İnsan uykuya daldığı zaman ruh bedenden ayrılır mı?
Değerli Kardeşimiz;
Uyku; hislerin dış âlemden çekilmesi, dış âlemle irtibatının kesilmesidir. Nitekim uyuyan bir kimsenin yanında konuşulsa hiçbir şey duymaz. Aynı adam, rüyasında konuşur ve işitir. Uyanınca da hisler yeniden dış âlemle alaka kurarlar.
Gerçekten uyku bir nevi ölüm. Ayaklarımız yatakta uzanıyor ama yürüyemiyor. Kulaklarımız açık ama bize bir şey duyuramıyor. Rüya âlemiyle başka âlemlerle alaka kuruyoruz. Kabre, ahirete gitmiş gibi, o beldeleri gezip dolaşıyoruz, orada tatlı sohbetler ediyor, hoş nağmeler işitiyoruz...
Rüya âleminde sağır insan da işitir, kör adam da görür. Hem de uyanıkken sadece karşısındaki arkadaşlarını gören insan, uykuya daldığında yüz sene önce yaşamış dedesini görebilir ve onunla sohbet edebilir. Bu dünyada görmek için göze muhtacız, ışığa muhtacız. Ve biz içinde yaşadığımız şu âlemi gözümüzün imkân verdiği çok dar bir ölçüde görebiliyor, seyredebiliyoruz. Uykuya geçtiğimizde gözle de alâkamız kesiliyor, ışıkla da. Bu defa bize bir başka âlem açılıyor.
Üstad Hazretleri; "Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder." (Sözler, Altıncı Söz) buyurmakla, ruhun başka âlemleri göze muhtaç olmadan da seyredebileceğine işaret eder. Bunun en güzel misali rüya hadisesi. Demek oluyor ki, rüyada gözümüzün devreden çıkmasıyla bizim için bambaşka âlemlere kapılar açıldığı gibi, uyanık hâlimizde de ruhumuz bedenimize galip gelse, imkânsız sandığımız nice işler görebileceğiz. Bast-ı zaman ve tayy-ı mekân hadisesinin sırrı bu cümlede saklı. Bu sırrı yakalayabilenler ve bu şifreyi çözenler kısa zamanda yılların işini görebilmişler ve bir anda çok uzak bir mekâna hatta mekânlara hemen intikâl edebilmişler.
Bu yönüyle uyku ölümün küçük kardeşidir. Ölüm, ruhun bedenden alakasını kesmesidir. Uyku esnasında ruh bedenden ayrılmaz. Ancak rüya vasıtasıyla gayb âlemine karşı bir münasebet peyda eder. Bazen sadık rüya ile mazi ve müstakbeli hazır zaman gibi müşahede eder.
“Allah, o nefisleri öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkor, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.” (Zümer, 39/42)
Bu ayet-i kerime, uyuma ve uyanmanın ancak ilahi birer ihsan olduğunu, her ikisinin de insan iradesiyle gerçekleşmediğini ders vermektedir.
Uykuya geçecek bir insanın salimen uyanabilmesi için bedeninde ve kâinatta sonsuz denecek kadar çok işin düzenle yürümesi gerekir. Uyuyan bir insanın bu vadide yapacağı bir iş yoktur. Yatması ve gözlerini kapaması, bu işlerin icrası noktasında, birer sebep kabul edilemezler; bunlar ancak uykuya geçmenin sebebi olabilirler. Bizim ne hücrelerimizi değiştirmeğe gücümüz yeter, ne de mevsimleri. Dünyamızı gece ile örten de O. gözümüzü uyku ile kapatan da.
İnsanın; geceleyin yatağına girdiğinde, kendi iradesiyle uyumaktan ve uyanmaktan âciz olduğunu idrak ederek “zulmeti” ve “nuru” yaratan kudretin, insanda da “uykuyu” ve “uyanıklığı” yarattığını tefekkür etmesi lazımdır.
Uykuyla kişiyi bir nevi öldüren, vadesi yetmeyenleri tekrar uyandıran Cenab-ı Hak, ölümle aldığı canları diriliş safhasında yeniden bedenlere iade edecektir. Ölüm ruhun bedenden ayrılmasıdır, ruhun ölmesi değil. Ölen de dirilen de insan bedenidir.
Üstad'ın rüya-yı sadıka ile alakalı şu ifadeleri bir yönüyle konumuza da ışık tutar:
"Üçüncü kısım ki, rü’ya-yı sadıkadır. O doğrudan doğruya mahiyet-i insaniyedeki latife-i Rabbaniye, âlem-i şehadetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla, âlem-i gayba karşı bir münasebet bulur, bir menfez açar...”
"…İşte umum avam için dahi bir nevi velayete mazhariyet var ki, rü’ya-yı sâdıkada, evliya gibi, gaybî ve istikbalî olan şeyleri görüyorlar..."
"... Hem herkes için, âlem-i şehadet içinde, âlem-i gayba bakan bir penceredir. Hem mukayyed ve fâni insanlar için, saha-i ıtlak bir meydan ve bir nevi bekaya ahzar ve mazi ve müstakbel, hâl hükmünde bir temaşagâhtır. Hem tekâlif-i hayatiye altında ezilen ve meşakkat çeken ziruhların istirahatgâhıdır." (Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Birinci Mesele)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Ruh nurani ve tam nuraniyet kesbettiği için zaman ve mekanın bir çok kayıtlarından azadedir. Bu yüzden bedenden ayrılmadan başka mekanlarda da aynı anda bulunabilir.
Ruhun bedenden ayrılması ancak ölüm ile olur bu nedenle insan ölmedikçe ruh bedeni terk etmez. Bu bir değişmez kanun-u İlahidir.
Rüya, âlem-i misale açılan menfez ve kapılardan, misal âlemine ait temessülatı (Eşyanın yansımaları) seyretmek demektir. Rüya, şehâdet âleminden alakası kesilen insanın, kendisini tenteneli bir perde gibi çepeçevre saran bir çeperin aralıklarından, âlem-i misale doğru nazarını çevirmesi ve nazarına misal ve berzah âleminden bir kısım levhalar aksetmesinden ibarettir.
Rüyada ise ruh bedenden ayrılarak seyahat etmiyor. Ruh nurani ve latif bir varlıktır madde ve cisim gibi bir zaman ve mekan kaydı altına girmez. Ruh bir anda bir çok işleri görüp o yerlerde temessül edebilir yani aynı ile bir şeyde yansıyabilir. Bir tek güneşin aynı anda binlerce ayna üstünde vasıfları ile yansıması nasıl mümkün ve vaki ise güneşten daha nurani ve latif olan ruh da aynı şekilde bedenden ayrılmadan misal aleminde bir çok şey üstünde aynı ile temessül edebilir. Bu sebeple ruhun bir şeyi müşahede etmesi için bedeni terk etmesi gerekmiyor.
Diğer bir manaya göre nasıl biz gelişen iletişim araçları sayesinde (televizyon ve kamera gibi) oturduğumuz yerden dünyanın her yerini müşahede edebiliyor isek ruhta bu nuraniliği ve letafeti ile bedeni terk etmeden her yeri seyredip müşahede edebilir cisim gibi ille yerini terk edip yol kat etmeye mecbur değildir.