"İmanı elde eden ruh-u beşer, mânisiz, müdahalesiz, hailsiz, mümanaatsız, her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde o ezel ve ebed ve hazain-i rahmet maliki..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İmanı elde eden ruh-u beşer, mânisiz, müdahalesiz, hâilsiz, mümanaatsız, her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde o ezel ve ebed ve hazâin-i rahmet mâliki ve defâin-i saadet sahibi olan Cemîl-i Zülcelâl, Kadîr-i Zülkemâlin huzuruna girip hacatını arz edebilir. Ve rahmetini bulup kudretine istinad ederek kemal-i ferah ve süruru kazanabilir." (Mektubat, Yirminci Mektup, Birinci Makam)
Mektubat’ta geçen; “ezel ve ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelali” ifadesinden hareketle, burada geçen “ezel ve ebed ve hazain-i rahmet mâliki ve defâin-i saadet sahibi” ifadesini şöyle anlayabiliriz: Ezelden ebede bütün zaman ve mekânlardaki bütün varlıklar Allah’ın rahmet hazinelerinden birer nimet ve onun saadet definelerinden birer cevher gibidir. Esmâ-i İlahiye için künuz-u mahfiyye yani “gizli hazineler” denilmektedir.
Buna göre, Allah’ın her bir ismi ayrı bir hazine, farklı bir define gibidir. Bütün rızıklar Rezzak isminden, bütün hayatlar Muhyi isminden, bütün mülkler Malik isminden ve bütün mahlûkat Hâlık isminden birer tecellidirler. İmanı elde etmekle bu hakikate gönülden inanan bir insan, her ihtiyacını bu tükenmez hazinelerin sahibi olan Rabbinden bizzat isteyebilir ve bütün ihtiyaçlarını ona arz edebilir.
Onun bu müracaatı, dünyevi sultanlara müracaatta devreye giren bütün vasıtalardan, bütün perdelerden, bütün vesilelerden uzaktır, beridir. Rabbine doğrudan muhatap olmak ve ona bütün isteklerini yine doğrudan arz etmek ruh için büyük bir ferah ve sürur kaynağıdır. Artık bu kul her şeyin Allah’ın mülkü olduğunu bilmekle onun rahmetini bulmuş ve kudretine istinad etmekle huzura kavuşmuştur.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü