"İbadete, nihayetsiz melâike envaları, ruhaniyat ecnasları lazımdır." cümlesinin izahı nasıldır? İnsanlar külli ubudiyet, zikir ve tefekkürde meleklerden daha ileri değil mi?
Değerli Kardeşimiz;
İlgili kısmı aynen nakledelim:
“Madem bu nihayetsiz tezyinat, nihayetsiz bir vazife-i tefekkür ve ubudiyet ister. Halbuki ins ve cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu hikmetli nezarete, şu vüsatli ubudiyete karşı, milyondan ancak birisini yapabilir. Demek bu nihayetsiz ve çok mütenevvi olan şu vezaif ve ibadete, nihayetsiz melaike envaları, ruhaniyat ecnasları lazımdır. ...”(1)
Burada, cinlerin ve insanların “vazife-i tefekkür ve ubudiyet”in milyondan ancak birisini yapabileceği ifade ediliyor. Arştan, levh-i mahfuzdan, âlem-i misalden, kürsiden, bütün sema tabakalarından, onlardaki bütün yıldızlardan, meleklerden, Güneş sistemimizdeki bütün gezegenlerden, yerküremize kadar, dünyamızın da bütün denizlerine ve onlardaki sayısız balıklar âlemine, karalardaki milyonlarca tür canlıya, her bir canlının da organlarına, hücrelerine, farklı ruh dünyalarına varıncaya kadar bütün varlık âlemini ne hakkıyla bilmemiz ne de tamamını birden görmemiz mümkün değil. Bunların her birisi ayrı bir ilahi eser, farklı bir kudret mucizesi, ayrı bir güzellik ve ihsan meyvesi olduğundan; her birisi tefekkür, şükür, hamd, tesbih gibi ubudiyetleri isterler. Bu ise sonsuz denecek kadar çok meleklerle yerine getirilebilir.
Öte yandan bu varlıkların birbirinden farklılıkları da nihayetsiz melâike envaını ve ruhaniyat cinsini ister. Üstadımızın buyurduğu gibi; “Bir yağmur tanesine müekkel olan melek, arşa müekkel melek cinsinden değildir.” Bu hakikati kendi varlığımızda bir derece tefekkür edelim. Bedenimizin tamamı bir tek eser gibi görünse de her bir organımız, her bir sistemimiz, hatta her bir hücremiz ayrı bir âlemdir. Bunların her biri için ayrı ilim dalları teşekkül etmiş binlerce ilmi çaışmalar yapılmıştır.
İnsan nevinin bir kısmı imandan mahrum, bir kısmı da batıl görüşlere takılmış yahut sadece nefsin arzuları peşine koşan dünyaperest kimselerdir. Sözü edilen ulvi görevleri yapacak olanlar ancak müminlerdir. Onların da her birinin belli bir meşgalesi vardır. Ancak namazlarda ve tefekkürî derslerde bu ulvi hakikatler hatırlarına gelir. Zaten günlerinin bir kısmı da uykuyla geçmektedir.
Bu hâl gösteriyor ki; vazifesi sadece ibadet, tesbih ve tefekkür olan bir başka varlık nevi olacaktır. İşte o nurani varlıklar meleklerdir.
Kaldı ki yerküremiz ve içindeki bütün varlıklar; kâinat içinde bir nokta kadar küçük kalıyorlar. Henüz, ışığı dünyamıza ulaşmayan yıldızlar bulunduğuna göre, bu akıl almaz derecede büyük sahadaki ilahi icraatları temaşa ve tefekkür vazifesini ancak melekler görebilir.
Sorunun ikinci kısmına gelince:
İnsan ahsen-i takvimde yaratılmış olduğundan; mahiyeti itibariyle cinlerden de meleklerden de üstündür. Ancak, insan bu uçsuz bucaksız âlemi ve ondaki bütün varlıkları görmekten ve bilmekten mahrumdur.
Bu vesileyle bir konuya daha temas etmekte fayda vardır:
İnsanın mutlak manasıyla meleklerden üstün olması, her insanın her melekten üstün olduğu manasına gelmez. Âlimlerimiz bu konuda şöyle bir ölçü getirmişlerdir:
İnsan nevi içinde belli bir manevi makamda bulunan bir insan, melek nevi içinde kendisine tekabül eden melekten üstündür. Askerlikten misal verelim: İnsan nevi gibi meleklerin de neferleri, komutanları ve başkomutanları olduğunu düşünelim. İnsanın neferi meleğin neferinden, insanın komutanı meleğin komutanından, insanın başkomutanı da meleğin başkomutanından üstündür.
İşte bu misal gibi, insan nevindeki bir âlim, melek nevinde kendisine tekabül eden âlim melekten üstündür. İnsanların peygamberleri de meleklerin peygamberleri olan dört büyük melekten üstündür. Yoksa, âmi bir mümin Hz.Cebrail’den daha üstündür, denilemez.
1) bk. Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, Mukaddime.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü