Allah'ın varlığını ve birliğini, ondan başka ilah olmadığının delillerini; kısa ve öz olarak ispatlayabilir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Allah’ın varlığını ispat eden bütün deliller, aynı zamanda başka bir ilahın olmayacağı ve olamayacağı anlamına gelir. Risale-i Nurların tevhide dair göstermiş olduğu bütün deliller aynı zamanda başka bir ilahın vücudunu çürütür.
Allah her bir sanatının üzerinde isim ve sıfatlarının nakışlarını izhar ve ilan ediyor. Biz bu nakışlara bakarak Allah’ın hem varlık ve birliğini hem de isim ve sıfatlarını kolaylıkla görüp imanımızı taklitten tahkikiye çevirebiliriz.
Kâinatta göze hitap eden muazzam görsel mucizeler ve estetik süslemeler sonsuz basar sahibi bir zatın varlığını kati bir şekilde ispat eder. Bir çiçeğin görsel harikalarını görmeyen bir zatın icat etmesi elbette kabil değildir. O zat görüyor ve sonra görsel incelikleri ve harikaları icat ediyor.
Yine aynı şekilde, kâinattaki muazzam sesler ve nağmeler güzel ve şirin sedalar her şeyi işiten ve gören bir zatın varlığına işaret ediyor. Suya o güzel şırıltıyı veren zatın -haşa- sağır olması ve o şirin sesleri işitmemesi mümkün değildir. Kâinattaki bütün sesler ve sedalar Allah’ın Semi ismine birer levha gibidir. Bu levhayı takip eden en sonunda o Semi ismine yanaşır.
Kâinattaki hadsiz ve sayısız imkân ve ihtimaller içinden en güzeli ve en mükemmeli seçmek hakikati sonsuz bir irade sahibini ispat ediyor.
İmkân, kelime anlamı olarak, varlığı mümkün olan şeylere denir. Yani, var olması ile yok olması eşit olan demektir. Bu eşitlikten var olanlara, vaki; yok olanlara da mümkün denir. İşte bu eşitliği bozmak ancak ve ancak mümkinat cinsinden olmayan Vacip bir vücutla mümkündür. Zira mümkünün mümküne illet, yani sebep olması imkânsızdır. Yoksa devir ve teselsül dediğimiz, mantıksız şeyleri kabul etmemiz gerekir ki, bu da muhaldir.
Şimdi varlık sahasına çıkmamış bir mümkün, nasıl olur da başka bir mümkünün varlık sahasına çıkmasına sebep olabilir? Önce kendisi, bir varlığa kavuşsun, sonra başka mümküne illet ve sebep olsun. Buradan açıkça anlaşılır ki: Mümkün, mümküne sebep olup yaratıcılık yapamaz. Demek başlangıcı olmayan bir sebep olması gerekir ki, bu mümkünlere illet olsun. Bu da ezeli ve ebedi olan Allah’tır.
Mesela, bir atom sayısız cisimlere veya vücutlara girme kabiliyetinde iken, en uygun ve mükemmele girmesi ve girdikten sonra her aşamada başka imkânlar ile karşılaşması ve oralarda da bir tercih edici ve tahsis edicinin varlığına muhtaç olması gayet mükemmel derecede tevhide işaret eder. Atomun her adımı tevhide bir levha hükmündedir. Şuursuz atomun o binlerce imkân ve tercihler içinde en mükemmelini ve kendine en uygun olanı bilmesi ve tercih etmesi imkânsız olduğu için, o adımların ve hareketlerin her safhasında ve aşamasında Allah’ın tercih ve tahsisini görmek katiyetle zaruridir. Üstad Hazretleri böyle bir tarz ve yol ile her şeyin üstünde imkân ciheti ile tevhide delil getiriyor.
Kâinattaki sonsuz hikmet ve faydalar nasıl Allah’ın sonsuz ilmine işaret ediyor ise, aynı şekilde bu hikmet ve fayların vücutları ve fiilleri de Allah’ın sonsuz kudretine işaret ediyor. Zira o hikmet ve fiilleri icat edip varlık sahasına çıkaran Allah’ın kudret sıfatıdır.
Bir vagonu diğer vagon çekiyorsa en baştakini kim çekiyor? Bir harf bile katipsiz olmaz iken şu mükemmel insanın ve evrenin sahipsiz olacağını nasıl düşünebiliriz. Ayrıca bir şeyi yapan usta bile, yaptığı şeyin türünden değildir. Örneğin saatı yapan saat türünden, harfi yazan da harf türünden değildir. Şu halde bizi ve evreni yaratan da bizim ve evrenin türünden olmaması gerekir...
***
Varın isbatı, yokun isbatından her zaman daha kolaydır. Bir elma cinsinin yeryüzünde bulunduğunu, bir tek elmayı göstermekle isbât edebiliriz. Halbuki yokluğunu iddiâ eden kimse bütün yeryüzünü, hattâ kâinatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu isbat edebilir. Bu ise, imkânsızlık çapında bir zorluk demektir. Öyleyse diyebiliriz ki, yok hiçbir zaman isbat edilemez...
İki isbat edici, binlerce nefy ve inkâr ediciye tercih edilir. İki kişi aynı hakikatta ittifak etmişse, binlerce insanın kendi dar pencerelerinden şahsî bakışlarıyla onu inkârları hiçbir değer ifâde etmez. Bir sarayın kapılarından dokuz yüz doksan dokuzu açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez.
İşte inkârcı, devamlı sûrette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da, onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle, onların ruh dünyâlarına kapalıdır. Mümin için kapalı kapı yoktur. Yeter ki gözlerini yummasın!... Zaten dokuz yüz doksan dokuzu herkese açıktır. Hem de ardına kadar... İşte o kapı ve o delillerden birkaçı:
1. İmkân Delili
Âlem, mümkinât nevindendir. Yani varlık ve yokluğu müsâvidir. Varolduğu gibi, olmayabilir de. Varolurken de, hadsiz oluş keyfiyetlerinden herhangi birinin olması imkân dahilindedir. Yani en az varolan kadar, olmayan da var olma şansına sahiptir. Her mümkin ise, kendi dışındaki bir sebebe bağlıdır. Öyleyse önce var olmayı, sonra da var olma şekil ve keyfiyetini, olmamaya ve olması mümkün diğer şekil ve keyfiyetlere tercih eden birisi vardır. O da Allah (cc)'dır.
2. Hudûs Delili
Âlem mütegayyirdir, durmadan değişiyor. Değişen herşey sonradan olmuştur. Bu bakımdan madde ezelî olamaz. Evet, maddenin termodinamik kanununa göre sürekli yokluğa doğru kayması, kâinatın durmadan genişlemesi, güneşin süratle tükenişe doğru yol alması gibi vakalar, varlığın bir başlangıcı olduğunu gösteriyor. Sonradan olan her varlığın bir yaratıcısı vardır; illetsiz malûl, sebepsiz netice ve sanatkârsız sanat mümkün değildir. Sebepler ise zincirleme devam edip sonsuza kadar gidemez. Öyleyse durmadan değişen, ezelî olmayıp sonradan meydana gelen ve bir ilk sebebe muhtaç olan şu madde âleminin de bir muhdisi vardır. O da Allah (c.c.)'dır.
3. Hayat Delili
Hayat şeffaf bir muammâ!.. Evet o, zâhirî sebeplerle izah edilemeyecek kadar düşündürücü ve yaratıcı güce delalet etmesi bakımından da şeffaftır. Evet o, doğrudan doğruya Yaratıcısını gösterir ve ilân eder. O, muammâ oluşuyla ilim adamlarını, şeffafiyetiyle de avamdan insanları büyüleyen sihirli bir vakadır. Ve hayat âdeta hâl diliyle: “Beni var edip yaratan ancak Allah (c.c.)'dır” der...
4. İntizâm Delili
Her varlık kendi parçalarıyla bir âhenk ve bütünlük içinde olduğu gibi, bütün kâinat da kendisini meydana getiren varlık parçalarıyla bir âhenk ve bütünlük içindedir. Bu ise bir nizam ve intizamın varlığını haber veren yanıltmaz bir delildir ve bir Nâzım'a delalet eder ki, O da ancak Allah (c.c.) dır.
5. Sanat Delili
Atomdan insana, hücreden galaksilere kadar bütün kâinatta ince ve baş döndürücü bir sanat göze çarpmaktadır. Evet, bir baştan bir başa kâinattaki her eser; çok büyük sanat değerine sahiptir; çok kıymetlidir; çok kısa zamanda ve çok kolay yapılmaktadır; çok sayıda olmaktadır; karışık ve çeşit çeşittir; devamlıdır. Hâlbuki, zâhire göre kısa zamanda, çok sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde sanat ve kıymet olmaması gerekir. Ancak yapan Allah (cc) olursa, o zaman her şey değişir ve zıtlar biraraya gelir!..
6. Hikmet ve Gâye Delili
Her varlıkta kendine mahsus bir gâye, bir maksat, bir fayda ve bir netice takip edildiği göze çarpmakta ve bir zerrede dahi abes, gâyesizlik, manâsızlık ve israf sayılacak herhangi bir durum müşâhede edilmemektedir. Hâlbuki, ne madde aleminde, ne bitki ve hayvanât dünyasında, ne de eşya ve hâdiselerde şuur ve idrâk mevcut değildir ki, bu gayeler silsilesi takip edilebilsin.. Öyle ise, kâinattaki bu şuurlu işleyişi ve bu hikmet ve gâyeleri ancak Allah (cc)a isnad etmekle makul bir yol tutmuş olabiliriz.
7. Şefkat-Merhamet ve Rızık Delili
Bütün yaratıkların ve bilhassa insanın ihtiyacı sonsuz, ihtiyarı ise bir hiç hükmündedir. Öyleyken, bütün ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçları hiç ümit edilmeyen yerden ve hiç ümit edilmeyen bir tarzda, kimin neye ne kadar ihtiyacı varsa, o keyfiyet ve miktarda karşılanmaktadır. Yardım gönderilmesi, gönderilen bu yardımın ihtiyaca tam cevap vermesi açıkca isbât ediyor ki, bütün bu ihtiyaçlara, her şeye kendisinden daha yakın bir şefkat eli cevap vermektedir. Kâinat çapında işleyen ve sonsuza kadar da işleyecek olan bu sistemli şefkat, merhamet ve rızıklandırma, bütün bu işleri yapabilme sıfatlarıyla muttasıf ve noksan sıfatlardan da münezzeh bir Zât-ı Akdesi anlatmakta ve ispat etmektedir.
8. Yardımlaşma Delili
Biribirine en yakın olandan en uzak olana kadar, bütün mahlûkat birbirlerinin yardımına koşuyor. Aralarında hiç münasebet bulunmayan iki ayrı varlık cins ve nevi, böyle bir yardımlaşmada âdetâ aynı bütünün parçaları haline gelip birbirini tekmil edip tamamlıyor. Düşünmeli ki, bakteriler, solucanlar ve toprak elbirliği içinde ve aynı gâye etrafında toplanıp bitkilerin imdâdına koşuyor ve bu imdâda koşuş tekerrür edip duruyor. Akıl ve şuurdan mahrum bu varlıkların, aklı hayret ve şuuru hayranlık içinde bırakan bu faaliyetleri, perde arkasında Vâcibü'l-Vücud bir Zat'ın hikmet dolu faaliyetini gözler önüne sermektedir. Yani bütün kâinat, bu yardımlaşma diliyle “Allah” demektedir...
9. Temizlik Delili
İnsandan arza, arzdan semanın derinliklerine kadar, bütün kâinattaki nezafet ve temizlik, başlı başına bir delil olarak, bize Kuddûs ismiyle müsemma bir Zat (cc)'ı anlatmaktadır. Evet, toprağı temizleyen bakteriler, böcekler, karıncalar ve nice yırtıcı kuşlar, rüzgâr, yağmur ve kar, denizlerde aysbergler ve balıklar; fezamızda atmosfer, semada kara delikler; bünyemizde kanımızı temizleyen oksijen ve ruhumuzu sıkıntılardan kurtaran manevi esintiler, hep Kuddûs isminden haber vermekte ve o ismin verasındaki Zât-ı Mukaddesi göstermektedir.
10. Simalar Delili:
Esasen bütün mâhlûkata teşmili mümkün iken, meseleyi müşahhaslaştırmak açısından, sadece insanı ve her insan ferdini diğerlerinden farklı kılan onun en bariz ayırıcı vasfı durumundaki simasını ele alarak mevzuya yaklaşmış olalım: Herhangi bir insanın siması, en ince teferruatına kadar kendisinden evvel geçmiş milyarlarca insandan hiçbirisine katiyen benzememektedir. Bu kâide, kendisinden sonra gelecekler için de aynen geçerlidir. Bir cihette birbirinin aynı, diğer cihette birbirinden ayrı milyarlarca resmi küçücük bir alanda çizip, sonra da kendileri gibi olması mümkün milyarlarca resimden ayırmak ve herşeyi sonsuz ihtimal yolları içinde bir yola ve bir şekle sokmak, elbette ve elbette yarattığı her varlığı, hem de hiç kapalı bir yanı kalmamak üzere bilen ve o varlığa istediği şekli vermeye gücü ve ilmi yeten Cenâb-ı Hakk'ı en sağır kulaklara dahi duyuracak kuvvette bir ilândır. Evet, simada yer alan uzuvları başka sîmâlardaki uzuvlardan ayrı yaratmak ve her gözü, mutlak surette diğer gözlerden tefrik ettirici bir özellikle techiz etmek, gözünde fer olmasa bile, sinesinde kalb bulunan her vicdân sahibine, bütün bunları yaratıp sonsuz hikmetlerle donatan Zat (cc)'ı gösterir ve tanıttırır...
11. Sevk-i İlahi Delili:
Yavru ördek, yumurtadan çıktığı anda yüzmesini becerebiliyor. Kozadan çıkan karıncalar, hemen dehliz kazmaya başlıyorlar. Arı, çok kısa zamanda sanat hârikası olan peteği; örümcek ise, gergef inceliğindeki ağını örebiliyor. Bütün bunlardan anlıyoruz ki, bunlar ve bunlar gibi olanlar, başka bir âlemde kendilerine öğretilen mâlumatla ve yaratılıştan gelen bir kâbiliyetle iş görüyorlar. Halbuki insan, her şeyi bu dünyada öğrenmek mecburiyetindedir; hem de varlıklar arasında istidatça en mükemmel yaratık olduğu halde. Demek oluyor ki, diğerlerine bu hususiyetleri veren bizzat kendileri değil, her yaptığını hikmetle yapan bir Zat'tır ki, onlara böyle ihsanda bulunmuş... Kilometrelerce ötede yumurtalarını bırakıp dönen yılan balıklarının yavruları, yumurtadan çıkar çıkmaz yola koyulur ve annelerini sanki elleriyle koymuş gibi bulurlar. Bunu İlâhî bir sevkten başka ne ile izah edebiliriz? Hayvanlarda gördüğümüz bu hârikulâdelik, ancak ve ancak Allah (cc)ın bir vergisi olarak açıklanırsa, işte o zaman buna aklî ve mantikî bir açıklama nazarıyla bakılabilir. Yoksa, başka her yorum, sadece bir safsatadan ibaret kalır..
12. Ruh ve Vicdan Delili
Mahiyetini bilmemekle beraber, varlığından kimsenin şüphe etmediği ruhumuzun ve ona ait fonksiyonların cesedimize hükmediş keyfiyeti de yine Cenâb-ı Hakk'ı bildiren delillerdendir. Dünyada Emir âlemini temsil eden cevher ruhtur ve ruh, bu âleme ancak terakki ve tekâmül için gelmiştir. Hikmetin neticeye tesiri mevzumuzun haricinde olduğu için, biz burada yalnızca onun delâlet ettiği noktaya temasla iktifa ediyoruz. Evet, madde âlemiyle mâhiyeti noktasında hiçbir münasebeti olmayan ruhun kendine mahsus bir âlemden buraya gönderilişi, olgunlaştırılmaya tabi tutuluşu ve bunun da belli bir programla yürütülüşü, şüphesiz Cenâb-ı Hakk'ı ilan eden en mühim delillerden biridir. Diğer taraftan, insandaki iç sezişler ve zahiri hiçbir sebep yokken Rabbe dönüşler ve ona yönelişler ve bu hâdiselerin milyonlara ulaşan adette tekrar edilişi açık bir delildir ki, insanda yaratılıştan var olan ve Hakkı bulmanın en mühim vesilelerinden biri durumunda bulunan vicdân, kendi Yaratıcısına, ona perestiş etme derecesinde meftundur ve bütün varlığıyla onunla irtibat halindedir. Zaten “Elest Bezmi”nin yanıltmaz şahitlerinden biri de vicdân değil midir? İşte vicdan, bu şahitliğin hakkına riâyet zaruret ve mecbûriyetinin sevkiyle “Allah” demektedir...
13. Fıtrat ve Tarih Delili
Her insanda iyi ve güzele karşı bir sevgi, buna mukabil kötü ve çirkine karşı da bir nefret hissinin varlığı, aksi hiç kimsenin hatırından bile geçmeyecek vuzûh ve açıklıkta bir realitedir. Demek oluyor ki, bu duygular, ahlâklı davranma ve iyi işler yapma yönündeki meyilleri ve ahlâksızlıktan ve çirkin davranışlardan da nefret verip kaçınmayı temin eden yapıları itibâriyle delalet etmektedir ki, insana iyiyi, güzeli emreden ve onu kötülük ve çirkin davranışlardan meneden sistemin sahibi kim ise, kendisine bu duyguları veren de, o Zat'tır. Bu Zat da hiç şüphesiz Allah (cc)'dır. Dinler tarihi şahittir ki, beşeriyet hiçbir devrini dinsiz geçirmemiştir. Bâtıl, hattâ gülünç dahi olsa hemen her devirde bir dine inanmış ve bir manevî sistemi takip etmiştir. Ayrıca, inanmak bir zarûrettir; zira o fıtratta vardır. İnsan fıtratına bu ihtiyacı yerleştiren zatla, bize inanmayı emreden zat, aynı zattır. Ve o da Allah (cc)'dır.
14. Duygular Delili
İnsan, binlerce duyguyla techiz edilip donatılmıştır. Her duygu, madde dışı bir âlemden mesaj mahiyeti taşır. Ancak insanda bir duygu daha vardır ki o, doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk'ı tanıtır. Bu duygu, insanda varolan ebed ve sonsuzluk duygusudur. Bu duygu sebebiyle insan, daima ebed için didinir ve ebed için çırpınır. Sonlu olan hiçbir şey, onu hakiki manada tatmin edemez. Ve bu duygu, insana başka bir sonlunun tesiriyle tevdi edilmiş olamaz. Sonlu olan sebeplerin hiçbiri, bu sonsuzluk bâdesini sunamaz. Hâlbuki bunun varlığı bir vakıadır, inkârı da kabil değildir. Öyleyse bu duygu bize, bizi bu duygu ile yaratan Zat tarafından verilmiştir. Ve ebedî hayatı da yine o verecektir.
15. İttifak Delili
On tane yalancı, arka arkaya gelip bize evimizin yandığını söylese, bu adamların hayatta bir defa dahi doğru söylediklerini duymamış olmamıza rağmen, “ihtimal” der onlara inanırız. Zirâ ortada bir ittifak hâdisesi var. Halbuki, bahsini ettiğimiz ittifak, binlerce Peygamber, yüzbinlerce evliya ve milyonlarca da inanan insan arasında meydana gelmiş bir ittifaktır. Muhtelif zamanlarda ve ayrı ayrı mekânlarda yaşamış bu insanların ittifak ettiği en birinci nokta, “Allah vardır” hakikatıdır. On yalancının bir yalan üzerindeki ittifakına ehemmiyet verildiği halde, milyonlarca, hem de hayatlarında bir kere dahi yalan söyledikleri duyulmamış nebiler ve velilerin bu çaptaki ittifakına inanmayan insan nasıl insan olabilir? Ve ona nasıl akıllı denebilir?..
16. Kurân Delili
Kur'ân-ı Kerim'in Kelamullah olduğunu isbat eden bütün deliller, aynı zamanda Cenâb-ı Hakk'ın varlığının da burhanları durumundadır. Kur'ân'ın Allah kelamı olduğuna dâir yüzlerce delil vardır ve bunlar, o mevzu ile alakalı İslam kaynaklarında en ince teferruatına kadar tafsil edilmiştir. Biz, meselenin isbat yönünü o eserlere havale ile iktifa ediyoruz. Evet, bütün bu deliller, kendilerine mahsus dilleriyle “Allah vardır.” derler.
17. Peygamberler Delili
Peygamberlerin ve bilhassa Peygamberler Efendisi İki Cihan Serveri (asm)'nin peygamberliğini isbat eden bütün deliller de, yine Cenâb-ı Hakk'ı anlatan bürhanlara dahil edilmelidir. Zira peygamberlerin varlıklarının gayesi, tevhid, yani Allah'ın varlık ve birliğini ilan etmektir. Öyleyse, her peygamberin kendi peygamberliğini isbat eden bütün delilleri, aynı zamanda bütünüyle Cenâb-ı Hakk'ın varlığına da delil olmaktadır. Ne var ki, onların peygamberliğini isbat eden delillerin serdi, şu andaki mevzumuz dışında kaldığından, teker teker üzerlerinde durmayacağız. Şimdilik sadece şunu arz edelim ki, bir peygamberin hak nebî olduğunu ifâde eden bütün deliller, aynı kuvvetle, hatta daha da öte bir kuvvetle “Allah vardır ve birdir.” demektedir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar