"Fakat ona mukabil mânevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıcıyla olacak." Bu konuyu izah eder misiniz, sadece Risale-i Nur dairesi mi kastediliyor?
Değerli Kardeşimiz;
Her zamanın bir hükmü vardır. Zamanın şartlarına ve hükmün icabına göre hareket etmek gerekir. Mesela; eski zamanlarda hüküm hissiyat ve kuvvette idi, bu sebeple ordu ve kuvvet mühim bir fetih ve cihad vasıtası idi. Bu yüzden, o dönemlerde İslam dini, kuvvet, cihad ve ordu ile yayılmıştır. Şu da yanlış anlaşılmasın, bu dönemlerde İslam tamamen cihad ve kuvvetle yayılmış değildir. Sadece İslam’ın önündeki engelleri kaldırmak için, kuvvet kullanılmıştır. Zira o dönemlerde, Müslümanlara akıl almaz eza ve işkenceler ediliyordu.
İslamiyet’in ulvî hakikatlerine vakıf olan kimselere malumdur ki, İslamiyet, kılıç ve kuvvetle değil, tebliğ ve irşad ile yayılmıştır. Dinde zorlama yoktur ki, şiddet ve cebir kullanılsın. İnanmak vicdan ve gönül işidir; kılıç ve silah vicdanlara hükmedemez. Şayet cebir ve silahın vicdana tesiri olsaydı, İslamiyet’in yayılmaya başladığı ilk yıllarda bütün kuvvet ve silah ellerinde olan müşrikler, İslam’a girenlere mani olabilirdi.
Peygamber Efendimiz (asm.) Mekke-i Mükerreme’de tek başına, silahsız ve kuvvetsiz olduğu halde Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Sa’d İbn-i Ebî Vakkas, Hz. Zübeyir, Hz. Ömer ve Hz. Hamza gibi Mekke’nin ileri gelenleri İslamiyet’i kabul etmiş ve Müslüman olmuşlardır.
İslam’ın barış dini olması, getirdiği esasların sağlamlığı ve hakikatlerinin güzelliği on dört asır boyunca, başka din mensuplarının bölük bölük Müslüman olmalarına vesile olmuştur. İslâm Dini, zulme mani olmak, huzur ve barışı sağlamak için ancak belli şartlarda savaşa izin verir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurulur: “Kendilerine savaş açılan kimselere, zulme uğramaları sebebiyle savaşmalarına izin verildi.” (Hac Suresi, 39). Ayette, “izin verildi” denilmesi, savaşın zatında güzel bir şey olmayıp, ancak mecburi hallerde yapılacak bir şey olduğunu ifade ediyor.
Günümüzde ilim, fen ve teknolojiye rağbet olduğu için, kuvvetten ziyade, akıl ve ikna hükmediyor. Öyle ise; mücadelenin şekli ve muhtevası da buna göre olmak gerekir. İkna ve ilim bu zamanın bir hükmü olmasından dolayı, İslam’ı insanlara ilim ve ikna ile götürmek ihtiyaç olmuştur. “(Ey Muhammed) Sen (insanları) rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütlerle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (Nahl Suresi, 16/125) ayeti de bu hakikati beyan etmektedir.
Müslümanlar birbirlerinde gördükleri hataları yumuşak bir dille düzeltmeye çalıştıkları gibi, küfür, şirk ve dalalet içerinde yaşayan insanlara da tebliğ ile doğru yolu göstermekle vazifelidirler. Bu da ancak sulh ortamı içerisinde onlarla münasebet kurmakla mümkündür.
Risale-i Nur'un tarzı ve üslubu, ilim ve ikna ile İslam'ın güzelliklerini ve iman hakikatlerini muhtaç gönüllere ulaştırmaktır. Kuvvet ve maddî cihad, tamamı ile kalkmamış, ikinci plana düşmüştür. Harici düşmanların saldırısına karşı elbette maddî cihad yapılacaktır; bunun için de maddeten çok güçlü olmak, zamanın şartlarına göre kuvvet hazırlamak lazımdır.
Bu zamanda inkârcı felsefeye karşı, Kur’an’ın manevî elmas kılıcı olan Risale-i Nurlarla mukabele edilebilir. Zira Risale-i Nurlar, tahkikî iman dersini veriyor. İlimden gelen şüphe ve inkâra, ancak tahkikî iman dersleri ile karşılık verilebilir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar