"İkinci yol, iman-ı bilğayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, burhanî ve Kur’ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakîn derecesinde..." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, burhanî ve Kur'ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakîn derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakînle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir."

"Bu ikinci yol, Risaletü'n-Nur'un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risaletü'n-Nur hakaik-i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler."(1)

Risale-i Nurların vasıfları olan her bir mefhum ve tabir üstünde teker teker duralım.

İman-ı bilğayb: Veraset-i nübüvvet mesleği içinde hakkalyakin, aynelyakin, ilmelyakin bir tarz ile imanın en yüksek ve kuvvetli bir mertebesidir. Bu şuhudî mertebede vahiyden gelen bir hususiyet ile iman gayet derecede ihatalı ve safidir; yanlış ve yanılma yoktur. İman edilen şey, ihata ile idrak olunur. Ama tasavvuf sülûku ile elde edilen şuhudda ise ihata ve safilik tam manası ile olmadığından, yanlış tabir ve te’viller olabilir. Onun için tasavvufta çok büyük evliyalar, veraset-i nübüvvette giden küçük evliyalara yetişemiyor.

Bu nübüvvet mesleğinde de iman edilen şeylerin görülmesi ve şuhûdu vardır ama tasavvuf ehlinin dar ve ihatasız şuhûdu gibi değildir. Yoksa şuhûdu iki şubeye ayırmadan, umumî olarak gayba iman, şuhûddan efdaldir, dersek, o zaman Hazret-i Peygamber (asm)'in de Mi’rac'ta şuhûdun şahikasına çıkan iman mertebesinin, gayba iman mertebesinden daha aşağıda dememiz icab eder ki, butlanı zahirdir.

Burada gayba iman demek, aynelyakin ve hakkalyakin meratibinin dışında ilmelyakine mahsus bir mertebe demek değildir. Kıyaslanan tasavvuf mesleği ile veraset-i Nübüvvet mesleğindeki mertebelerdir. Veraset-i Nübüvvetin ilmelyakin mertebesi, tasavvufun şuhûdundan daha üstündür demektir.

Şuhûd-u İmanî: Tarikat berzahına girerek, kalb ayağı ile seyrü sülûk neticesinde elde edilen şuhudî iman mertebesidir. Bu mertebeyi Üstad şu şekil tarif ediyor:

"HÂTİME: Şu meseleden anlaşılıyor ki, derece-i şuhud, derece-i iman-ı bilgaybdan çok aşağıdır. Yani, yalnız şuhuduna istinad eden bir kısım ehl-i velâyetin ihatasız keşfiyatı, veraset-i nübüvvet ehli olan asfiya ve muhakkikînin, şuhuda değil, Kur'ân'a ve vahye, gaybî fakat daha sâfi, ihatalı, doğru hakaik-i imaniyelerine dair ahkâmlarına yetişmez. Demek, bütün ahval ve keşfiyatın ve ezvak ve müşahedatın mizanı, Kitap ve Sünnettir. Ve mihenkleri, Kitap ve Sünnetin desâtir-i kudsiyeleri ve asfiya-i muhakkikînin kavânin-i hadsiyeleridir."(2)

"Sırr-ı vahyin feyziyle, burhanî ve Kur'ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla:.."

Risale-i Nur mesleği, tasavvuf mesleği gibi sadece kalbi veya kelam ilminde olduğu gibi sadece aklı esas almıyor. Akıl ve kalbin birlikte hareket etmesi ile bütün manevî latife ve cihazların işletilmesini esas alıyor. İnsan mahiyetinin bütün madenlerini tam kapasite işlettiriyor. Sadece bir iki cevher üstünde gitmiyor. Ayrıca bu işletme ve istihdam usullerini Kur’an'dan alıp onun delil ve tarzlarını kullanıyor.

Mesela tevhidi ispat noktasında kelam ilminin tam itminan vermeyen devir ve teselsül yolunu kullanmak yerine, herkesin istifade edeceği ve Kur’anî bir yol olan inayet ve ihtira delillerini istimal ediyor. Yani Risale-i Nur mesleği, sahabe mesleği olduğu için, akıl ve kalp uyumu içinde bütün maddî ve manevî cihazlar tam işlettirilip istihdam etmekle bin cihetle kulluk edilme yoludur. Sadece kalb ve akıl yolu değildir.

"Hakkalyakîn derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakînle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir..."

Üstad Hazretleri bahsin başında bu hakikati şu şekilde izah ediyor:

"Birinci Emare: İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selb edilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: 'Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir.' Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor."(3)

Risale-i Nurların bütün eczaları inşallah böyle bir imanı verdiği için, hakkalyakin mertebesinde ve sağlamlığında bir imanı Nur talebelerine bahşediyor. İşte Risale-i Nur'un en büyük esası ve gayesi böyle sarsılmaz bir marifet ve imanı bu asrın insanlarına kazandırmak ve bu suretle ahireti kurtarmaktır.

Ve ikinci olarak da insanın binlerce âza, latife ve duygularını iman ve marifet terbiyesi ile inkişaf ve inbisat ettirmektir. Zaten Kur’an’ın bütün gayesi ve maksadı da bu minval üzeredir. Yani Kur’an insandan tahkikî bir iman, sağlam bir marifet ve neticesinde de küllî ubudiyet istiyor.

Dipnotlar:

(1) bk. Kastamonu Lâhikası, (13. Mektup).
(2) bk. Mektubat, On Sekizinci Mektup.
(3) bk. Kastamonıu Lâhikası, (13. Mektup).

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 6.388
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

halili
Kur’anî bir yol olan inayet ve ihtira delillerini istimal ediyor. cümlesindeki inayet ve ihtira dellerini istimal ne demektir ?
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)

Kur'an en çok inayet ve ihtira delillerini kullanıyor demektir. Ayetler incelenir ise inayet ve ihtira delillerinin sıkça kullanıldığını görürüz. İnayet ve ihtira delinin izahı sitemizde mevcut. 

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...