İmam-ı Rabbani Hazretlerinin "Mirza Bediüzzaman'a" mektubunun Üstad'ımıza ait olmadığını iddia edenlere nasıl cevap verebiliriz?
Değerli Kardeşimiz;
Üstadımız, oradaki bir tevafukata dikkat çekiyor. Hem Abdukadir Geylani ve hem de İmam Rabbani Hazretlerinin kitaplarından tefeül yapyor.
İmam Rabbani Hazretlerinin Mektubat'ında tefeül yapılan yerde iki kez Bediüzzaman ismi zikrediliyor. Bu bir tevafuktur. "Mirza Bediüzzaman" diye geçmesi ise, bu tevafuku daha da güçlendirmektedir. Çünkü Üstadımızın babasının adı Mirza'dır. İşte bu tevafuk hatırına Üstadımız, o mektupları kendine hitap ediyor gibi kabul ediyor. Bu tevafukun bir diğer tarafı da o zaman Bediüzzaman ismiyle bilinen bir kimsenin olmamasıdır.
Bütün bu tevafukları topladığımızda akla şöyle bir şey geliyor: "Acaba İmam Rabbani durbin nazarıyla, kendisinden sonra gelecek bir zatı dikkate alarak bu mektubu yazmış olamaz mı? İmam Rabbani Hazretleri'nin bir keramati olamaz mı?" Böyle bir yorumun ne gibi bir mahzur olabilir ki tenkide tabi tutulsun.
"Başkasına hitap ediyor..." diyenlerin de yorumlarını hoş karşılamak lazımdır. Zira bu bir kanaat meselesidir. Kimse kimseyi kanaatinden dolayı yargılamamak icab eder.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Herhangi bir eserden istifade etmenin en müessir yolu, kendi nefsine hitap ediyor gibi okumaktır. Kur'anın her bir ayetinin bir sebebi nüzulu vardır. Ancak sadece o olay için nazil olmamştır. Herkes, bu ayet, bana hitap ediyor, deyip okuması lazımdır ki, istifade edebilsin.
Nefsini ıslah etmek için herhangi bir sözü kendisine hitap ediyor gibi okumanın ne gibi bir sakıncası olabilir. İmam Rabbani Hazretlerinin zamanında, Bediüzzaman adında başka zatların olup olmaması, Üstadımızın bu dersi nefsine hitap ediyor gibi okumasına bir engel teşkil etmez. Herkes, her eseri tefe'ül ederek kendisine bir ders çıkarabilir. Hiç kimse "Neden böyle bir ders çıkardın." diyemez, derse haddini aşmış olur.
Kaldı ki, bu ifadelerden, Üstad için keramet olabilecek bir durum da söz konusu değildir. Bir eserden veya bir zattan ders aldım, faydalandım demek, bir tevazünün ifadesidir.
Diğer taraftan, keramet'ten, kendini nazara vermekten, şiddetle kaçan ve hatta gelen ziyaretçileri bile, nazik bir üslupla geri çeviren bir Üstad için, "Bu ifadelerle kendisine bir hisse çıkarıyor, kendini nazara veriyor." yorumunu çıkarmak, tam bir art niyetin ifadesidir.
İlgili yorumda geçen, "Zat-ı Şerif'in herşeyinde bir keramet arayan bazı muhibleri tarih bilgisizlikleri ile çamura batıyorlar." ifadelerinde bir kin ve nefretin feveran ettiğini anlamamak mümkün değildir.
Üstad'a bu çeşit tenkitler ve tahkirler yapıldığında, şu cevabı verirdi;
"Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar şahsıma ve nefsime ait ise, Allah ondan razı olsun ki, benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemişse, beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer yalan söylemişse, beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır. Evet, ben nefsimle musalâha etmemişim. Çünkü terbiye etmemişim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse, ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir.
"Eğer o adamın tahkiratı, benim imana ve Kur'ân'a hizmetkârlığım sıfatıma ait ise, o bana ait değil. O adamı, beni istihdam eden Sahib-i Kur'ân'a havale ediyorum. O Azîzdir, Hakîmdir." (1)
(1) bk. Mektubat, On Altıncı Mektup.