İnsan ve sair mevcudat, ahirette aynen mi, yoksa mislen mi iade edilecek, izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
İnsan ahiret hayatında aynen iade edilecektir. Üstad'ımız bu hakikati şu şekilde izah ediyor:
"Bil ki, ekseriyetle Fâtır-ı Hakîmin âdetidir: Ehemmiyetli ve kıymettar şeyleri aynıyla iade ediyor. Yani, ekser eşyanın misliyle tazelenmesi, mevsimlerin tebeddülünde, asırların değişmesinde o kıymettar, ehemmiyetli şeyleri aynıyla iade ediyor. Yevmî ve senevî ve asrî haşirlerin umumunda, şu kaide-i âdetullah ekseriyetle muttarid görünüyor."
"İşte bu sabit kaideye binaen deriz: Madem, fünunun ittifakıyla ve ulûmun şehadetiyle, hilkat şeceresinin en mükemmel meyvesi insandır. Ve mahlukat içinde en ehemmiyetli insandır. Ve mevcudat içinde en kıymettar insandır. Ve insanın bir ferdi, sair hayvanatın bir nevi hükmündedir. Elbette, kati bir hads ile hükmedilir ki, haşir ve neşr-i ekberde, beşerin her bir ferdi aynıyla, cismiyle, ismiyle, resmiyle iade edilecektir." (Lem'alar, On yedinci Lem'a, Dördüncü Nota.)
"Öyleyse, bilmüşahede sair nevilerde tekerrür eden bir çeşit kıyametler, haşirler, şu kıyamet-i kübrâ-yı umumiyede her şahs-ı insanî aynıyla iade edilerek haşredilmesine remzeder, haber verir. Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatinde iki kere iki dört eder derecesinde katiyetle ispat edildiğinden, burada ihtisar ederiz." (Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, İkinci Maksat.)
Bu dünya tarlasının verdiği bütün insan ve hayvan mahsulleri mahşer meydanında toplanacaktır. Şu var ki, hayvanların bedenleri hesap safhasından sonra toprak olacak, ama ruhları baki kalacaktır. Dünya hayatında her hayvan kendisine takdir edilen vazifesini aksatmadan yerine getirmesinin mükâfatını ahirette ruhanî bir lezzet olarak tadacaktır.
Bu lezzetin mahiyetin bilmemiz elbette imkânsızdır. Zira bu dünyada hangi hayvanın bu hayattan ne gibi haz duyduğunu, nasıl lezzet aldığını da bilemiyoruz. Bildiğimiz tek şey varsa o da ahiretin bu dünyadan üstünlüğü nispetinde, orada alınacak lezzetlerin ve duyulacak hazların da çok ileri bir seviyede olacağıdır.
Hayvanlar akıldan mahrum olduklarından, günah-sevap, hayır-şer, cennet-cehennem gibi mefhumlar onlar için söz konusu değildir.
Esas itibariyle ruhun kendisi bakidir, ölmez, yok olmaz, bozulmaz. Ruhun geçici olarak misafir olduğu vücut ise ölür, dağılır ve bozulur. Zaten "insan" denilince öncelikle onun ruhu hatırımıza gelir. Üstad'ımızın beyan ettiği gibi, beden ruhun hanesidir. Ölüm hadisesiyle ruh bedenden ayrılmış ve beden aslına dönerek yeniden elementlere inkılab etmiştir. Ahirette ruhlar, bu yeni âleme uygun olarak yaratılmış olan yeni bedenlere kavuşacaklardır. İşte bu ikinci beraberliğe "neş’e-i uhra" deniliyor.
Bu baharda yaratılan bir meyve, önceki baharda yaratılanın aynı değil, mislidir. Diriliş hadisesiyle mahşer meydanında toplanacak olan insanlar ise, dünyadaki insanların misli değil, aynıdırlar. Yani, mahşer meydanına çıkacak olan, insanın bizzat kendisidir; görüntüsü, sureti yahut dünyadaki varlığının bir misli ve bir benzeri değildir.
Cenab-ı Hak dilerse ruhlara her şeyiyle yeni bir beden giydirir, dilerse dünyada güzel amel işledikleri zerrelerini yeniden yaratır, dilerse bedenin acbü’z-zeneb denilen ve çürümeyen parçasını, bir anda insan bedeni yapar. Her üç hâlde de ruh yine aynı ruhtur. Yani, mahşerde toplanacak insanlar dünyadakilerin sureti ve misli değil, aynıdır. Misliyet olsa olsa bedenler için düşünülebilir. Zaten, insan denilince de öncelikle onun ruhu akla gelir, bedeni değil.
Mahşerde iki sınıf mahluk hesaba çekildikten sonra cennete yahut cehenneme sevk edileceklerdir; bunlar insanlar ve cinlerdir.
Nitekim hayvanların ruhları baki kalacağı ve Süleyman Aleyhisselamın hüdhüdü ve karıncası, Salih Aleyhisselamın devesi, Ashab-ı Kehf’in köpeği gibi (bk. Alûsî, Ruhu’l-Beyân, 5/226; Kurtubî, 1/372.) bazı hayvanların hem ruhu, hem cesediyle baki âleme gideceği ve her bir hayvan nevinin arasıra istimal için bir tek cesedi bulunacağı, rivayetlerden anlaşılmakla beraber; hikmet, hakikat, rahmet ve rubûbiyet öyle iktiza ederler.
"Sair ziruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbaniyelerinde ve evamir-i Sübhaniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken ziruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhaniye ve onların istidadlarına göre bir nevi ücret-i maneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd değil ki bulunmasın. Dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar." (Sözler, On Yedinci Söz.)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü