaşmak istediğimiz doğruya şayet ulaşamazsak, o zaman o işlediğimiz haramı temizlemeyi nasıl gerçekleştireceğiz.
Bir kimse fedakârlık yapıp külli hizmetler için nefsinin arzularını bir kenara bırakarak, daha iyiye ve daha güzele ulaşmak için, belli bir süre veya ömür boyu bir takım fedakârlıklarda bulunabilir. Bediüzzaman Hazretleri Âlem-i İslam'ın tüm sıkıntılarını kendi omuzunda hissedip evlenmeye bile zaman bulamaması buna en güzel bir misaldir.
Talebelerinden biri bir gün Üstad hazretlerine; "Seyda sen niye evlenmedin?" diye sorar.
Bediüzzaman Hazretleri hep başka maksadda, insanların imanını kurtarmak davasında olduğundan; "O da mı vardı?" diye ifade buyurması dikkat aver bir hâdisedir. Ancak kişi sünneti ifa edeyim diye farz olan bir şeyi terk edemez. Terk ederse mesul olur. Bu nefsin ve şeytanın bir aldatması olur.
(1) bk. Lem'alar, On Üçüncü Lem'a, Yedinci İşaret.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
İki farz arasında Müslüman kalırda bunlardan birini yapmak zorunda kaldığı durum olabilir mi? Eğer olursa, bu durumda ne yapmalı; büyük hayır hangisindeyse onu mu yapmalı; diğerini yapmamalı mı?
İki farzın aynı anda yapılması durumu söz konusu değildir. Çünkü, bu kaldırılamayacak bir yüktür. Böyle bir durum normal olarak mümkün değildir. Ama tembelliğimizden dolayı iki farzı bir anda icra etmek durumuna düşebiliriz. Bu da bizim hatamızdır. Tabi ki burada tercihimizi, dediğiniz tarzda yapmak lazımdır.