Hz. Mehdi cihad edecek midir?
Değerli Kardeşimiz;
Her zamanın bir hükmü vardır; tarz ve hareketler ise; bu hükme göre değişip şekillenir. Eski zamanlarda kuvvet ve hissiyat hâkimdi. İnsanlara tesir etmek ya da itaat altına almak, ya kuvvet ile ya da iyi bir hitabet ile olurdu. İkna ve delil o kadar revaçta değildi. O zamanda kuvvet ve hissiyatın ne kadar büyükse, hüküm ve tesirin de o kadar büyüktür. Kuvvet ve hissiyatın en mühim vasıtalarından birisi de maddî cihaddır. Bu nedenle eski zamanlarda maddî cihad çok mühim bir silahtı. Belki bu silahın, yani maddî cihadın hiçbir dönemde hükmü iptal olmaz; lakin bazı dönemlerde hükmü öyle bir incelir ki, kopma derecesine yaklaşır.
Günümüzde kuvvet ve hissiyat yerine, ikna ve ispat öne çıkmıştır. Bu zamanın hükmü ve muktezası ikna ve ispatı revaçlı kılmıştır. Yani artık kuvvet ve hissiyatla insanlara tesir etmek ve itaat altına almak pek mümkün değildir. Öyle ise İslam’ın yayılmasında ve fütuhatında maddî cihaddan ziyade, manevî cihadın öne çıkması gerekiyor. Yani İslam kuvvet ve hissiyat ile değil, ikna ve ispat yolu ile anlatılmalıdır.
Peygamber Efendimiz (asm.) İslam dinini insanlara tebliğ ederken, mukni delillerle onları dine davet etmiş ve hiç kimseyi zorlamamıştır. Çünkü tebliğ edilenleri insanlara dinlettirip, kabul ettirmek Allah’ın iradesindedir. O’nun (sav) vazifesi yalnız tebliğdir. Hidayet ancak Allah’tandır.
Cenab-ı Hak Peygamber Efendimiz (asm.) vasıtasıyla bütün mü’minlere şöyle hitap etmektedir:
“Habibim! Onlara söyle hak, Allah’tan gelendir. Ona iman edip etmemek her ferdin kendi ihtiyarındadır.” (Kehf Suresi, 29)
“Dinde zorlama yoktur.” (Bakara Suresi, 256)
Bu gibi ayetler ilahi hakikatlerin, icbar ile değil; ancak teklif ve ikna yolu ile tebliğ edilmesini, onu kabul edip etmemede insanların hür olduğu beyan edilmektedir. Çünkü Cenab-ı Hak, imtihanın icabı olarak her insana cüz-î irade verdiğinden onları fiillerinde serbest bırakmıştır. İster inanır, ister inanmaz. Herkes dininde serbest ve muhtardır. Ahkâm-ı İslamiye altında müşrik, ehl-i kitab, Yahudi ve Hristiyan hepsi hürriyet-i diniyeleri ile yaşayabilirler.
Cenab-ı Hak insanları inanıp inanmama noktasında kendi iradelerine bıraktığı halde, insanların inancına müdahale edilmesi ve hatta kıyafetlerine karışılması hangi insaniyetle bağdaştırılabilir?
Bu sebeple belki maddî cihad hüküm olarak devam ediyor olabilir; lakin bu hüküm bazı arızî durumlarda geçerlidir. Yani İslam toprakları işgal altında ise maddî cihad geçerli olur. Artık eskide olduğu gibi; maddî cihad sürekli ve yaygın bir usul değildir.
Cihadın gayelerini şöyle sıralayabiliriz:
-İlim yoluyla aklı ikna, nefsi ilzam, kalbi tatmin, ruhu tenvir ederek tevhid sancağını her gönülde dalgalandırmak; insanlığı küfürden, şirkten ve dalaletten kurtarmak.
-Düşmanların zulümlerine, tecavüzlerine set çekerek, vatan ve memleketi düşman istilasından muhafaza, Müslümanların can ve mallarını, iffet ve namuslarını taarruzdan himaye, mabedlerini ve camilerini tahripden vikaye etmek.
-İrşad ve tebliğin önüne çıkan engelleri def’ edip, İslam’a daveti emniyet altına almak, İslam’ı kabule hazır olan insanlara yapılan zulümlere, tazyiklere, işkencelere mâni olmak ve onlar üzerindeki bu zorlamayı kaldırarak hakkın kabulüne zemin hazırlamak.
-Müslümanlar arasına sokulmak istenen fitne ve fesadı def ederek onları dinin saf ve nezih olan aslına kavuşturmak.
-Millet fertlerini bölüp parçalamaya ve aralarına düşmanlık ve kin sokmaya dönük anarşi ve terör faaliyetlerine karşı her türlü tedbiri almak, memlekette sulh ve sükûnu temin etmek.
-Haricî düşmanlara karşı yeterince kuvvet hazırlayarak, onları tecavüzden vaz geçirmekle sulhu temin etmek…
En büyük cihad, fertleri ilim, irfan, ahlâk ve fazilet ile teçhiz etmek ve kalp ve ruhlarını, akıl ve hissiyatlarını ulvi gayelere yöneltmektir. Manevî yapılarını bu şekilde kuvvetlendiren milletler daima terakki ve teali ederler.
Peygamber Efendimiz (asm): “Cihadın en büyüğü nefisle yapılandır.” “Senin en büyük düşmanın, senin içinde bulunan (senden hiç ayrılmayan) nefsindir”, buyurmakla ümmetini bu büyük ve en tehlikeli düşmanla mücahedeye davet etmiştir. Nefisle cihadı, Resulullah Efendimiz “cihad-ı ekber” olarak vasıflandırmıştır. Nitekim Tebük muharebesinden dönülürken şöyle buyurdular: “Cihad-ı asgardan cihad-ı ekbere döndük.”
“Ya Resulullah! Cihad-ı ekber nedir?” diye sorulduğunda “Nefisle mücadeledir” diye cevap vermişlerdir. Bir Hadis-i Şeriflerinde, “Düşmanlarınızla mücadele ettiğiniz gibi, nefsinizle de mücadele edin” buyurmuş ve “Nefsini islaha gayret eden bir kimsenin mücahid olduğunu haber vermişlerdir”.
Üstad Hazretleri de “Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan alem-i asğarında cihad-ı ekberle mükelleftir ve ahlâk-ı Ahmedi ile tahalluk ve sünnet-i Nebeviyeyi ihya ile muvazzaftır” diyerek bu büyük cihada dikkat çekmiştir.
İnsanın en büyük düşmanı nefsidir. Bütün kötülüklerin menbaı nefistir. İnsanı günaha ve isyana mübtela ede ede tâ küfre kadar götürür. Nefis insanı zalim, mağrur, zelil, rezil eder; onu rububiyet dava edecek kadar alçaltır. Bu bakımdan nefisle cihad, büyük cihaddır. Çünkü nefs-i emmare, insana diğer düşmanlardan daha yakın, şerri, diğerlerinden daha büyüktür. O terbiye edilmedikçe yahut esir edilmedikçe şerrinden kurtulmak mümkün değildir.
Nefisle cihad daimî, haricî düşmanla cihad muvakkattır; hatta bazen hiç vuku bulmayabilir. Bu cihadı bazı Müslümanların yapmasıyla diğerlerinden sakıt olur. Harbe iştirak edenler için de harbin bitmesiyle bu cihad sona erer. Nefisle mücahede ise böyle değildir. Bu cihadla herkes her zaman mükelleftir. İnsan, ömrünün sonuna kadar yılmadan, usanmadan onunla mücadele etmek zorundadır. Esas mücahid, nefsiyle arslanlar gibi çarpışarak onu mağlup edendir.
Haricî düşmanlarla yapılan cihadda muvaffak olunursa, insan gazilik gibi şerefli bir unvan kazanır; tarihin şeref levhalarında izzetle yâd edilir. Şehid olsa, velayet mertebesine erişir, kudsî ve daimî bir hayat kazanır; kabir âleminde evliyalar ile hayatını devam ettirir. Eğer insan, nefs-i emareye mağlup olsa şeytanın kumandası altına girer. Nefsin pençesi altında kahrolur, haysiyet ve şerefini kaybeder. Hayvanî hislerin esiri olur. Böylece insaniyetini kaybeder ve hayvandan daha aşağı bir derekeye düşer. “Dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azap ve zarar ve ahirette cehennem ve sakar belasını çeker.”
Bu zamanda diplomasi ve ikna en mühim iki silah, en mühim iki kuvvettir. Elbette Mehdi de olsa bu iki silahla hareket edecektir. Yani Mehdi’nin (ra) hareket tarzı maddî cihaddan çok manevî cihad üzerinedir. Zira zaman ve devrin şartları bunu herkese icbar ediyor. Zamanın ruhuna göre hareket etmeyen zamanın çarkları altında ezilmeye mahkûmdur. Bu sebeple "ezmanın tagayyürü ile ahkâm dahi tagayyür eder, yani zamanın değişmesi ile hükümler de buna göre değişir" kaidesi, fıkhın mühim bir prensibi olmuştur. Bunları dikkate almayanlar, zamanın hükmü altında inim inim inlerler. Her halde Mehdi (ra) gibi bir zat, bu zamanın şartlarını dikkate alacaktır.
Hem maddî cihad bir şahsın ya da bir cemaatin işi değildir; devlet ve ordu ile yapılır. Mehdi (ra) bu ordu ve devlet teşekkül etmeden, kendi başına maddî cihad yapamayacağına göre, bütün gayret ve maksadını manevî cihad olan ikna ve ispat yoluna sarf edecektir.
Risale-i Nurların tarzı ve yolu, ikna ve ispat ile yapılan cihad üzerinedir. Şayet bu manevî cihadın neticesinde devlet maddî cihada lüzum görürse o zaman cihada gitmek herkes üzerine farz olur. Yoksa kişiler kendi başına "maddî cihad yapıyorum" diye eşkiyalığa girişirse, vebali çok ağırdır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü