"Halk-ı şer şer değil, kesb-i şer şerdir." İnsan dalaleti seçer ve Allah onu yaratırsa bu şer olmaz mı, dalaleti yaratmak nasıl hayır oluyor? Şerri yaratmak şer değilse hayırdır, şerrin yaratılmasındaki hayrı göremiyorum...

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Halk-ı şer, şer değil, kesb-i şer şerdir." Yani şerrin yaratılması şer değil, şerrin işlenmesi şerdir.

Aslında yaratma noktasından şer ve çirkin diye bir şey yoktur. Her şey ya bizzat güzeldir ve hayırdır, ya da neticeleri itibarı ile güzeldir. Lakin insanlar bu manayı tam göremedikleri için, Allah zahirde şer ve çirkin gibi görünen şeylerin arasına sebepleri perde olarak koymuştur. Yoksa sebepleri mucid ve yaratıcı olarak tayin etmemiştir. Yani şerlerin yaratılması tamamen Allah’ın kudreti iledir, sebepler sadece bir perdedir. Sebeplerin perde olması haksız şekvaların ve itirazların men edilmesi içindir.

Hayrı da şerri de yaratan ancak Allah’tır. Lakin hayra rızası var, şerre ise yoktur.

Kaldı ki hayır ve şer dediğimiz, yapılan işin, işlenen fiilin Allah’ın emir ve rızasına uygun olup olmamasıyla alakalıdır. Yani, bunlar fiilin kendisiyle değil, sıfatıyla alakalıdır. Şöyle ki:

Konuşma, görme, işitme, yürüme hepsi birer fiildir. Hayır olsun şer olsun bütün bu fiilleri yaratan Allah’tır. İşlenen fiil, Allah’ın rızasına uygun ise "hayır", aksi halde "şer" olur. Zaten Allah’ın birliğine iman eden bir insan, onu bütün bu işlerin, bu fiillerin tek yaratıcısı olarak bilir.

İnsan bir işi yapmayı sadece arzu eder ve cüz’î iradesini o işi yapmaya sarf eder; neticeyi yaratan ise Allah’tır. Hakikat böylece bilinmezse ortaya şöyle bir tezat çıkar: Aynı fiil "hayır" olunca Allah tarafından yaratılır, aksi halde başkası tarafından olur.

Görme fiilinin yaratıcısı Allah’tır. Göz fabrikası onun, ışık hammaddesi onun, görülen bütün eşya da onundur. O halde bir insan neye bakarsa baksın, hayırlı bir iş olan görmeyi yaratan Allah’tır. Baktığı helal ise bu bakış “hayır” olur, haramsa kendi hakkında “şer” olur.

Şerrin yaratılması şer değildir; şer olan, onu kesb etmek, yani şerri kazanmak, ona yönelmek ve onu irade etmektir. Rahman ismi gibi, Kahhar ismi de güzeldir; güzel olmayan, kahrı gerektiren isyanları işlemektir.

Suç işlemek şerdir, ama suçluyu hapse atmak şer değildir. Nur Külliyatı'nda bu hakikat açıklanırken enteresan bir misal verilir:

Ateş. Ateşin yaratılması şer değildir; ateşin binlerce faydası bunu ispat eder. Şer olan, ateşe temas etmek, onunla yangın çıkarmaktır. Ateş misalinin hemen ardından söz şeytana getirilir ve şöyle buyurulur:

"Şeytanların icadı, terakkiyat-ı insaniye gibi çok hikmetli neticeleri olmakla beraber, sû-i ihtiyarıyla ve yanlış kesbiyle şeytanlara mağlûb olmakla, 'Şeytanın hilkati şerdir.' diyemez."(1)

Bu misalin en dikkat çekici yönü, şeytanın da ateşten yaratılmış olmasıdır. Demek ki, ateşe dokunmak gibi, şeytanın vesveselerine kapılmak ve ona mağlup olmak da şerdir. Yoksa şeytanların yaratılması şer değildir. Zira bütün manevi terakkilerin temelinde, nefis ve şeytanla cihad etmek yatar.

İçeriden nefis, dışarıdan şeytan... Bu iki düşmanına rağmen, istikamet yolunda giden insan, manen çok terakki eder. Onun ruh ikliminde nice çiçekler açar, nice meyveler yetişir. Demek oluyor ki, nefsin de şeytanın da yaratılmaları güzeldir; güzel olmayan, nefse uymak ve şeytana aldanmaktır.

Ocağın büyük gözünde yemek pişer, küçüğünde çorba. Şeytan ve nefis de iki ateş gibi. Onlara dokunan yanar, dokunmayan hem yemeğini pişirir hem de manen pişer. Elini yakan kişi, ateşi kendine şer yapar, "ateşin yaratılışı şerdir", diyemez.

Ateşin en büyük ve en mühim vazifesi; cehennemde kâfirleri, müşrikleri ve din düşmanlarını yakmak olacaktır.

Şeytanlar, meleklere ve hayvanlara musallat olmadığı için, onların makamları sabittir. Eğer şeytan yaratılmasaydı ve nefis olmasaydı kişinin manen terakki edip en yüksek mertebelere çıkması ve kemale ermesi mümkün olmazdı. Eğer insan nefsine kötülüğü emretme özelliği verilmemiş olsaydı ve ona şeytan musallat edilmeseydi, manen terakki söz konusu olmaz, dereceleri de melekler gibi sabit kalırdı. Elmas ve kömür hükmündeki kabiliyetler aynı mertebede olurdu. Kabiliyetler nefis ve şeytan ile mücahede sayesinde inkişaf etmektedir.

Bu müsabaka meydanında firavunlardan enbiyaya kadar uzun bir terakki mesafesi vardır. Nefis ve şeytanla mücadele cennet gibi ebedî bir saadeti netice verir. Bu hikmete binaen, şerlerin yaratılması şer değildir, şerri işlemek şerdir.

Mesela, yağmurun yağdırılmasında binlerce güzel neticeler vardır. Yağmurdan zarar görenler, yağmura "rahmet değildir" diyemez.

Sel gibi afetlerin, derenin önüne yapılan evimize zarar vermesi, yağmurun suçu değildir. Kendi ihmalimizin ve suçumuzun bir neticesidir. Bizim hanemize zarar gelmemesi için, "keşke yağmur olmasa idi ya da yağmasaydı" desek, o zaman bir tek cüz’î zarar gelmemek için küllî bir hayır ve faydayı yok etmiş oluruz.

Onun için hikmet ve hayır, küçük zararlara ve şerlere bakmaz, neticede hasıl olan küllî hayra bakar, ona göre yaratır. Bu mana "Hayr-ı kesir için şerr-i kalil kabul edilir." şeklinde tarif ediliyor. Şayet cüz’î bir zarar gelmemek için yağmur iptal olsa, yağmurun binlerce güzel ve hayır yönleri de beraberinde iptal olacağı için küllî bir şer olur. Yani cüz’î şerden kaçayım derken küllî şerre girilmiş olur ki kabul edilecek bir durum değildir.

“Şer bir olsa, hayır doksan dokuz olsa, şerri def için, muvakkaten doksan dokuzu terk edilmeli mi? Ya da şer bir olsa hayır doksan dokuz olsa, bir şerri defetmek için, doksan dokuz hayrın elliye, kırka düşmesini kabul etmek gerekir mi?”

Bunların hiçbiri, yukarıda izah edildiği hususlara ve kaidelere zıt olduğu için kabul edilemez.

Hülasa, şerri yaratmak şer değil, şerri tercih etmek ve işlemek şerdir. Bu yüzden insan şerri seçer Allah da onu yaratır. Burada şer olan yaratmak değil, tercih edip işlemektir.

Şayet Allah, şerleri yaratmamış olsa idi, o zaman küllî hayırlar vücuda gelmezdi. Nasıl karanlık aydınlığın dereceleri ile anlaşılmasına hizmet ediyor ise şerlerin yaratılması da hayır ve hidayetin dereceleri ile anlaşılmasına hizmet ediyor.

Talebelerin imtihan edilmesi, onların hoşuna gitmez. Lakin talebeleri terakki ettiren ana şey, imtihandır. İmtihanın ihdas edilmesi şer değil, imtihana gereği gibi çalışmayıp sınıfta kalmak şerdir.

Yani şerrin bizzat kendisi değil, vesile olduğu küllî hayırlar noktasından hayırlı oluyor. Ebu Cehil gibi kâfirler olmasa idi, iman ve hidayetin güzelliği anlaşılmazdı.

1) bk. Lem’alar, On Üçüncü Lem'a.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 8.666
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...